FITRAT KANUNUNA AYKIRI MEDENİYET AZMAN BİR MEDENİYETTİR!

Evet sevgili okurlar!

Kendisine, çağdaş, hür bir dünya adını veren düzenin bugün içinde bulunduğu hal-i pür melali herkesin malumudur.

Gerçekten buna medeniyet mi denir, vahşet mi denir, felaket mi, helaket mi denir ne denir bilmem, ama her ne olumsuz isim takarsanız takın yerindedir.

Zira insanlığın yaradılış kanunu olan fıtrat kanununa aykırı bir sisteme sahiptir...

Hiç kuşkusuz ki fıtrat kanunu, Kur’an’dan nebaan eden, yani Kur’anın ayetlerinden akan birer nur parıltısı olarak insanlığı kurtaran gerçek medeniyettir...

Fıtrat kanunları, her yönüyle hakkı, hukuku, adaleti, eşitliği koruyan ve kollayan bir medeniyettir.

Batı medeniyeti, insanlık cibiliyeti ile bağdaşmayan ancak süslenip, makyajlanıp insanları sömürü altına alan, adeta  morfinleştiren bir sistemdir...

Bakınız bu hakikata dair, Mehmet Akif Ersoy ne diyor?

 “Batı medeniyeti tek dişi kalmış bir canavardır...”

El hak...

Ümitvarız ki, yaşlanmış, ömrünü tamamlamış olan batı medeniyeti inşallah o artık geri dönmemek kaydıyla yok olup gitmeye mahkum olmuştur.

Her ne kadar teknolojik olarak batı dünyası kendisini ayakta tutmaya çalışıyor ise de, bize göre insanlığa yapılan acımasızca mezalim onun sonunu getirecektir...

Çünkü yapılan zulüm, işkence ve tahakküm hem de demokrasi adına, insan temel hak ve özgürlük adını kullanarak yola çıkan bu vahşi medeniyet, insanlığı ezmiştir, adeta esir tutmuştur.

Fıtrat kanunlarına aykırı olan batı medeniyeti, azmış bir saldırgan canavardır....

İslam medeniyeti ise, başta söylediğimiz gibi Kur’an ayetlerinden fışkıran, parlayan ilahi bir nurdur..

İnsan o nurun ışığında günlük hayat akışlarını her daim gerçekleştirebilir.

Ki başka çaresi de yoktur.

Kim ne derse desin…

İnsanlık tarihi boyunca gelen peygamberler silsilesinin varlığı bize hep bunu göstermiştir.

Bakınız nerdeyse dört bin yıl önce Hz. Davut (a.s.)’a gelen ilahi hitap ve uyarı aynen şöyledir:

“Ey Davut!

Biz seni yeryüzünde ancak halife kıldık.

İnsanlığın sevk ve idaresini, birlik ve kardeşliğinin yönetimini sana tevdi ettik.

Şu halde insanlar arasında hak ile batılı ayırt etmek kaydıyla hükümran ol.

Kendi hava ve nefsani arzularına uyma…

Eğer sen haktan, hukuktan saparsan, kendi nefsani arzuların peşine düşersen, onlar seni Allah yolundan saptırır...”

Şu ilahi tavsiye ve aynı zamanda uyarı babında bir tavsiye ki Allah’la Hz. Davut (a.s.) arasında meydana gelen adeta bir anlaşmadır...

Bir düstur ve bir ilkedir...

Ki bu ilkenin muhafazası da yeryüzünün halifesi olarak Hz. Davut’a teslim edilmiştir.

Bu mealen söylenen ayet Sad suresinin 26. Ayetidir.

Bir de Maide suresinin 49. Ayeti ise mealen aynen şöyle söylüyor:

“Ey habibim!

Allah tarafından sana gelen hükümleri insanlar arasında gerçekleştir.

Hüküm eyle...”

Maide Suresinin 42. Ayeti ise yine aynı Efendimiz (S.A.V.)e hitaben mealen şöyle buyuruyor:

“Onlar arasında adalet hükmünü tatbik et.”

Keza Nisa suresinin 105. Ayeti dahi Efendimiz (S.A.V.)’e hitaben der ki;

“Biz sana hak ve hakkaniyeti simgeleyen kitabı gönderdik.

Ta ki insanlar arasında Allah’ın sana bildirdiklerini adilane bir biçimde tatbik eyleyesin...”

İşte bakınız sevgili dostlar!

Sözde çağdaş, medeni bir dünyanın medeniyetinde, kanunlarında, mahkemelerinde bunların hiçbiri yok...

Ancak İslam medeniyetinde vardır.

Anılan bu ayetlerin ana amaç ve değer manalarının ifadesi şudur ki;

Yeryüzünde insanlara zulüm edilmesin...

İnsanlık karakter ve haysiyetini koruma babında sevgi bağını güçlendirin...

Dostlukla, kardeşlik gerçeğini düşmanlığa çevirmemek için adil olma şartı önemlidir ve ileri sürülmektedir.

Buna da siyasetin İslam’a hizmetkarlık davasının pekiştirilmesi diyoruz..

İslam’ı siyasete değil,  Siyaseti İslam’a hizmetkar kılma gerekir...

Batı medeniyeti ise insanları sömürüyor, köleleştiriyor ve hak davadan saptırıyor..

Değerli ve nurlu bir elmas parçasıyken adeta kömürleştiriyor, karartıyor ve bir zulüm aleti haline getiriyor.

İşte bu siyaset, batı dünyasından ithal edilmiş bir zulüm aletidir.

Sömürü aletidir.

Hele hele Türkiyemizdeki siyaset, enva-i şekle sahiptir!

Yıllardan beri gerçekleştirile gelen ve özellikle kurulan partilerin birbirine yan gözle bakmaları...

Ki bunun gölgesinde varolagelmişler ve hala da varolmaktalar... Öyle görünüyor ki, yarın da öyle olacaklır..

Zaten her yönleriyle, kendi kendilerini ele veriyorlar.

Parti ve particilik adını kullanarak toplum arasında fitne ve fesat unsuru durumuna gelip, batı dünyasından ithal edilmiş makyajlı kavramlarla halkı kandırıp, halife-i ru-i zemin iken, oradan saptırıp yeryüzünün en abes ve şeytan ünvanını alabiliyorlar...

Bir yaşam tarzı haline getiriyorlar...

İnsanların aklını beyninden, kafasından, kalbinden, ruhi derinliklerinden almak üzere adeta morfinleştirilmiş ve buna medeniyet adını vermiş bir aldatmacadan ibaret olup İslam hukuku ile hiç bağdaşmıyor...

Bir İslam ülkesinde hiçbir zaman bunların Müslümanlara tatbik edilmemesi gerekiyor.

Ama ne fayda!

Tam tersine, İslam hukuku, Allahın getirmiş olduğu emir ve hükümdarlığı nerdeyse rafa kaldırılmış, batı dünyasının medeniyet adı altında bir vahşeti söz konusudur.

Particilik demek, bölücülük demektir, toplumu birbirinden ayırıp tefrika demektir, kin ve nefret demektir, kim elini ne kadar çabuk tutup devlet imkanlarını kendi faydalarına kullanma başarısı elde etmişse o geçerlidir.

Ama bu da kesinlikle daimi değil, en yakın bir zamanda o siyasetçinin başını belaya sokar, siyasi mevta haline getirir...

En derin sevgi ve saygılarımla.