MALAZGİRT MEYDAN MUHAREBESİ GERÇEK BİR ZAFER OLAYIDIR..!

Evet sevgili okurlar!

Düşünüyoruz ve herkesi de düşünmeye davet ediyoruz.

Buna tefekkür hürriyeti denir.

Türkiye’de her şeyin özgürlüğü var.

Hatta kişinin özel hayat özgürlüğü bile var!?

Kişi ne halt işliyorsa işlesin, kime ne hükmü var?

Ama böylesi özgürlüğün altında çok büyük pislikler söz konusudur...

Ne hazin ki, İslam’ın yasakladığı her münkerat ve menhiyat varlık göstermektedir…

Eğer ki, buna da kişisel özel hayat deniyorsa vay o milletin haline..?
Çünkü, toplumu derin uçurumlara yuvarlayan bir fitne unsuru olmaktan başka bir şey değildir.

Zina var, fuhuş var, kumar var, vs. vs.

İslam’ın yasakladığı her şey var da var..

Amma velakin tek bir şey yok, o da “mahremiyet?”...

İslamca yaşamak...
İslamca düşünmek...

Sahteciliği ve sahtekarlığı deşifre etmek...
Tarihi kültürümüzü yozlaştıranları eleştirmek, Malazgirt Zaferi’nin gerçek bir zafer olduğunu söyleyebilmek...

Bundan başka Cumhuriyet Dönemi’nde vuku bulan zaferlerin bir çoğunun kağıt üzerinde makyajlı zaferler olduğunu düşünmek, bize göre özel hayat düşüncesi gibi düşünülemeyebilir.

Birileri buna da itiraz edebilir.

Ama gerçek de budur.

Hani demişler ya gerçekleri söyleyen dokuz köyden kovulurmuş.

İnanın ister onuncu köyden kovulalım, ister yirminci köyden kovulalım, biz doğruları söylemeye devam edeceğiz.

Biz söylüyoruz ve düşünüyoruz...

Düşüncemizi de yalnız kendimizle paylaşmıyoruz, tüm kamuoyuyla paylaşıyoruz ve siz değerli okurlarımıza, izleyicilerimize, köşemizin müdavimlerine aktarıyoruz..

Ve diyoruz ki; Doğu Roma İmparatorluğu ile yani Bizans’la savaşan Selçuklu Devleti’ni meydana getiren Sultan Alpaslan’ın 1071’de Malazgirt Meydan Muharebesi’ndeki zaferinin ana çizgisi “iman gücü ve ümmet” bilinciydi.

Bakarsak...

Temel ilkeleri neydi?

Hedefleri ve gayeleri neydi?

Ve sırtını nereye ve kime dayandırmıştı?
Ki; çok büyük bir azınlık içerisinde, hem de ordunun fakir olduğu bir dönemde, azınlık içerisinde bir asker olmasına rağmen 200 bin kişiden ibaret Bizans’ın süvari ordularını mağlup etti..

Başkumandanı olan Romen Diyojen’i teslim alan Sultan Alpaslan’ın gerçek zaferi neydi diye sorgulandı mı??

Gerçekten bunu düşünmek çok önemlidir.

İrdelemek daha çok önemlidir.

Ona inanmak ve onunla yaşamak daha daha çok önemlidir.

Bakınız sevgili dostlar!

 Malazgirt Zaferi’nin 948’nci yıldönümünü milletçe kutluyoruz.

Cumhurbaşkanı, tüm Bakanlarla birlikte Malazgirt’teydi.

O zaferin temel esaslarını bir şiirle kamuoyuyla paylaştı.

Ne güzel bir şiir...

Ama Cumhurbaşkanı gerçek ve somutlaştırılmış bir zaferin tarihi gerçeğini dile getiriyordu.

Ondan sonraki zaferler silsilesi Osman Gazi’den başlamak üzere torunları durumunda olan Fatih’lere geldi.

Hatta tanzimattan önceki Devlet-i Aliye’yi Osmaniye’nin yeryüzündeki tüm emperyalist haçlılara ve Siyonist dünyasına meydan okuması...

Bunların hepsi ama hepsi tümüyle hiçbir ırkçılığa dayanmıyordu.

Herhangi bir Türkçülüğe, Kürtçülüğe, Arapçılığa değil, sadece İla-i Kelimetullah olan tevhid inancını üstün tutma uğruna yapılmıştı.

Yalnız topraktan ibaret bir vatan sevgisinden ibaret değildi.

Keza bayrak sevgisi de kırmızıya boyanmış bir bez parçasından ibaret değildi.

Bunlar bayrağın kudsiyetinin cihad ruhundan meydana geldiğine inanmış büyük devlet adamlarıydı.

Kur’an’la yaşayıp, Kur’an’la kalkıp oturuyorlardı?...

Devlet ile milletin el ele vererek Kur’an gölgesinde Allah-u Ekber nidalarıyla ülkeden ülkeye fütuhatlar kazanıyordu.

İslam gerçeğini insanlara götürüyordu.

Zaferleri sadece kağıt üzerinde gösterip, makyajlı nutuklarla bir şeyleri anlatmaktan ibaret değildi.

Toplumun yüksek ahlakını, kültürünü, tarihinden alıyorlardı.

Devlet büyüklerinin hiçbirisinin alnı secdeden kalkmıyordu.

Bayrak kudsiyetini I. Murad’ın gece savaşındaki şehit düşen şehitlerin kanına yansıyan Ay Yıldız’ın cihad ruhuna inanan insanlardı.

Onun için sadece günümüzdeki slogan haline gelmiş “Kanı yerde kalmaz”, ondan sonra makyajlı nutuklarla insanları kandırmaktan ibaret değildi o zaferler…

O zaferler ilk Müslüman mümin olan Hz. Muhammed’e bağlılığının zaferiydi.

İkra’yı insanlığa götüren o yüce peygamberin (s.a.v) ümmetinin zaferleriydi.

Ama heyhat!

Bu necip milletin alın terinden ibaret olan vergilerden oluşan bunca bütçelerin harcamasına rağmen gözle görülen elle tutulan bir zafer yoktur..
Kimse de kusura bakmasın.

Üzülüyoruz gerçekten!

Görsel medyanın ekranlarına baktığımızda her Allahın günü mutlaka karşımıza bir aile faciası çıkacaktır.

Gün geçmiyor ki aile çöküşünü anlatan olaylar yaşanmasın...

Gün geçmiyor ki adam eşini bıçaklayıp öldürmesin.

Nitekim dün dahi Diyarbakır’ın Şehitlik semtinde meydana gelen fuhuş operasyonunda 14 yaşındaki gencecik bir kız çocuğu kendini 4. kattan aşağıya atıyor ve ölümüne sebebiyet veriyor.

Sebebi araştırıldığında randevu evi dedikleri günübirlik kiralanan evlerde fuhuşa zorlanıyor?

Fuhuşa zorlanıyor ve kendini kurtarmak adına  balkondan aşağı atlıyor ve ne yazık ki ölüyor!


Bundan gayrimeşru para kazanılıyor?
Devlette bunlarla başa çıkamıyor.

Müesses nizam denilen mevcut sistem ve Cumhuriyet Halk Parti’nin altı oklu rejimi bunları “toplumun” genel dokusuna çağdaşlık adına enjekte edendir..

Ki toplum bir türlü kendini bundan arındıramıyor..
Gelen giden iktidarlar, mücadele etse de, gayretler hep nafile sonuç doğurmaktadır...

 “El mi yaman bey mi yaman” misaliyle yola çıkarsak burada “elin yamanlığı” ortaya çıkıyor.

Hani, inancımıza göre, tarihi kültürümüzün ortaya koymuş olduğu bir slogan vardı:

“bir gerçek var!”

İyilikleri yaşat, kötülükleri de yasakla…

Oysa ki tam tersine kötülükler yaşatılıyor, iyilikler yasaklanıyor…

En derin saygı ve sevgilerimle…