YA RAB SEN NE BÜYÜK BİR KUDRETSİN..!

Evet sevgili okurlar..!

Gerçekten kainat içerisinde olup bitenleri seyredip, yani temaşa edip düşünmemek insanlara değil, ancak ve hayvanlara mahsus olabilir.

Çünkü, insan, düşünmeye, tefekkür etmeye, olup biten olaylara derin bakmaya, akıl etmeye, öğrenmeye, öğretmeye yönelik mükelleftir ve sorumluluk taşıyan bir varlıktır.

Hal böyle olunca o zaman insan, normal insan olmaktan fazlasıyla insaniyeti Kübra (büyük insanlık) olan İslamiyet şerefiyle şereflenmiş değerli bir varlık olur.

Demek ki İslamiyet ve İnanç insanlığı insanlık mertebesinin en yüceliğine tırmandırıyor...

Ve İslam inancıyla kendini var eden insan, insanlık var olduğu müddetçe a-la’i illiğine (en yüksek zirvelere) tırmanmaya layık olur.

Buna da Ahsen-ül takvim denir...

İnsan yer yüzünün en güzel varlığıdır.. Bir değerdir.. Ve bu değeri en üst seviyelere taşıyan da, İslam’a olan inanç bağlılığıdır...

En yüksek mertebeler ona layıktır...

Aksi takdirde Esvelü-s safilin yani cehennemin en derin çukuruna yuvarlanmaya mahkum mukadder bir yaratık haline gelir...

***

Evet  sevgili okurlar!

Yazının başlığı ve kısa bir “insanlık” vasfının İslam’la şereflendiğinde; nelere kadir olabileceğini aktarmaya çalıştım..

Tabi ki, paylaşmaya dair gördüğüm lüzumun açılımı da, nedeni de şudur...

İran ve Amerika, diğer bir deyimle ABD ile İran’ın kavgası.. (!)

Bir hafta önce İranlı önemli bazı savaş örgütleri, yani diğer bir deyimle Devrim Muhafızlarıyla hareket eden Haşdi Şabi tarafından ABD’nin Bağdat Büyükelçiliği’ne sözde “işgal” operasyonu yapıldı...

Tabii ki bu işgal girişimi, rastgele bir  işgal hamlesi değildi.

Çünkü, herhangi bir öldürme, cinayet, zarar verme gibi bir durum söz konusu değildi..

Özetle bir gösteri idi...

Bu “gösterinin” hemen akabinde ABD Başkanı Trump meydan okudu..

“Vay seni gidi İran, sen misin benim Bağdat Büyükelçiliğime operasyon düzenliyorsun. Bunun karşılığını sana ağır fatura ederim(!)” narasını attı..

48 saat sonra, iki tane kilit noktadaki general, Bağdat’ta öldürüldü.

Birisi İran Devrim Muhafızlarının başında olan General Kasım Süleymani...

Diğeri de Haşdi Şabi denilen örgütün Genelkurmay Başkanı El Mühendisi...

İran’ın bu önemli iki komutanının ABD tarafından infaz edilmesi, tüm dünyada çok büyük yankı yaptı.

Adeta İran’ı mağdur ve mazlum durumuna getirdi.

***

İşte bu noktada; “Ya rab sen ne büyük bir kudretsin!” ifadesi büyük anlam içerdiği gibi ders-i ibret açısından da değer, almaktadır...

Şöyle ki...

Kainat içerisinde, herhangi bir zalimin mazluma karşı yapmış olduğu zulümden dolayı, er yada geç illa ki ne pahasına olursa olsun karşılığını görecektir, hak ettiği cezayı alacaktır...

Ve bu faturayı Yüce Allah ona “en dehşetli”bir  şekilde ödettirecektir.

Kasım Süleymani’nin İranlı bir sorumlu General olmakla beraber daha üç beş yıl önce Halep Kasabı olarak adlandırılmış bir İran Generali idi.

Niye Halep Kasabı demişlerdi ona?..

Çünkü Suriye hükümeti başlı başına Sünni bir devlet olmamakla beraber, tümüyle Şia mezhebinin bir kolu olan Nusayri mezhebine bağlı bir yönetim vardı.

Beşar Esad’ın batı emperyalizminin görevli bir piyonu bir ajanı olduğu her attığı adımda kendini ele veriyor zaten.

Ki, yerle gök de buna şahittir.

İran ise sadece Suriye hükümetinin Şia mezhebinin bir koluna mensup olma hasebiyle, hep yanındaydı…Hala da yanındadır..

Hz. Hüseyin’in kızı Zeynep’in kabrinin, Halep’te olması nedeniyle, İran yönetimi buradaki Sünnilere hep diş biliyordu...

Gerekçe sözde Sünniler, Hz. Zeynep’in kabrine zarar verebilecekler diye..

İşte bu bahaneyle, en ağır bir şekilde İran ordusu, Halep’te çok büyük bir katliam yaptı..

Burada masum insanların kanını döktü... Üç dört milyon insan evinden barkından edildi... Ki hala da o ıztırap, o insanlık dışı edepsizlik devam ediyor.

İşte bu edepsizliğin başucunda duran da İran’dı, Haşdi Şabi’nin komutanlarından General Kasım Süleymani idi!..

Bu olayın sebebi mucibeside; İran’ın ABD ve İsrail’le kavgalı olarak gösterilmesi ve İran’ı mağdur duruma getirip Şia mezhebini de daha parlayan bir ideoloji haline getirmektir...

Planda bu ideolojiyi, başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu’daki Sünnilere karşı harekete geçirmektir..

Yani Şia mezhebi ile Sünnilerin birbirine kırdırılmasıdır...

Gaye, Türkiye’yi de; “bu ateş çemberinin” içerişe alıp, Ortadoğu’da “Mezhep çatışmasını” yaratmaktır…

Zira İran, çok sinsi bir devlet olmakla beraber, tarih boyunca Şia mezhebini yani A’li Beyt’in gölgesine sığınarak, istismar ederek kendini yeryüzünde ciddi bir devlet olarak göstermeye çalışmıştır...

İran tarihin hiçbir evresinde, batının tek bir devletiyle, direk çatışmamıştır, savaşmamıştır..

Kesinlikle batı dünyasına karşı ve ABD’ye karşı silahlanmamıştır..

Kavgalı görüntü verilmişse de; özünde “danışıklı döğüş” olmuştur...

Şuan naralar atılıyor.. “İntikam intikam” diye.. İnanın ki, boş manevra..! Bir kavgaya, bir çatışmaya girecekleri düşüncesinde değilim.. ki intikam alacaklarına da pek ihtimal vermiyorum…Olsa da göstermelik olacak!...

***

Gelelim, Türkiye’nin hal-i vaziyetteki, yerine!...

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, hiç tartışmasız ki, tüm dünya devletlerine karşı uyguladığı siyaset, iktidara geldiği tarih itibariyle hep zirvelerdedir.

İster ABD olsun, ister Rusya olsun, ister İngiliz olsun, ister Fransa olsun isterseniz Almanya olsun…

Fark gözetilmeksizin, Sayın Erdoğan hiç kimseye bugüne kadar eyvallah dememiştir ve eyvallah demeye de niyeti yoktur..

Bu itibarla Pensilvanya’daki FETÖ denilen hain unsur da elbette ki, dün olduğu gibi bugün de rahat durmuyor ve durmayacaktır...

Hem Amerika’yı, hem Rusya’yı hem de İran’ı Türkiye’ye karşı fitillediğini de bilmeyen yoktur!...

Bu da, hiçbir şekilde görmezlikten gelinemez.

Evet nerdeyse bundan bin yıl önce Yavuz Sultan Selim Avrupa’nın en ücra kıyılarına kadar savaşıp fütuhat üstüne fütuhat yapmıştı...

Bu tarihte bile Sünnilere karşı rahat durmayan, Sünnilerin Safavi Devleti’nin başında bulunan Şah İsmail isimli sözde bir lider Türkiye ile savaşmak ister...

Türkiye’nin Doğu illerini almak üzere harekete geçer…

Yavuz Sultan Selim, Avrupa’daki savaşı yerinde bırakır geri döner...

Gelir o Safavilerle savaşmaya başlar...

Allah yardım eder ve  Safavilere karşı galip gelir..

İran’ın Türkiye’ye karşı kini, tarihin derin takviminde ve sayfalarında, yer edinmiştir..

Ki, İran hala o kinin peşindedir ...

Dolaylı yollarla Türkiye’nin başına mekir, hile, oyun tezgahlamaktan, dün olduğu gibi bugün de geri kalmıyor.

Bunu da ancak ABD ve İsrail’i kendine saldırtmakla kendini mağdur gösterip Ortadoğu’da büyük bir devlet haline gelme senaryosunu, hayata geçirmektedir...

Oyun içerisinde oyun...

Nitekim değerli dostum, deneyimli kalem sahibi Yusuf Kaplan da, bizim bu düşüncelerimizi teyiden “İran, mazlum duruma düşürülerek önü açılıyor... Bin yıl önceki oyun tekrarlanıyor!” başlıklı kaleme aldığı yazı, çok şey söyletiyor...

Yazıyı bir bütünlük içerisinde sizinle paylaşmak istiyorum…

***

Yazı aynen şöyle:

“Yazının sonunda kuracağım cümleyi başında kurayım: Türkiye’nin tam da Doğu Akdeniz’deki kuşatmayı yarayacak büyük stratejik adımlar attığı sırada, Bağdat’ta ülkelerinde mitolojik kahraman olarak görülen İranlı generallerin öldürülmesi hiç de tesadüfî değil.

Batılıların hedefi, İran’la Türkiye’nin kapıştırılmasıdır!.

Türkiye, bu oyuna gelmedi.

İran, fırsat kolluyor.

Bütün yapılanlar İran’ın önünü açmaya dönük uzun soluklu operasyonlardır!

Bin yıl önceki oyunun zeminini hazırlamaya çalışıyorlar!

Bin yıl önce ne olmuştu peki?

Bin yıl öncesine gitmeden önce, bugünlere nasıl geldiğimize yakından bakmakta yarar var.

Humeyni, Paris’ten uçağa bindi, Tahran’a indi. İran’da bölgedeki dengeleri değiştiren bir devrim gerçekleştirdi.

İran Devrimi, Batılıların bütün o “İran, haydut devlettir” şeklindeki retorik / içi boş söylemlerine rağmen, yok edilmedi; aksine kökleşti, kökleştirildi.

İran’ın önü açılırken, Sünnî dünya, paramparça edildi, cehenneme çevrildi.

Humeyni’nin devrim yapmasına göz yumanlar, Mısır’da İhvan’ın Mursî hükümetine darbe yapmaktan çekinmedi.

Yetmedi, Mursî, hapiste, yargılanırken, mahkeme heyetinin önünde, canlı canlı ölüme terkedildi!

Düşünsenize: Adaletin, dolayısıyla vicdanın temsilcisi bir kurumun mensupları, gözlerinin önünde, mahkemenin ortasında Mursî’nin herkesin önünde can vermesine ses çıkarmadı, aksine, Mursî’nin ölümünü seyretti!

İnsanın nutku kesiliyor gerçekten!

Bu cinayeti, İhvan / Mursî yönetimi işleseydi, dünyayı başına yıkarlar, İslâm’a etmedikleri hakareti bırakmazlardı!

ŞİÎ-SÜNNÎ ÇATIŞMASI VE İRAN’IN ÖNÜNÜN AÇILMASI

Bu satırları yazarken, en küçük mezhebî bir saplantıyla yazmadığımı söylememin bir anlamı olur mu bilemem. Ama önyargıyla, saplantıyla okuyacak kişiler olduğunu biliyorum.

Önce şunu bilelim: İki asırdır, özellikle de Osmanlı’nın durdurulmasından bu yana, İslâm dünyası özne değil, kendi başına hareket edecek bağımsız aktörlerden de, istiklâlden de yoksun.

İkinci olarak, Batılılar, tarih boyunca, özellikle de modernite sürecinde, İranlılara hep Arî ırk olarak baktılar, İranlılarla Avrupalıların Arî ırka mensup olduğuna inandılar.

O yüzden Batılılar, İran’ı her zaman arkaladılar; İran’ın önünü her zaman açtılar.

İslâm dünyasını tam ortadan ikiye yararak bir daha ayağa kalkmasını imkânsızlaştıracak büyük bir darbe vurmak için İran’ın önünün açılması gerekiyor!

O yüzden İran’da devrim yapılmasına göz yumuldu ama Sünnîliğin en güçlü iki kalesinden Mısır’da İhvan yönetimine darbe yapılarak ölümcül bir darbe vuruldu, Türkiye’de ise 15 Temmuz darbe ve işgal saldırısı yapıldı.

Bunun için de Şiî-Sünnî çatışması çıkarılması gerekiyor.

 “Halep kasabı” olarak adlandırılan Kasım Süleymanî ile Irak’ta, Suriye’de ürpertici cinayetlere imza atan Haşdi Şabi başkan yardımcısı el-Mühendis, Bağdat’ta Amerikalılar tarafından öldürüldüler.

Her şeyden önce, Amerikalıların bağımsız bir ülkede, Irak’ta böyle haydutça cinayetler işlemelerini şiddetle kınadığımı hatırlatmak istiyorum.

İran varlığını İsrail’e, İsrail de varlığını İran’a borçlu. İkisi birbirini besledi.

O yüzden DEAŞ sadece İsrail’e ve İran’a saldırmadı!

Çok büyük bir oyun sahneleniyor İslâm coğrafyasında.

ASIL HEDEF TÜRKİYE!

Şiî-Sünnî çatışması için her tür stratejik adım atıldı son iki asırda.

İki asır, üç asır sonrasını hazırlıyorlar!

İslâm dünyasını toplayacak güç haline getirmek istiyorlar!

Türkiye’nin önünü tıkamak bu.

Bin yıl tarihi biz yaptık çünkü esas itibariyle...

Tarihi, tarihî dengeleri altüst etmek istiyorlar!

Böylelikle hem İslâm dünyası aslâ toparlanamayacak; çünkü Şiî azınlık İslâm dünyasına hâkim kılınacak: Zaten Arap dünyasına hâkim şu anda! Bu başarıldı.

Hem de İslam dünyası istikrarlı istikrarsızlığa mahkûm edilecek: Birbiriyle boğuşturulacak, sonsuza kadar.

Bunları göremiyor insanlar.

Günübirlik bakıyorlar!

Elbette ABD saldırısı kabul edilemez.

Ama çok büyük bir tezgâh bu, İran’ı mazlum duruma düşürerek İran’ın önünü açmak için oynanan büyük bir oyun!

O yüzden Türkiye, İran’ı karşısına almamalı.

Batılıların asıl büyük hedefleri, İran’la Türkiye’yi kapıştırmak!

Tam biz Doğu Akdeniz’de büyük bir stratejik atak yapmışken, Batılıların oyunlarını başlarına yıkmak üzereyken, İran’ı mazlum duruma düşürerek İran’ın önünün açılması ve Türkiye’nin oyunun içine çekilmeye çalışılması!

Türkiye, bu büyük tezgâha düşmedi şimdiye kadar, İran’la güçlü ilişkiler kurarak İran’la kapıştırılma oyunlarını püskürttü!

Çıldırıyor emperyalistler!

Şundan adım gibi eminim: İran’la Türkiye kapışırsa, İran’ı destekler Batılılar!

Böylelikle bin yıl önceki tarih tekerrür eder: Dün, biz Sünnîler olarak Haçlılarla boğuşurken, İranlılar / Şia bizimle boğuştu.

Tarihte yaşanmış bir örnek bu.

Bunu aynen tekrarlamaya çalışıyor Batılılar.

Suriye’de görüyoruz: DEAŞ’ın vurmadığı iki ülke var: İran ve İsrail!

Oynanan oyunun büyüklüğünü görmek için sadece bu kâfidir.”

En derin saygı ve sevgilerimle...