EMPERYALİZM VE ŞUREKÂLARI (TAŞERONLARI)!!! (II)

Evet sevgili okurlar!

Dünkü yazımızın bir nevi devamı olarak bugün yine sizlerle memleketin iç meselelerini konuşacağız..

Evet!

Dünkü yazımızın ilk bölümünde, tarihten örnekler getirmiştik...

Özellikle milli mücadeleye dikkat çekmiştik...

Yani İstiklal Savaşımızda milletçe haçlılara karşı vermiş olduğumuz mücadele sonucunda; o işgalci güçleri nasıl bu topraklardan defettiğimizi dile getirmiştim..

İman dayanışmasıyla, 7’den 70’e milletin el ele vererek o hain düşmanları denize dökerek, bu topraklar üzerindeki “emellerini” kursaklarında bırakmıştık...

Beklediklerini bulamayan “o haçlı işgalci güçler” tabiri caizse tasını tarağını toplayıp gitmişti...

Ülke ve millet verilen o büyük cihad ruhuyla, kısm-i olarak kendine geldiyse de, ne yazık ki kısa süre sonra o hain emperyalist İngiliz güçleri, ellerini kollarını sallayarak, tek bir kurşun atmadan İstanbul’a gelip işgal ettiler...

1918’de Mondros Mütarekesiyle 1920’de Sevr Antlaşması derken, ülke yönetimi “Cumhuriyeti” kurmaya hazırlanırken bu kez Lozan’ı önümüze koydular..

Ve Lozan Zafer (!) diye dayatıldı...

Lozan’da aynı o hain emperyalistlerin organizasyonuydu..

Nitekim, İngiliz’in baş murahhası olan Lord Gurzon ile İsmet İnönü masaya oturup, imza attılar...

Atılan imza,  Lord Gurzon’un tavsiye ve direktifleri altında ülke coğrafyası tarumar edildi..

Sahada kazanılan, masada kaybedildi..

3 milyon kilometrekarelik Memalik-i İslamiye’yi 770 kilometrekareye indirildi..

Yani, coğrafyamız küçüldükçe küçüldü..

Memalik-i İslamiye elden gitti.

Peki, nasıl elden gitti?

Tabii ki sahada kazanılan, o dönemin bir nevi İttihat Terakki Partisi’nin uzantısı olan beceriksiz bazı kurtarıcılar tarafından coğrafyanın büyük bölümü, Lozan anlaşmasıyla, teslim edildi...

Hasılı, kala kala mevcut coğrafyamız kaldı.. Ki razı ettirildi... Ve buna da Misak-ı Milli hudutları adı veriliyor.

Ama heyhat..!

Bundan sonraya bakalım.

1924’te neler olmadı ki?

En başta iç politikamızı içten yıkmak üzere yine İngilizler’in tavsiyeleriyle, direktif ve talimatlarıyla Cumhuriyet Halk Partisi kuruldu..

Ki bu partinin kurulması ve iktidarı elinde tutmasıyla, devlet milletle kavga etmeye başladı..

Mezalim, dipçik, şeflik devri 1950’lere kadar sürdü...

Sevgili okurlar!

Tarihin derin akışlarına bakıldığında bu derin hıyanet güçlerinin dün yaptıkları neyse kimse kusura bakmasın bugün aynısını ve daha fazlasını yapmak üzere yola çıkmışlardır...

Devletçe, hükümetçe, milletçe çok uyanık durmamız lazım...

Ki, dün milli mücadele sayesinde sahada kazanıp da masada yitirilen anlayışın durumuna düşmeyelim.

Bakınız, kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri’nin fedakar ve mücahit Mehmetçikleri İdlib’de canları pahasına kanlarını dökerek savaşıyorlar.

Elbette ki bu kahraman Mehmetçikler, milletten güçlerini alıyorlar..

Hiç tartışmasız ki, yüce Allah da yardım ediyor.

Bize göre “ölüm var, geri çekilmek yok...”

Parolamız bu olmalıdır...

Dün de söylediğimiz gibi mühim olan gerçek, harici düşmanlarla yapılan mücadele kadar dahili düşmanlarla da mücadele aynı tarz ve hassasiyetle devam etmeliyiz...

Cuma günü, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş irad ettiği hutbede şöyle dua ediyordu:

“Ya rabbim bizi dış ve iç düşmanlardan, yani harici ve dahili düşmanların şerrinden koru!”

Evet!

Gerçekten dış düşmanların tehlikesi var olduğu kadar, içteki düşmanların zararları onlardan az değildir.

Mühim olan devletçe, hükümetçe, milletçe el ele vererek onları tespit etmeliyiz.

Onlar tespit edilmediği müddetçe dış düşmanlara karşı ne kadar mücadele verirsek verelim,  bize göre havanda su dövmenin ötesine gitmez..

Zira bu haçlı emperyalist ve Siyonist güçlerin güç aldığı kaynak, ittihat terakki parti zamanında olduğu gibi bugün de Meşruiyet adı altında aynı o partinin uzantısı bazı siyasi partilerin bünyesinde mevcuttur...

Ki medyada mevcuttur, ekonomide mevcuttur…

Hatta çok önemli devletin bazı kurum ve kuruluşlarının bünyesinde gizliden gizliye sızdırılmış loca mensupları masonların varlığı da söz konusudur.

Bunlar olmasa Türkiye’de terör ne gezer, PKK ne gezer, PYD ne gezer, DEAŞ ne gezer, FETÖ ne gezer?

Ama o hıyanet şebekeleri olan dıştaki emperyalist güçlerin içimizdeki şürekâsı yani ortakları mevcuttur ve kaçınılmazdır.

Hem de çok tehlike…

Ne gibi?

Özellikle bölgemizde, özellikle de Diyarbakır’ımızda devletin çok önemli kurum ve kuruluşlarından olan Milli Eğitim Müdürlüklerine sızdırılan PKK tandesli HDP’li bazı milletvekillerine akraba olup hatta soyisimlerini taşıyanlar var olmasıdır...

AK Parti gibi, yani sayın Devlet Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’sinde hala da bu bölgede gizliden gizliye devletin önemli bazı kurumlarında PKK’nın ayak sesleri geliyorsa, veyahut baroların bünyesine sızdırılan PKK tandesli vurguncu ve rantiyeci bazı avukatların varlığı  söz konusu ise vay ki vay halimize...

Bu memleket insanı hala da Hendek Olayları’nı unutmamıştır.

En derin saygı ve sevgilerimizle…