MUM IŞIĞINDA MI OTURALIM?

Evet sevgili okurlar!

Üç  günlük yazı serimize başlık olarak kullandığımız “Hani Adalet Mülkün Temelidir Diyorlar Ya!”  ifadesi yerine bugün de “MUM IŞIĞINDA MI OTURALIM?” başlığını kullanıyoruz.

Bilindiği üzere Türkiye maddi ve manevi olarak çok büyük sarsıntılar geçiriyor.

Maddi olarak düşünürsek ilk sarsıntı üç gün önce İstanbul’da meydana gelen 5.8 şiddetindeki deprem...

Ki bu deprem “bize her şeyi”  hatırlatıyor.

Depremin şiddeti adeta bas bas bağırarak, “ilahi bir ses” gibi uyarıyor.

Ve “Kendine gel ey Türkiye!” diyor.

Özellikle AK Parti’ye sesleniyor ve diyor ki:

“Yıllardan beri bu millet sizlere güvendi, oy verdi, iktidarda tuttu, fakat son zamanlarda, uygulamalarınız hayal kırıklığına uğratıyor...”

Devletin birçok önemli kurum ve kuruluşunda yapılan keyfiliğe dayalı rastgele uygulamalar, yetti dedirtiyor...

Başıboşluk, keyfiyet, rant, usulsüzlükler zinciri.. Rüşvet, görevi suiistimaller..

Ve zam üstüne yapılan zamlar..

Ki son halka, 15 günde bir elektriğe gelen zamlar...

Son zam yüzde 15...

Bu zam, halkı çileden çıkardı..

Nitekim dünkü Diyarbakır Söz Gazetesi’nin manşetinde büyük puntolarla kamuoyunun ağzından çıkan sözlerin yer aldığı haber, gerçekten çok düşündürücüdür.

Bu haberi köşemize aldık ve bu manşet aynen şöyle devam ediyor:

“Vatandaştan Elektrik zammına tepki”

Haber devamla şöyle diyor:

“Elektriğe ard arda zam yapılmasına tepki gösteren vatandaşlar, ‘Artık hiç elektrik kullanmayalım, mum ışığında mı oturalım?” diye sordu.”

Sanayi, ticaret, aile her ay başı zamlı elektrik faturalarıyla karşı karşıya…

Nerdeyse ticaret erbapları, sanayiciler işyerlerini kapatıp istihdamı durdurma düşüncesindedirler.

Ya da acaba elektriğin derdi çekilmiyor, jeneratörlerle mazot mu yakalım diye düşünüyorlar ama o da çok ağır bir fatura getirtiyor.

Millet ne yapabilir ki?

Tabi elbette ki bu tür önemli sorunlar soru olarak kamuoyuna yansıtılıyorsa, burada iktidar yani AK Parti, olup-biteni sorgulamalı ve kendini de çek etmesi lazım..

Çünkü, milletin canı yanıyor..

Başta ifade etmeye çalıştığımız gibi Türkiye “maddi ve manevi sarsıntılar” geçirmekte..

Maddi olarak İstanbul depremini hatırlattık... Ama yalnız bununla değil, ekonomiksel sıkıntılar zinciri de ardı ardına kesilmeden her gün daha beter bir hal alıyor...

İş çevreleri devletten hak ettikleri istihkaklarını alamıyor.

Alanlar da çok büyük zorluklar içerisinde “Ne koparsak kardır” misali hareket ediyor…

İşsizlik oldukça körükleniyor..

Sermaye sahipleri piyasadaki faizcilerin, tefecilerin ve bankaların acımasız faizlerine mi çalışsın ve gelen aylık zamlı elektrik faturalarına mı çalışsın?.

Halk bunu düşünüyor, hem de endişeli olarak düşünüyor…

Maddi olarak sıkıntı ve sarsıntıları buraya sıralarsak bununla sayfamızı doldururuz başka bir şey yazamayız.

Ama bunu burada birkaç cümleyle yetinelim.

Bir de manevi olarak toplumsal sıkıntıyı da dile getirirsek, her şey apaçık ortada..

Aile mefhumu kalmadı.

Toplumda, ülke çapında nerdeyse aile kavramı kalmadı.

İslam’ın kaide ve kuralları halka unutturuldu.

Aba ecdattan kalan kültür ve terbiye her gün biraz daha yok edilmektedir...

Televizyon ekranlarında ve sosyal medyada cinayetler zinciri, özellikle aile içerisindeki cinayetler, kadın erkeğin birbirini öldürmesi oldukça sıradanlaştı…

Ahlaki çürümüşlükler başını almış koşuyor..

Kadının “haya damarı” tahrip altında.. Bir kesim kadının “ar damarı” oldukça çatlamıştır...

Açık saçık bir şekilde, vücudunu sanki bir emtiaymış gibi teşhir ediyor.. Fütursuzca; kendini ifşa etmekten, çekinmiyor..

Yani, hayasızlık başını almış gidiyor.

Bunalım, ruhi çöküntüler, aile çürümüşlüğü, milleti “mum gibi” eritmektedir...

Bir yandan maddi, öbür yandan manevi zelzeler silsilesi yaşanıyor...

Hele bir de bazı kamu kurum ve kuruluşların bünyesindeki keyfi işlevler, rüşvet, suistimal, adam kayırma gibi olumsuzluklar başını almış gidiyor.

Devletin üç ana merkezini oluşturan yasama, yürütme ve yargı gibi önemli kurumları nerdeyse devleti temsil etme hali kalmamıştır.

İktidarla muhalefet birbirini yiyor.

İki gün önce meclis açılışı sırasında, Cumhurbaşkanımızın Meclise geldiğinde ana muhalefet vekillerinin Cumhurbaşkanı karşısında kalkmamaları kin ve nefretin Türkiye’de ne kadar kabarmış olduğunu bir  kez daha gözler önüne seriyor...

Kamuoyu karşısında iktidarla muhalefet o kutsal çatı altında bir biriyle kavga ediyor...

Laf ideolojisiyle birbirlerine salvo çekiyorlar..

Peki, olup biten karşısında halk ne yapsın, toplum ne desin?

Bakınız kaç gündür yazıyoruz, “Avukatlık” mesleğinin itibarını ayaklar altına alan, bazı çeteler ulu orta yerde cirit atıyor diye...

Yargının içerisine çöreklenen bu rant emperyalizmi; ülkeye ve millete apayrı bir hal yaşatmaktadır.

Kimse de inkar edemez, “yargıya” musallat olan bu kirli, kesimi!...

Adeta davacı ile davalıyı birbirine düşüren bir fitne unsuru haline gelmişler...

Mahkemeleri yalan dolan tanıkların uyduruk ifadeleriyle ve bilirkişilerin raporlarıyla yanıltarak “adil kararların” önüne geçiyorlar...

Verilen kararlar sürekli, tartışma konusu...

İşte bu kirli kesim karşısında der demez vatandaş; “Adalet Bakanlığı ne yapıyor?” gibi soruları sormak zorunda kalıyor..

İşte bundan dolayı halk, yani toplum diyor ki; “Güvendiğimiz dağlara kar mı yağdı acaba?..”

Gerçekten olaylar baş ağrıtıcı…

Kirlenme zirveye çıkmış baş döndürüyor, ama her alanda…

Bize göre bunun kurtuluş çaresi ve çıkış yolu AK Parti yeniden eski ilk kuruluş yıllarına ve misyonuna dönmesi lazım.

Aksi taktirde 15 Temmuz’daki yapılan başarısız darbe ihanetine karşı sokaklara dökülen halk, “Allah korusun yeniden böyle bir şey olsa tekrar o misyonla sokağa dökülecek mi? “ diye düşünmemek elde değildir...

En derin sevgi ve saygılarımla…