DİYARBEKİR’DE NELER YAŞANIYOR?
Dicle Üniversitesi’ne öğretim üyesi olarak 2010 yılında Ankara’dan Diyarbekir’e geldim. Buraya geldiğim zaman, şehir derin bir uykudan uyanmış bir hasta gibi kapsamlı bir tedavi görüyordu. Bir yandan tarihi sur içi onarılıyor bir yandan Diyarbekir’in Çankaya’sı olan Diclekent’te ardı ardına siteler, dev binalar, hastaneler, oteller, iş yerleri ve iki yılda şehir içinde kalan çevre yolları yapılıyordu. Surlar ve tarihi saray bölgesi başta olmak üzere kent, a’dan z’ye kadar muhteşem bir restorasyondan geçiriliyordu.
Kamu eliyle de şehir, adeta bir gerdanlıklar geçidine
sahne oluyordu. Silvan yolundan Siverek yoluna kadar altı tane alt üst kavşak
yapılmıştı. Bu süreçte ben de şehrin stratejik kalkınmasında çeşitli görevler
yaptım. Kent Konseyi ve Numan Kurtulmuş başkanlığındaki Kent Ekonomi Formu için
kentin ilk beşini tespit amacıyla oluşturulan komisyonun moderatörlüğünü
yaptım. Aynı zamanda kentin, turizm ve tarihi açıdan kalkınması için özel
girişimlerde bulundum ve bu süreçte Diyarbekir Surları ve Hevsel Bahçeleri’nin
UNESCO Dünya kültür mirası listesine alınmasında çeşitli kanallarla katkıda
bulundum. Barış sürecinin de başlamasıyla Diyarbekir, adeta bir bahar
mevsiminin Nisan ayını yaşıyordu.
Oysa şu anda şehirden kuş uçuşu beş km uzaklıktaki
odamdan sürekli bomba ve silah sesleri duyuluyor ve Diyarbekir’in kalbi
olanSur, Dünyanın en büyük kalesi (İstanbul Sur içi gibi), karanlıklara
gömülmüş patlamalarla sarsılıyor. Hele geçen hafta yakılan Fatih Paşa Camii’nin
yakınında oturan bir Kürt kadının Kürtçe deyimiyle, “xze ya mala mı bı şe viti
ya, la vı mı bı mıra, mala xuda ne şevitiya” (Keşke evim yanaydı evladım öleydi
de Allah’ın evi yanmayaydı) dediği gibi Diyarbekir gözümüzün önünde yanıyor. Ve
biz bunu elimizi böğrümüze koyup Hz. Halid Bin Velid’in 639 yılında şehri
fethetmek için otağını kurduğu yerden, oğlu Hz. Süleyman’ın yanı başında
patlayan bombaların yıkımını çaresizce seyrediyoruz. Peki, buraya nereden
gelmiştik? Bu olayların siyasi, sosyal ve ekonomik boyutu nelerdir?
A.) Siyasi
İdeolojik Boyut: Ben bugünkü olayların temel sebebini 226 yıl önce başlayan
Batılılaşmada(1789) görenlerdenim. Yani bugün Türkiye’de Diyarbekir, Diyarbakır
olarak telaffuz ediliyorsa, buna karşı Sur içinden jön Türklerin II.
Abdülhamid’e karşı dedikleri gibi “eşitlik, adalet ve hürriyet” istiyoruz
diyerek bağırılıyorsa, bunun alt yapısında toplumuna Fransızlaştırılan devlet
zihniyeti ve bunun düşmanlık ateşini besleyen Fransız İhtilali değerleri
vardır. Oysa Diyarbekir’i aslına rücu’ ettiren, şehrin ortasından “Ne Mutlu Türküm
Diyene” tabelasını ve ırkçı “and’ı” kaldıran bu iki zihniyete karşı olan
ideoloji II. Abdülhamid, Menderes ve Özal’ın devamı olan muhafazakâr demokrat
mevcut iktidardır. Çözüm sürecini başlatan, Ahmed-ı Xane’yı Mevlana ile bir
gören Ahmet Davutoğlu’dur. Barzani ile Erdoğan’ı Diyarbekir ve Ankara’da
gülümseten Türkçe ya da Kürtçe dili değil “dıl”dır. Yani Fransız İhtilali’nin
ruhu değil, “mazlumların ve masum çocukların günahına giremeyiz” diyerek,
kendisine karşı bir molla’nın ses kayıt cihazına bomba koyan Jön Türklerin Arap
versiyonu olan (Baas) Saddam’ın istihbarat komutanına karşı bile intikam
almayan Melle Mustafa Barzani’nin ve Bave Kürdan (Kürtlerin babası )
lakaplı Sultan Abdülhamid’in ruhudur. Ki
bu ruh da Kürtlere dört asır boyunca altın devir (1514-1918) ve Türklere de üç
kıtada imparatorluk yolunu açan Kürt Mevlana İdris-i Bitlisi ile Türk Yavuz
Sultan Selim’in, Sultan Selahaddin-i Eyyubi El Kürdi’den intikal eden ruhudur.
Şu anda da Diyarbekir’de bu kadim ruh ile Fransız ideolojisinin (Mazlum Kürt
halkının çocuklarını Sur’un içine kazdırdıkları çukurlara iten Beşar Esed’in
Hatay versiyonu F.Yüksekdağ) çarpıştıklarını görüyoruz. Bu zihniyetin eserini
Diyarbekir Belediyesi’nin önündeki Nemrut’un katır heykelinde görebileceğimiz
gibi bir ay önce bu ruhun mimarı Hz. Peygambere hakaret eden C. Habdoo
dergisinin karikatüründen kopyalayıp Diyarbekir sokaklarındaki bilbordlarda da
görebilirsiniz.
B.) Sosyal Boyut: Şu anda 225 çukurun kazıldığı altı
mahalle, Diyarbekir’in şehir içinde kalan varoşlarıdır. Buralarda genellikle
Gladio’nun eseri olarak 1990’lı yıllarda köy boşaltmalarından kaçan, gelir
durumu son derece düşük olan aileler oturmaktadır. İç-içe geçmiş çıkmaz
sokaklarıyla ünlü bu tarihi yerlerde gündüz vakti bile yürümeye korkarsınız. Melik
Ahmet Caddesi (Ankara’da Cinnah veya İstiklal Caddesi gibidir) gibi bir yerde
bile öğle vakti biri çantanızı-cüzdanınızı kapabilir ve gayet organize bir
şekilde soyulabilirsiniz. Ancak hiç bir esnaf ya da polis sizin imdadınıza
gel(e)mez. Çünkü esnaf ve mahalle bir birini tanımakta ve kimse bu riske girmek
istemez. Burada ilan edilen Öcalan’ın Rus Yahudisi Murray Bookchin’den
kopyaladığı halkın özyönetiminde ne halk ne öz ne de yönetim vardır. Yani
Kutsal Roma Germen İmparatorluğu gibi ne Roma ne kutsal ne de imparatorluktur.
Ya da DAİŞ’in devleti gibi ne İslam ne de devlettir. Bunu ilan edenler, 90’lı
yılların ürünü olan uyuşturucu satıcısı, kullanıcı ve Melik Ahmet’in caddeden
sokağa cüzdanları kapıp kaçan çocuklardır. Bir de bunları organize eden dağdan
ve Suriye’den onlarında da arkasında kandil onlarında da arkasında Kürtlerin en
büyük düşmanı İran, İsrail, Rusya ve İngiltere’dir.
Eğitimin çok kötü olduğu bu mahalle okullarında okul
müdürleri bile bunlara karşı çaresizdir. Çoğunlukla Valilik ve-ya örgütten
referansı olduğu için belediyeden geçinmektedirler. Siz bu insanlardan asla ara
eleman olarak istifade edemezsiniz. Yani ya en dipte ya en üstedirler. Ortası
yoktur. Çünkü bunların dedeleri çoğunlukla geçmişin köy ağası ve begleri
sayılır. Kısaca kadim kültürden koparılmış bu gençler, kırılmaya uğramış bir
sosyal yapının ve bir ergen gibi varlığını ispat yolu olarak bu sosyal yapıya
jön kürtler olarak dahil olmuşlardır. Oysa bu küçük bedenler üzerinde ne
küresek hesaplar yapılıyor.
C.) Ekonomik Boyut: Geçen beş yılda tarihi ve turistik
yerlerin onarılmasıyla, kanaatimce Diyarbekir son bir asrın en güzel günlerini
yaşadı. Dağ Kapı her gün Irak Kürdistan Bölgesi’nden gelen yüzlerce arabaya ev
sahipliği yapmaktaydı. Dicle Üniversitesi’nin öncülüğünde diğer ülkelerden
sağlık turizmi bile başlamıştı. Nebi Camii’nin önüne günde on otobüs turist
boşaltılmaktaydı. Geçen yılın ilk üç ayında turizm geliri yüz milyon dolarlarla
ifade ediliyordu. Çünkü bizim buraya gelenler öyle Avrupa’nın bitli ve beleşçi
turistlerine benzemezdi. Özellikle Dohuk,
Zaxo ve Erbil’den gelenler Dünyanın en büyük arabalarıyla gelir ve
ağzına kadar hediyelerle dönerlerdi.
Oysa şu an durum içler acısıdır. Buradaki 20 otel kapandı
ve çalışan 500 kişi işten çıkarıldı. Vergi dairesine kapanma veren firma sayısı
361 iken taşınma veren ise 41 işyeridir. Sadece bir Kahvaltıcıdan 70 işçi
çıkarıldı ki, bunun gibi en az on firma vardır. En iyimser tahminle burada
çalışan en az 5 000 kişi işini kaybetmiş durumdadır. Yeni açılan bir alışveriş
merkezinde ise firmaların çoğu üç aydır kira ödeyemiyor ve burada sadece 125
güvenlik personeli işten çıkarıldı. Temizlik ve diğer elemanlar ise en az bunun
iki katıdır ve diğer üç alışveriş merkezi de bu durumdadır. Aynı şekilde Organize Sanayi Bölgesi’nde ve
sermaye de de ciddi bir kaçış tespit edilmiştir. Kuyumcular, manifaturacılar,
züccaciyeciler ilçe ve komşu illere sevkiyat yapan toptancıların çoğu iflasın
eşiğine gelmiştir. Örneğin, buradaki en
büyük kuru gıda toptancılarından biri, deposundaki 500 000 tl’lik malı iade
etmek zorunda kaldığını söyledi. Çünkü Dicle, Lice, Kulp, Muş ve Bingöl gibi
kuzey bölgeye mal satışı yapamadığını ifade etmiştir. Bu nedenlerle buradaki
esnaf, mutlaka afet ve mücbir sebep programına alınmalıdır.
Sonuç
Peygamberler, Krallar, Azizler, Sahabeler ve gül kenti
olan Diyarbekir,otuz yıllık savaştan sonra üç yıllık bir rehabiliteden
sonra bir yılda iki yıkım yaşadı. 6-8
Ekim olayları ve şu an Gazze’yi andıran çatışmalar. Otuz yıllık kardeş
kavgasının bize maliyeti bir trilyon dolar, 50 000 can ve kırılmış bir toplum
ve kültür bıraktı. Bunun sonucunu düşünemiyorum.
Camiler, Kiliseler ve tarihi eserlerin içinde yer aldığı
22 medeniyetin eseri olan Dünyanın en büyük surlarını korumak için yazımı
Arapların Gandi’si Cevdet Said’in sözleriyle bitiriyorum. Bir iç savaşı ancak
cahiller ve onları kullanan hainler isteyebilir. Diyarbekir de yaşanan tam da
budur.
(Osmanlı’nın Diyarbekir’deki ilk camiisi olan Fatih Paşa
camisinin yakılmasına ağlayan Kürt kadını)