KAFAMA TAKILAN SORU?..

Evet, soru "cani evlat" vakıasından dolayı kafama "acaba" olarak takıldı… Öncelikle, haberi okudunuz mu, okumadınız mı bilmiyorum.. Ki, haftasonu yazımda, kısm-i olarak, mevzu etmiş, Söz Gazetesi’nde "Cani evlat" başlığıyla, duyurmuştuk..

***

Yazımda, dört kardeşin "siyanürle" intihar etme vakıasını da ekleyerek meselelere dair "ideolojik ve siyasi" bakışla, debelenme halimize dikkat çekmiştim. Kafama takılan soruya dair, olayla ilgili kısa bir hatırlatma yapalım!…

***

Olay, Bağlar'da, geçtiğimiz Perşembe akşamı yaşandı... Şiyar isimli 21 yaşındaki genç, babası Mehmet Fesih'i uykuda, bıçakla önce boğazını kesiyor, sonra 15 yerinden de bıçaklayarak, öldürüyor…

***

Baba katili evlat Şiyar, cinayet sonrası üç saat cesedin başında bekliyor.. Sonra en yakın karakola gidip "ben babamı öldürdüm" diyerek teslim oluyor.. Polis eve gidiyor, kapı açık, kimse yok, yatak odasında kanlar içerisinde bir ceset!.. Şiyar'ın ihbarı doğru, "Baba Mehmet Fesih ölmüş.."

Tabi, polisin, gelmesi, ambulansla cesedin hastaneye taşınması, komşu, mahalleli, aile fertleri olaydan böylece haberdar oluyor…

***

Denilene göre; Şiyar 10 gün önce evden kaçmış Adana'ya gitmiş!.. İnşaatlarda çalışan baba da, "öldürüleceği" gecenin gündüzünde, Adana'ya gidip, onu getirmiş… Gece, iddiaya göre baba-oğul arasında tartışma çıkmış.. Baba daha sonra, uyumak üzere yatak odasına geçip, uyumuş,.. Cinayet te uykudayken yaşanmış..

***

Ancak, "sır dolu" olan gece, anne ve iki oğlu olay esnasında evde değillermiş?.. İşte bu nokta, doğrusu fena bir şekilde "şüphe uyandırıcı soruyu" ikmale getirdi.. Neden; evde değillerdi?..

***

Şöyle ki, "21 yaşındaki oğulları, 10 günden beri evde değil, Adana'ya kaçmış. Dile kolay baba gidip onu bulup, eve getirmiş.. Ne var ki, o gece kimse evde yok.. Baba ile oğul tek imiş?"…  Yoksa tek mi bırakılmışlardı?

***

Tabi, sorunun ve sırlar içeren "cinayetin" detayını ve cevabını, emniyetin yürüteceği soruşturma, neticelendirecektir.. İş; "Psikolojikten" öte diye şüpheye düştüğümü ifade etmek istedim… Benimkisi gazetecilik kuruntusu diyelim!

***

TOPLU İNTİHARLAR..

Önceki gün, İstanbul, dün de Antalya'da.. Peş peşe, "iki aile" yok oldu. İstanbul’da 4 kız kardeş, Antalya'da ise, 4 kişilik bir aile.. İkisi çocuk, eşi ve kocası.. Onlar da; "siyanürle" intihar etmişler..

***

Peş peşe, yaşanan "intiharlarla" ilgili, söylenecek ve üzerinde durulacak iki önemli nokta var.. Aksi takdirde, "toplu intiharlar" domino etkisi yapar ki, maazallah nice "toplu intiharlarla" yüz yüze gelebiliriz..

***

Onun için, aman ha aman diyerek; "özendirici ya da normalmiş gibi" ifade ve söylemlerden, kaçınalım; "bu ülkede yokluktan dolayı insanlar intihar ediyor" ya da "millet yoksulluktan kurtuluşu, intiharda buluyor artık" ideolojik ve siyasi hüküm verme dilinden, uzak olunmalı…

***

Öncelikle, Siyasal iktidar "ivedi bir sorumluluk" yüklenerek, "sosyal devlet ve sokak, aile sahiplenilmesi" noktasında, "seferberlik" başlatmalı… Yani sorumlu bir dil, sorumlu bir mekanizma, sorumlu bir "irade" aktifliğiyle, "yaşananlar" irdelenmelidir.. Muhalefette aynı "dille", takipçi olmalıdır…

***

SAĞLIK MÜFETTİŞ ABLUKASINDA!…

Yine mi!?.. Maalesef diyeceğim; yine Diyarbakır'daki "Sağlık Kurumları" hafta itibariyle, "Bakanlık Müfettişleri" tarafından, son iddialar kapsamında abluka altında.. İnceleme, hafta başı itibariyle başladı..4-5 kişilik bir ekip.. Peki kaçıncı bu inceleme, ya da kaçıncı "müfettiş" geliş-gidişi.. Sayısını bilmem.. Ama kurum yetkilileri biliyordur, iki elin sayısını geçtiğini..

***

 

Tabi ki son iddialar hayli ciddi.. Göz ardı edilir, ya da hasır altı edilir değil… Mesela, Kadın Doğum Hastanesi'ndeki "gizemli" bebek ölümleri.. BAD-DER  bir kaç kez, basına taşıdı.. Son olarak da, yargıya götürmüştü; "40 bebek" nasıl öldü, diyerek "Suç duyurusunda" bulundu… Müfettişler beri yanda, Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesi ve İl Sağlık Müdürlüğü bizatihi merkezinde incelemelerde!!…

***

Neyse; ne çıkar derseniz?.. Öncekilere bakın derim.. Lakin aldığım bilgilerin verdiği güven açısından, mevzuu "havanda su dövmeden" ibaret sözünü şimdilik kısm-i olarak da, askıya alıyorum.. Belki bu kez; "müfettişler" politik ve siyasi nüfuz ediciliğin "baskısına" eyvallah demez!… Bekleyip görelim..

***

ARINÇ'A DAİR BİR YANLIŞ, BİR DOĞRU!…

Öncelikle, Bülent Arınç mevzuunu yeniden dilendirirsek, son çıkışı iki eksende fena bir "infial" üretici oldu.. Bir yanlış ve bir doğrunun "itirafı" da diyebiliriz… Şöyle ki..

***

BİRİNCİSİ.. FETÖ'nün "silahlı terör örgütü" olduğunu, 16 Temmuz'da anladığını söylemesi Arınç açısından "bir facia.?".. Hele ki, FETÖ'ye dair 17-25 Aralık dahil olmak üzere, 15 Temmuz gecesine kadar geçen zaman dilimindeki; "ihanetliklere" inanmayışı.. Damadının, 15 Temmuz sonrası, düşen maskesi.. "Üç günde beraat kararı" alması, algısı.. Melik Gökçek ile olan, polemiği…

***

Parti treninde "inip-binenler" kervanında yürüdüğü sıradaki "farklı çıkışları", Arınç'ın, parti içerisindeki, hayli "itibar" kaybını facia şekilde yaşadığı herkesin malumudur.. Öyle ya "Abilik" vasfı kalmadı.. Yoksa, son çift başlıklı "faciasından" sonra, "bu adam da kim" denilmezdi?.. Erdoğan da beyanını "esefle karşıladım" demez idi… Yani; Arınç şahsiyetinde "bu bir faciadır.."

***

İKİNCİSİ… "KHK'lar bir faciadır" çıkışı da iki yönlü bir arıza-i durum içeriyor.. Şöyle ki, KHK'lar FETÖ gibi bir yapıyla mücadelede, facia değil, zaruriydi.. Yoksa, baş edilmesi, bırakın paralel devlet yapılanması, bir millet oluşturma noktasında ilerleyen yapıyla, ancak "ivedi, hızlı ve sonuç getirici" bir zaruriyet, hasılında KHK kaçınılmazdı..

***

Ama şu ayrıntı, hassasiyet içeriyor.. Ki bunda, herkes hem fikir.. "Sapla saman", "at izi it izine" karıştı gibi; "hakikat" göz ardı edilemez.. Eğer ki, Arınç'ın damadı, örgütün "temsilci" sivil oluşumun başında ise, KHK hükmü kapsamına girmiyorsa, başkası FETÖ yapısının "kapısının" önünde geçtiği için.. Oğlu okullarında okuduğu için, ya da yıllar önce "bankasında" hesabı olduğu için; KHK kapsamında "kapı önüne" konuluyorsa..

***

Dahası!… 15 Temmuz değil, 17-25 Aralık da değil, öncesinden "ilişkisini" kesmiş, 2015 itibariyle "hiçbir bağı" olmamış insanların, FETÖ ile iltibaslı denilerek, "iş, aş, imkan, devlet kapısı" tamamen, yüzlerine kapanıp "sakıncalı" hale düşürülüyorsa; işte burda "büyük bir facia" vardır.. Buna, eğilim gösterilmeli.. 107 bin kişi "işinden" olmuş…

***

Sonuç itibariyle, neyse diyerek, "kimin söylediğinden çok ne söylediğine" odaklanırsak; bence meram daha bir anlaşılır olur.. "KHK bir faciadır" demekten çok "KHK'yı bir faciaya" dönüştüren, zihniyet ve yapılara, odaklanılması gerekir.. Çünkü, bir çok kişiyi dinliyoruz, yazılan çizilenlere bakıyoruz; "FETÖ'ye veryansın" eden çok sayıda kişi, "bu leke" altında, zindan hayatı yaşıyor..

***

Bu minvaldeki serzenişleri, dile getiren bir dostum şunu demişti!.. Bir gün gelecek, yargı önünde "temize" çıkan, beraat alan, hatta "soruşturmaya yer yok" noktasında, Adalet'in belgesini almış, ama "KHK’yı uygulayan" politikanın zevatı yüzünden, "mağdur" olanlar, tıpkı 12 Eylül darbesinde "mağdur" edilen ve 1402 olarak, bilinen hal-i durumdaki "ihraçlar" gibi, anılıp-konuşulacak…

***

İşte; KHK üzerinde yürütülen politikanın "zırt" dediği nokta burası!… Buna kafa yorulmalı?…

***

ATATÜRK'Ü ANIYORUZ…

Dün saygıyla, sevgiyle, rahmetle andık… "Ölümünün" 81'inci yıl dönümünde Atatürk'le alakalı konuşulan konuşuldu, yazılan yazıldı, söylenen söylenildi… Bence söylenecek ve idrak edilecek olan; "madem ki ülkenin kurucusu" herkesin "zihninde" sorgulayacak tek nokta olmalıdır…

***

Atatürk'ü, "ister putlaştırın, ister sevin, ister sevmeyin, ister eleştirin" her ne yaparsanız yapın; ama "onu anlamaya ve öğrenmeye, bilmeye" çalışın… Tek bir "pencere ve gözle" bakmak, "hiziplikten" öteye iki eksenli kutuplaşma gibidir.. Ne yazık ki, 81 yıldır aynı trendeyiz!

***

GÜNÜN SÖZÜ

Yoksulluk, bütün acıların beşiğidir…