HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNÜN YOLU İSLAM HUKUKUNDAN GEÇER!!!

Sevgili okurlar!

Bir önceki yazımızda da sizinle paylaşmak istediğimiz mevzuu; Türkiye’deki mevcut sistemin külliyen hukuk dışı bir sistem olduğu gerçeğini ifade edebilmekti...

Aslında, Türkiye hukuk devleti olmaktan daha fazla kanun devleti..

Çünkü, bugünün Türkiye’sinde işleyen yargı sisteminin nerdeyse yüzde sekseni, Anayasa’da geçen hukuk ve adalet normları paralelinde işlemiyor...

Var olan, kanunlar silsilesine ait bir yargı sistemi!...

***

Ne yazık ki, yargı sistemi ve uygulama biçimi, özellikle de İş Kanunları, kamuoyu nezdinde tamamen tarafgir bir işleyişe sahip!...

Yanlı bir tutum içerisinde..

Denir ya her alanda; “tarafsızlığını” yitirmiş görünmektedir...

Ki, İş Kanunu, bugüne özgü değil... 1970’li yılların ürünü... Yani, CHP ve MSP koalisyonu döneminde, "İş kanunu" çıkarıldı..

Tabi ana beyin ve patent Sol fraksiyona aitti!…

Çünkü, CHP’nin organik bağı bulunan devrimci bazı iş sendikalarının direktif ve talimatları doğrultusunda; “ideolojik” bir dizaynla, İş Kanunu çıkarıldı...

Adına hukuk denilse de; “kanun” tamamen, belli fikrin egemenliğini savunmaktadır...

İçinde bulunduğumuz hal zaten kendini ele veriyor.

Çünkü, olup-bitene tarafsız hukuk normlarına dayalı bir yargılama şekli olduğunu söyleyebilmek için bize göre “bin şahit” lazım....

Hele ki, iş kanununu kendine “rant sektörü” haline getiren savunma erki mensubu olarak kendini lanse eden bazı avukatlar var ki, “çifte ideolojiyle” har vurup, harman savuruyorlar..

Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki baroların bünyesinde bulunan Sol Tandesli bazı avukatlar...

Ki bunların bir çoğunun, PKK ile organik bağı bulunduğunu da bilmeyen yoktur...

İşçi ve işveren arasında adeta “düşmanlığı” körükleyen bu zümre, illa ki para kazanmak, illa ki sebepsiz yere zengin olmak için enva-i senaryolar tanzim ediyor...

İşçi simsarlığı yapıyorlar..

Çeşitli vaatlerle işçilerin önünü kesiyorlar, davalar açılıyor, işçi ve işveren arasında müthiş bir fitne aracı olarak faaliyet gösterip, hukuku ve adaleti, “yerle yeksan” ediyorlar...

***

Daha önce de dile getirdim, bir kez daha ifade etmek istiyorum...

Barolar, Barolar Birliği ve Adalet bakanlığı, bunlara karşı amansız bir mücadele başlatmalıdır…

Aman tanımamalıdır...

Bazıları var ki, bir fiil KCK’da faaliyet göstermiştir.. Belki de haklarında nice bulunan davalar var…

Ki bunlardan bazıları, HDP’li Belediye Başkanları zamanında belediyelerde cirit atıp, sözleşmeli olarak görev alıp, faaliyet gösteriyorlardı?

Kayyumlar geldikten sonra onlar da mecburen tasını tarağını alıp tez elden belediyeden çekildiler..

O cübbe altında enva-i hukuk dışılığı icra ederlerken, kayıt dışılıkları da ayrı bir vehamet içeriyor…

Meslek icabı (!) birilerinin cebinden “dava adına” hortumladıkları paraları kasalarına dolduruyorlar…

Ama tek bir kuruşun kaydı, makbuzu veya faturası yok...

Ki ekseriyetinin, devlete bir kuruş dahi vergi verdiği görülmüş değil...

Böylece, sebepsiz yere zenginleşmenin yolunu yürüyerek, kazançlarına kazanç katıyorlar...

Onlar kazanıyor, iş çevreleri de onların ürettiği fitne ve fesatlıkla boğuşuyor..

İstihdamdan alı konuluyor?

Oysa ki mevcut iktidar...

Yani AK Parti iktidarının özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu bölgeye bakışı herkesin malumudur?

Bu yöreye, bu bölgeye, bu coğrafyaya yatırımları götürmek üzere iş çevrelerine sürekli talimatlar veriyor...

Hatta devlet hibe teşvikinde bulunuyor...

Bir çok haklar tanınıyor...

Gaye, bölge kalkınsın, istihdam sağlansın, işsizliğin kökü kazılsın!...

Ne var ki tüm bu “iyi niyetlere ve teşviklere” rağmen, bunun aksi yönünde faaliyet gösteren, “gizli güçler” söz konusudur..

Ki onlar da, az önce aktardığım gibi herkesin malumudur...

1990’ları, 2000’li yılları hatırlarsak...

PKK terör örgütünün nam-ı hesabına, halktan ve iş çevrelerinden kurnazca, dolaylı yollardan para alınması, haraç alınması…

Ki bunlar açık ve aşikar bir şekilde cereyan ediyordu!.

PKK'nın bu terörü yüzünden birçok iş çevreleri kepenklerini indirdi…

Bir çok iş adamı, Diyarbakır’ı terk edip, Batıya göç etti.

O gün, PKK denilip duruluyordu..

Ama bugün, PKK yok...

Bu hükümet sayesinde, özellikle İçişleri Bakanı sayın Süleyman Soylu beyefendi sayesinde, artık PKK ve onun maşaları istediği gibi; artık “cirit” atamıyor...

Artık yollar kesilmiyor...

Korku ve endişe yok..

Faili meçhul cinayetler yok..

Yakılan, yıkılan ev yok...

Tehdit eden, haraç kesen yok...

Huzur var, istikrar var..

Çarşı Pazar serbest...

Sur’daki hendek olaylarının artık tarih olması herkesin malumu olmuştur.

Hal böyle olunca, PKK’ya gidecek para yok, haraç yok...

***

Ne yazık ki, yukarıda da ifade ettiğim gibi, dün PKK idi, bugün ise, “işçi, iş hukuku ve savunma erki”  üçgeniyle işveren ve iş çevreleri aynı istikamette sömürülmeye çalışılıyor..

El altından İşçi ve İş Hukuku’nu kullanarak İş Mahkemeleri’ni ve hakimlerini yanlış ve kirli bilgilerle yanıltma teşebbüsünde bulunan PKK ideolojisi paralelinde haraket edenler; “iş çevrelerini” haraca bağlamışlar...

PKK’nın bazı iş çevrelerinden alamadıkları haraç, bu kez hiç çalışmayan, alın teri işin içinde olmayan, kendisine bu mesleği sanat edinmiş bazı işçi bozmaları, 70’lerin ürünü olan İş kanunlarının gölgesinde; “emellerine” kavuşmaya çalışıyorlar...

İş dünyası için adeta bir facia bu!….

Yani işçi faciası…

İş yapmak o kadar zorlaşmış ki uyduruk iki tane şahit, işvereni rahatlıkla söğüşleyebiliyor...

Tabiri caizse “bozacının şahidi şıracı” kabilinden “sen bana tanıklık et, ben de sana tanık edeyim” anlayışıyla yola çıkılıyor...

Ki bunları tertipleyenlerin ekseriyeti de, rantiyeci avukatlardır…

Bunlar, adaleti, yargıyı ve hukuku çok kötüye kullanmaktadırlar.

Ne gariptir ki, bazı yargıçlar da onlara cevaz verircesine tavır sergiliyorlar…

Yargılama esnasında davacı tarafının tüm istek ve arzularını yerine getiren, savunma hakkına sınır tanımayan bazı yargıçlar, bakıyorsun ki davalı tarafa peşin hükümle yaklaşıyor...

Davalı herhangi bir yöneticisini veyahut vekilinin savunma özgürlüğü altında gerçekleri dile getirdiği, kanunen resmi belge olarak bilinen ıslak imzalı deliller sunulmasına rağmen, göz ardı edip, çürütüyor...

Görmezden geliyor..

Bile bile ahlak dışı ve gerçek dışı söylemler zapta geçiriliyor...

İşçinin yalancı şahitleri gerektiği yerde yönlendiriliyor.

Ama davalı iş çevresine, aman yok!...

Yaşanan bu hal-i duruma,  ağlamak mı lazım, gülmek mi lazım?…

Doğrusu bilemiyorum...

Der demez vatandaş bu iş mahkemeleri karşısında etkileniyor, tedirgin oluyor ve olsa olsa Türkiye "hukuk devleti değil, kanun devleti" diye, düşünmek zorunda kalıyor..

Ki öyledir de...

En derin saygı ve sevgilerimle…