HUKUKSUZ VE ADALETSİZ DEVLET YAŞAYAMAZ!?

Evet sevgili okurlar!

Bugünkü köşemizin sohbet analizi; “hukuk ve adaletle” ilgili olacaktır...

Başlık olarak kullandığımız ifadenin muhtevası yani kapsamı bu minvalde, çok anlamlı ve ivedi bir müdahalenin gerektiğini de dile getirmektedir..

Yani, bir yerlere aynı zamanda "bu yazı" bir göndermedir...

Keşke bu ifadelerimizi anlayıp uygulamaya koysalardı ki “toplumsal bir hukuk ve adalet anlam” teşkil edebilseydi!?..

Zira antidemokratik, hukuksuz ve adaletsiz bir ülkenin varlığı, yaşam şansı söz konusu olamaz...

***

Bakınız, Yeni Şafak gazetesinin yazarlarından deneyimli kalem Yusuf Kaplan’ın “Peygambersiz din, cemaatsiz cami, ailesiz cemiyet yaşayamaz!” başlıklı yazısı, kaleme almış olduğumuz mevzuuyla birebir örtüşmektedir...

Çünkü, “Peygambersiz Din, Cemaatsiz Cami, Ailesiz Cemiyet Yaşayamaz!” ifadesi şayan-ı takdirle karşıladığım gibi; herkesin de bu minvalde, değerlendirmesi gerekitiğini söylemekteyim...

Nitekim, Türkiye’mizin, özellikle devletimizin ve milletimizin derin yaralarına çok önemli bir şekilde "teşhis" koymaktadır...

Nasıl ki, "Peygambersiz bir din, cemaatsiz bir cami, ailesiz bir cemiyetin yaşam şansı olmadığı" gibi, biz de ilaveten diyoruz ki, “hukuksuz, adaletsiz, istikametsiz” bir ülkenin yaşama şansı söz konusu değildir.

Ve o “yaşam” şansı da tez be tez elde edilemez, yakalanamaz...

İlla ki milli bir gayretle, milli bir şeref ve haysiyetle, toplumsal bir benliğe dönmekle, mümkün olabilir...

Bin yıllık bir tarihe, bir kültüre, bir inanca sahip olan bir toplum, bugün derinden derine ihlasla, samimiyetle değil, yüzeysel kavramlarla millet aldatılmaktadır..

Ki bu aldatmalarla, ülke bir arpa boyu kadar da ilerleme sağlayamaz...

Aslına bakılırsa Peygamber (S.A.V.)demek, cami demek, aile demek, inandığımız yüce Kur’an-ı Kerim’in temel esasları ve ana gerçeği demektir...

Bu gerçeği de yeryüzüne öğreten efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V.)’dir.

Elbette ki o yüce Peygamber (S.A.V.)’in getirdiklerinin baş ucunda da “adalet ve hukuk” vardır.

Hukuka dayalı adaletin bulunduğu bir yerde zulmün karanlığı, küfrün bataklığının varlığı, söz konusu olamaz...

Çünkü barınamaz!

Zira adalet demek mülkün temeli demektir.

O yüce İslam halifesi Hz. Ömer (R.A.)’nin dediği gibi..

 “El adlü esasül-mülk!”

Yani, “Adalet Mülkün Temelidir”

Evet!

Kısacası, sohbetimize ana başlık olarak, “hukuk ve adalet” dedik...

Derinden derine gerçekleri burada her zaman olduğu gibi yine kaleme alacağız…

Hakikaten Türkiye, özellikle devletimizi yöneten kadro, her ne pahasına olursa olsun bu yaşamı, beka ve idame şansını yakalayabilmesi için o yüce peygamberin çizdiği Kur’an projesinden ayrılmaması gerekir ve onu tatbike geçirmesi lazım...

Yani toplumun yedisinden yetmişine kadar hepsine, o yüce mananın enjekte edilmesi gerekir.

Bakınız sevgili dostlar!

Dün Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatının 81’inci yıldönümü devletçe anıldı.

Devlet Anıtkabir’deydi.

10 Kasım 1938’de saat 09.05’te hakkın huzuruna yürüyen Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın vefatını, anma günü olarak ele alırsak, elbette ki milli mücadelemizde, yani istiklal savaşımızda başkomutan olarak düşmanlara gereken tarihi ibret dersini vermiştir...

Nitekim o tarihi zaferi milletiyle beraber elde etmiştir ve gazi ünvanını alan bir devlet büyüğü olarak tarihe geçmiştir.

Cumhurbaşkanımız sayın Recep Tayyip Erdoğan, dünkü 10 Kasım Atatürk’ü anma törenindeki konuşması da hayli dikkat çekiciydi...

Erdoğan şöyle konuştu:

“Cumhuriyeti yüceltmek için tüm tarihimizi yok saymaya kalkanlar bize göre kendi geçmişlerinden utananlardır.

Gazi Mustafa Kemal'in hizmetlerini anlatmak için ondan önceki tarihimize kin kusanlar, Atatürk maskesi takarak bu millete olan husumetlerini gizlemeye çalışıyorlar.

Hayatları boyunca Türkiye'nin büyümesi, kalkınması, gelişmesi için tek bir çivi dahi çakmamış kişilerin ağızlarından çıkan Cumhuriyet ve Atatürk sözü koskoca bir yalandan ibarettir.

Hala aynı kafa ile kendi tarihine, kültürüne küfretmeyi maharet sananların ortada dolaşıyor olması henüz işimizin bitmediğini gösteriyor. Tarihimize husumet besleyen son müstevli kafalıyı da aydınlatmadan bu mücadelemiz bitmeyecektir...”

 Cumhurbaşkanımızı bu tarihi konuşmasından dolayı can-ı gönülden tebrik ediyor, kutluyor, en derin saygı ve sevgilerimizi sunuyoruz...

Bugüne kadar, yani kurulan cumhuriyetimizin 96 yıllık zaman dilimi içerisinde, Cumhuriyeti, Atatürk’ü, laikliği dillerine sakız edip dokunulmazlık zırhına bürünerek Atatürk’ü ve Cumhuriyet’i en büyük çapta istismar eden nice müstevlileri gördük...

17 yıldan beri iktidarda bulunan AK Parti’nin başındaki Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a rağmen hala da o pis, kirli müstevlilerin siyaset bezirganlarının madrabazlığından Türkiye bir türlü kendini kurtaramıyor ve kendine de gelemiyor.

Ekonomisini ilerletemiyor…

Başta üniversiteler dahil olmak üzere tüm milli eğitim kurum ve kuruluşlarının yetiştirdiği kadroların ekseriyeti, ne yazık ki milli olma “kültüründen” uzaklar...

Ha keza; Hukuk ve Adalet dediğimiz mekanizmanın mevzuatları dahil.....

Yargı mercilerindeki yapılan bazı yolsuzluklar, adaletsizlikler, hukukdışılıklar başını almış gidiyor.

Adaletin hukuksal paralelde vermesi gereken kararların kaçta kaçı “adil...”

Adaletin üçüncü sac ayağı durumunda olan savunma erkindeki önemli barolara mensup rantiyeci bazı avukatların sergiledikleri tutum; kabul edilir değil...

Sözde bir savunma ayağındayken o adalet cübbesini istismar ederek kişisel para ve rant kazanmak için hep “akı kara, karayı ak” olarak gösteriyor.

Gerçeği ve hakkaniyeti ifade etmesi gerekirken,  batılı ve haksızlığı, yani caniyi masum, masumu cani gösterebilecek kadar “savunma kutsallığına” halel getirmektedir.. Kimliğinden, mecrasından, samimiyetinden, uzaklaştırıyor..

Ki bunlar, devlete vergi vermemek için enva-i türlü hile, oyun ve tezgah kuruyorlar... Kayıt dışı haksız yere kişisel kazanç sağlıyorlar.

Ama ne yazık ki vergi daireleri, onları görmüyor?

Bunu da hatırlatmadan geçmek istemiyorum...

Özellikle Diyarbakır Barosuna bağlı bazı avukatların iş mahkemelerini seçmeleri ve gerçek kanıtlayıcı delilleri yok etme pahasına mahkemeleri yanıltmaya çalışarak uyduruk yalancı tanıkları ihdas edip istihdam yaratan, iş potansiyelini genişleten iş çevrelerini, adeta “sülük” gibi, emme gayreti içerisindedirler...

İstihdamı kösteklemek, işvereni “işveren” olmaktan, soğutup, terk etmesine sebebiyet vermektedir..

Bunu da, üç beş tane vurguncu, çapulcu, yalancı hırsız tınnetindeki kişileri “birbirine tanık göstererek” iş çevrelerini sorguluyorlar.

Ne yazık ki, tüm bunlar hukuk ve adaletin “savunma” erki ayağıyla, yapılıyor..

Aynı zamanda, bölgedeki iş potansiyelinin de oldukça azaltmasına neden oluyorlar.

Bu bölgede artık nerdeyse iş adamları istihdamdan geri çekiliyorlar..

Bazı terör odaklarıyla iç içe çalışan bu tür vurguncu rantiyeci şebekeler ne yazık ki bir hukuk devleti olan Türkiye’de rahatlıkla Adliyelerde cirit atıyorlar.

İşte tüm bu yaşanan vahim hadiseler zincirine ilişkin, “Hukuksuz ve Adaletsiz Bir Ülke Yaşayamaz” ifadesini, yazımıza başlık olarak kullanmayı tercih ettik.

Ve dedik ki antidemokratik hukuk dışı yapılan işlemler o ülkenin "başını badirelere" sokmaktan başka bir iş değildir.

İşte hali alem meydandadır.

Cumhuriyetimizin kuruluşundan günümüze dek bir türlü kendine toparlayamayan devlet, yakasını terörün pençesinden de kurtaramıyor...

Bu hal devam ettiği müddetçe hiçbir anma töreni ya da kutlama törenleri bizi bir yere götüremeyeceği gibi, bir süre sonra “anma yerine yandım anam” demeye başlayacağız...

Velhasıl, halimize yanalım ki ona göre; Atatürk’ü analım…

En derin sevgi ve saygılarımla…