SURİYE’Yİ FELAKETE SÜRÜKLEYEN İRAN

İran ve Suriye ilişkileri Ortadoğu’da ideolojik olarak anlaşılması zor bir ilişki türüdür. İslamcı Fars İran rejimi ile milliyetçi Nusayri sosyalist Baas Suriye rejimi neredeyse son kırk yıldır stratejik müttefik halindedirler.
İkisi de 40 yıldır İsrail’e bir taş bile atmamalarına rağmen Sünni Müslümanları ve Kürtleri yok etmekte, Rusya ile ortak çalışmakta ve en önemlisi Türkiye’ye düşmanlıkta kardeştirler.
Bu yazıda İran’ın Arap Baharından sonra Suriye’yi nasıl felakete sürüklediği anlatılacaktır.
İslamcı Bir Rejim ile Baas İttifakının Oğlu: PYD
2011 yıl Mart ayında Suriye’de sadece “bize de hürriyet” diyen insanlar, Der’a sokaklarında gayet barışçı yürüdüklerinde Beşşar Esad’ın buna cevabı, söz konusu kişilerin tırnaklarının sökülmesi ve parçalanarak öldürülmesi olmuştur.
Ancak Esad’ın Kürtlerin yoğun yaşadığı Suriye’nin kuzeyindeki Rojava’da akıl hocası olan İran bunun tersini uygulamıştır. O ana kadar kimlikleri dahi olmayan Kürtler, bir anda Esad’ın, İran’ın ve Talabani’nin Süleymaniye saraylarında ağırlanmaya başlanmıştır.
Oysa bu ana kadar Rojava’da ilk kez Kürtler tamamen spontana olarak 30 000 kişi yürümüştü. Bir haftada internet üzerinden örgütlenen işsiz ve istikbalden ümitsiz gençler, sadece barış, adalet ve demokrasi istiyorlardı. Ancak rehberi İran olan Esad’ın onlar için, 40 yıllık tecrübeden sonra bir sürprizi daha vardı.
Suriye Kürtlerini İran üzerinden Talabani ile susturan Esad-PYD ittifakını kuran kişi ise Hamid Derviş’tir. Rojava’da kurulan Kürt Yüksek Meclisinin (Heyeta Bılınd) kontrolüne Esad’ın sadece askeri ve kamu binaları değil aynı zamanda Suriye petrolü dahil her türlü maddi ve manevi desteği vermiştir.
Esad’ın damadı Asaf Şevket, İran Kudüs Tugayları Komutan Kasım Süleymani, Salih Muslim ve Murat Karayılan ile Süleymaniye’de buluşup PKK’yı buraya çağırdıktan sonra 3000 kişiyle Rojava bölgesine giren PKK, Rojava bölgesinde diğer tüm grupları saf dışı ederek bugüne kadar bölgeyi PYD adına kontrol altına almıştır.
Burada bilinmesi gereken ana husus ise Süleymaniye toplantısının Türkiye düşmanlığı üzerinde kurulduğu ve Meşal Temo ya da Ramazan El Buti gibi köprü kişilerin öldürüldüğü sürecin başlangıcını temsil etmesidir.
Rojava’da kurulan Operasyon odasını kumanda eden Ortadoğu’nun en güçlü adamlarından İran Kudüs Tugayları Komutanı Kasım Süleymani ile Kürtlerin Esad’dan kurtuluşunun yönü böylece değiştirildi. Yani Kürtlerin ikinci Baas iktidarı başlamış oluyordu.
Şii-Vahhabi Koalisyonu: IŞİD
Aslında IŞİD’in ilk versiyonu, 1992 yılında Cezayir’de iktidara gelen İslami Selamet Cephesine (FİS) karşı Fransız istihbaratı tarafından kurulan MIA ve GIA gibi paramiliter örgütler ve bundan sonra Afganistan’da kurulan Taliban örgütüdür.
Bir yıl önce Mısır’da Batı destekli askeri bir cunta tarafından devrilen Müslüman Kardeşlerin iktidardan indirilmesi gibi, Cezayir’deki İslami Selamet Cephesi’nin de seçimlerden % 80 gibi bir zaferle çıkması üzerine, ilk başta hiç kimsenin tanımadığı adeta gökten indirilmiş kişiler tarafından Cezayir, kısa sürede Suriye benzeri bir iç savaşa sürüklenmiş ve onbinlerce insan ölmüştür.
Aynı formül Sovyetleri yenen Afgan Mücahitlere de uygulanmış, başta Cumhurbaşkanı Burhaneddin Rabbani’nin liderliğindeki Afgan hükümeti devrilmiş, eski devlet başkanı Necibullah sallandırılmış ve ülke kaosa sürüklenmiştir. İlerleyen zamanlarda anlaşıldı ki hem FİS’in hem de Mücahitlerin devrilme çalışmalarına çok önce başlanmıştı.
2003 yılından önceye kadar götürülebilen bir kuruluş tarihine sahip olan ve son adı İslam Devleti (İD) olan Irak ve Şam İslam Devleti (İŞİD)’nin ilk adı Devlet-i Vilayet-ı Irak-u Şam’dır (Irak ve Şam Vilayetleri Devleti) .
Burada dikkatimizi çeken önemli nokta şudur: Şam ve Bağdat ikisi de Arap olmasına rağmen birbirlerinden nefret ederlerken1, baba Hafız Esed, İran ve Irak savaşında bile İran’a yakın durmasına rağmen; ABD’nin Irak’ı işgaline karşı Bağdat ve Şam’ı birleştirecek bir devlet kurma projesinin uygulamaya konulmasıdır. Aynı anda bir diğer dikkate değer nokta ise, Haziran ayından sonra normal şartlar altında Bağdat’a saldırması beklenen İŞİD’in 1000 km’lik bir cephe hattında Kürtlere karşı top yekün saldırıya geçirilmesidir.
Bu amaçla sayıları on binleri aşan, çoğu Suriye (Sayednaya) ve Bağdat hapishanelerinden çıkarılan kişiler eğitilip Irak’a gönderilmiştir. Örgütlenme sürecinde bu
insanlara, Şam rejiminin gösterdiği müsamaha ise hemen hemen her Suriye vatandaşının bildiği sıradan bir olaydır. Örneğin, Suriye’de camilerde bile, Allah denmenin yasak olduğu bir zamanda bu adamlar ellerinde bixi gibi dev silahlarla camilerde ve evlerde vaaz veriyorlardı.
Kısa sürede eğitilip Irak’a gönderilen bu adamlar hem Saddam’ın Baas artıkları hem de dışlanan Sünni Iraklılar tarafından desteklenmiştir. Ancak burada ilginç olan ve yaptığımız çalışmada ulaştığımız ikinci önemli veri ise Irak’a giren bu kişilerin Saddam’ın artıklarıyla temaslarından sonra, onların yanlarına GPRS cihazlarını bırakıp onları ABD uçaklarına hedef yapması ve ortadan kaldırılmalarına yardımcı kuvvet olarak destek vermeleridir. Çünkü İŞİD’in kuruluşunda görülen ana hedeflerden biri Şam ve Tahran tarafından engel olarak görülen Irak’ta da bir Şii devletinin kurulmasını sağlamaktır. Böylece kısa zamanda Sünniler pasifize olurken, 8 yıllık şii Malik’i iktidarında Şam ve Tahran hedefine ulaşmıştı.
Ancak bu hedefe rağmen eğitimleri tamamlanıp Irak’a gitmekten vazgeçenler ve şimdiki amaçlar için rezerv tutulan kişiler, Akdeniz sahilindeki Lazkiye civarında olduğu belirtilen Sayyedına Hapishanesi nakledilirler. En az yedi yıl süreyle pratik ve teorik bir eğitim merkezi olan bu hapishanede yaklaşık 7000 kişi kaldı. Her türlü testten geçen bu kişilerden hayata kalmayı başaran ve liderlik vasfı kazananlar şu an Suriye’de mücadele eden örgütlerin liderleri ve aktif elemanları olurlar. Ahrar-ü Şam, İslam ve Nusra cephesi liderleri buradan çıkan ve birbirlerini yakından tanıyan kişilerdir. Örneğin, geçen hafta İŞİD tarafından öldürülen 50 kişilik Ahrar-ü Şam’ın lider kadrosu ve onları öldüren İŞİD militanları birbirini yakından tanıyorlardı.
Bu açılardan bakıldığında İran, Suriye ve Irak Şii grupları tarafından kurulan İŞİD’in, uluslararası bir konfederasyon olduğu ve iki hedefin belirlendiği düşünülmektedir: Birincisi Suriye, Irak ve İran arasında kurulacak bir Şii Blok ve Batı’nın süresiz egemenliğini sağlayacak bir Şii ve Sünni savaşı olmak üzere onlarca yıl sürecek iç savaşlar.
Sonuç
Bu çalışmada aşağıdaki sonuçlara ulaşılmıştır.
a.) Beşşar Esed her ne kadar zahiren kazandıysa da Suriye, İran’ın politikalarının kurbanı oldu ve tamamen yıkıldı. Baas rejiminin Kürt versiyonu olan PYD/PKK ve İran ikilisinin amacı ise Kürtleri önce birbirleriyle sonra da Türklerle birbirine düşürüp, bölgeyi İran ve Batı’nın kontrolü altına sokmaktadır.
b.) İŞİD ve PYD hem ideolojik hem de kuruluş süreci olarak oldukça iyi düşünülmüş hedefleri belli olan laboratuvar şartlarında, Batı ve İran tarafından üretilmiş birer örgüttür.
c.) İŞİD projesinin hedefi Lübnan, Suriye, Irak, İran, Afganistan ve Tacikistan’a kadar bir Batı hakimiyetinde olan bir Şii Konfederasyonu kurmaktır. Böylece Akdeniz’den Asya’nın derinliklerine uzanan İran merkezli bir Şii İmparatorluğu kurulurken; asıl medeni, demokrat ve uygarlık üretme kapasitesine
sahip Sünni İslam Dünyası kafadan (Türkiye) gövdesinden ayrılmış olacaktır. Açıkçası bu proje hem Batı hem İran için müthiş karlı olarak görülmektedir.
d.) Böylece gelecekte kurulması muhtemel olan AB gibi bir Müslüman işbirliği teşkilatı enerjisinin şimdiden boşa çıkarılmak istendiği görülmektedir.
e.) Mevcut duruma göre Irak ve Suriye’de fiilen Irak Kürdistanı, Güney Irak Şii Bölgesi, Rojava, bu iki devletin Ürdün büyüklüğünde orta bölgesine hükmeden İŞİD ve Akdeniz sahilindeki Nuseyri Devleti olmak üzere beş devlet ortaya çıkmıştır. Bu, Batı ve Şii ittifakının yeni Sykes-Picot’sudur.
f.) İŞİD üzerinden İran, İsrail ve diğer büyük ülkelerin başta Türkiye ve Kürtler üzerinde ciddi hesaplarının olduğu görülmektedir. Türkiye IKYB ile ilişkilerini sıkılaştırmalıdır.
g.) Burada önemli hedeflerden birinin de Türkiye’nin barış süreci ve özellikle Irak Kürdistan yönetimi arasından sağlanan başta enerji olmak üzere kapsamlı işbirliğinin zayıflatılmasıdır.

Yrd. Doç. Dr. Hüseyin ŞEYHANLIOĞLU
(Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı)
Dicle Üniversitesi Siyasal Araştırmalar Merkezi Müdürü
hseyhanlioglu@gmail.com
@seyhanli2015