LAİKLİK MASKESİ VE KEMALİSTLERİN OYUNLARI..!!! (II)

Evet sevgili okurlar!

“Laiklik Maskesi ve Kemalistlerin Oyunları” başlıklı yazı serimizi tüm detayıyla daha kapsamını genişleterek kanıtlayıcı bilgi ve belgelerle birlikte sizinle paylaşmaya devam ediyoruz..

Zira bize göre gerek siyasi, gerek iktisadi yani ekonomiksel ve içtimai toplumsal sorunların varlığına rağmen Türkiye’nin en büyük sorunu maskeli kavramları kullanarak gizliden gizliye devleti ve ülkeyi içten vurmaya çalışan taşeronların varlığıdır...

Bunların deşifre edilmesi gerekir...

Gelen giden iktidarlar, hükümetler, siyasi partilerin hepsine düşen en önemli görev olmalıdır/olmalıydı; “bunların” üstesinden gelmek!

Ama ne yazık ki, “pek de” doğru bir mecrada mücadele edilmiş değil..

Çünkü; “içteki taşeron hainler”  farklı kulvarda varlıklarını her dönem “idame” etmişlerdir..

Ki  ülkenin bugün hangi zorluklarla karşı karşıya olduğu gerçeğiyle; bunların "nasıl üreme göstererek" var olmaya çalıştıklarını açıkça ortaya koymaktadır..

Tüm bu sorunların ana kaynağı da; dayanaksız, mesnetsiz, rastgele atmasyonlarla milleti yanıltarak garblılaşma, adı altında “Batılılaştırma” oyununun sahneye konulmasıdır...

Ve buna dair; plan ve kurgulara alet olunmasıdır...

Nitekim, tarihin derinliklerinden gelen kültürünü, sanattını, edebiyat ve ahlak bütünlüğünü geride bırakıp, mazinin derinliklerine gömdürüp çağdaşlık adı altında Batılaşma hayranlığına heves edilmesi, bu millete zerre-i miskal bir şey kazandırmamıştır..

Ki yıllardır vaki olan da, kazandırmadığıdır ve bundan sonra da kazandırmayacaktır.

Bilakis, kaybettirmiştir..

Denir ya, hali alem orta yerde, işte tarih!…

Ancak bu millet yaşadığı evrilmelere karşı “yıpranmıştır” ama velakin; “kökünden” kopmamıştır...

Onlara teslim olmamıştır…

Yeri ve zamanı gelince de; “düştüğü yerden kalmıştır...

Bir emsal verirsek.

Bir tohum.. Ya da, bir ağaç...

Tarlaya atılan bir tohum; “kök salmadığı” müddetçe yeşermez!.. Ki o kökte, “kökten kaldırılmadığı” sürece, o tohum hep ürün vermeye devam eder?..

Ağaçta öyledir...

Toprağın derinliklerine kök salmışsa, dal budak saçmışsa onu tez be tez; kurutamazsınız, yok edemezsiniz!..

O ağaç ancak “kökünden” sokulup atılırsa; “canlı hayatı” sona erir ve kuruyup gider…

Ya da içinde, kurtçuklar oluşmaya başlamışsa; buna da “uzun ömür” gerekli..

İşte İslam’da toprağa kök salmış, çınar bir ağaç gibidir...

Her ne kadar; “dönem dönem” iç ve dış ihanetliklerle yüz yüze gelmişse de; “üstesinden” gelmiştir...

Çünkü, İslam ve ona iman etmiş topluluğu, bin yıldan beri yeryüzünün üçte birine kök salıp, yayılmıştır…

Birçok milletleri, insanları küfrün ve nifakın bataklığından kurtarmıştır, imanın salihi selametine kavuşturmuştur...

Kur’an’ın terbiye ve talimatıyla gençliğini yetiştirmiştir...

Netice itibariyle, “yer yüzünü” nurlandıran bu dine, Kur’an-ı kerime karşı; farklı bir emtiya oluştaran maskeli yüzlere dikkat!?..

O maskelerin altında “milletin inanç” değerlerini kendine “sinsice” kalkan olarak kullananlar, “Batılaşma” edepsizliğini, “empoze” ediyorlar....

Batılın edebiyatını, kültürünü, ahlakını, sözde medeniyetini “çağdaşlık” kisvesi altında enjekte etmenin ihanetiyle hareket ediyorlar..

Aba ecdadına karşı “hasım” bir gençlik yaratmanın gayretindendirler...

Ve bunu da her dönem kullandıkları "klişeleşen" sloganla yapıyorlar..  “Kurtarıcılık…”

Bundan dem veriyorlar..

Halk deyimiyle; hadi ordan sizi gidi edepsizler, iki yüzlü maske sahipleri!..

Yapılan da, edilen de, takılan maskeler de, bu ülkeye, bu millete, İslam’a ve İslam medeniyetiyle “şereflenmiş” ümmete “ihanettir, hainliktir, kalleşliktir?”...

Ne yazık ki, bu noktada “tarih tekerrür” ediyor..

Osmanlının “akıbeti” ortada...

3 milyon kilometrekarelik bir coğrafyaya sahip olan Osmanlı.. Ki 640 yıllık uzun bir zaman dili yer yüzüne “hükümran” olmuş bir devlet; bünyesine sızan “kurtçuklar” yüzünden, yok edildi...

Çünkü, Osmanlıyı yeşerten “köküne” odaklanıp onu kemirdiler..

Üç beş tane, Makedonyalı Yahudi mahfellerinde yetişen masonların akıllarıyla “Batılaşıyorum” deme kandırmacalarıyla, tarihi kültürünü, harflerini, ezanını, Kur’anını, giyim kuşamını, kadının iffet ve namusunu bir “çırpıda” yok sayarak, tar-ü mar ettiler.

Ülkenin de, milletin de, tabiri caizse bugünün ifadesiyle “DNA’sıyla oynadılar..

Yukarda örnek getirdiğim gibi yerin dibine kök salmış, güçlenmiş, göklere yükselmiş “ağacı kökünden kesip atmaya çalıştılar...

Peki tamamen bunu becerebildiler mi, ya da başardılar mı?

Hayır...

Çünkü, bizim inancımıza göre hiçbir güç bu yüce İslam dininin varlığını, gerçeğini, hükümranlığını, yeryüzündeki insanların ruhi derinliklerinden söküp atamaz; onu yok edemez!.

Atmak istese bile atamaz… Ancak keferetül fecerelerin satılmış piyonları tarafından ne kadar çaba gösteriliyor ise de; “belli yaralar” açıyorsa da, bir şey ifade etmez.

Bunların çabaları havanda su dövmek gibidir.

Evet, biraz tahribatları olmuştur.

Tıpkı bugünkü gerek Türkiye olsun, gerek diğer İslam ülkeleri olsun…

İnsanların ahlaki dejenerasyona uğratılmış olması, toplumsal bir çürüme hali, İslam kültürünün kalplerden silinip atılma biçimi inkar edilmez bir gerçektir.

Ama tümüyle bu geçicidir diye düşünüyoruz.

Sökülen bir ağaç ne kadar sökülürse sökülsün, onun toprağa dökülen tohumcukları illa ki yeniden filizlenip büyüyecektir.

Bu itibarla diyoruz ki;

Ey Alem-i İslam! Uyan, teyakkuza gir, masonik kafaların sahte edebiyatlarına inanma ve yalancı kahramanlıklarına da kanma.

Daima teyakkuzda ol…

Unutma ki bu tür kirlenmenin varlığı bugün değil, iki yüz seneden beri İslam dünyasını kasıp kavurmuştur.

Böylece meşru zeminde yeniden toplumsal bir direnişe ve dirilişe geçmemiz gerekir...

En derin saygı ve sevgilerimle…