DEĞERLER PERSPEKTİFİNDEN GÜNÜMÜZ AİLESİNE ANALİTİK BAKIŞ

 “Ailelerimiz neden çatırdıyor?” sorusunun cevabı , “neden çatırdamasın ki?” sorusudur.

Şunu demek istiyoruz: Meselâ herhangi bir yapıyı ayakta tutan unsurlar, göz göre göre varlığını yitirmiş veya işlevselliğini kaybetmişse ve bundan dolayı söz konusu yapı sarsılıp yıkılmışsa, “durup dururken bu yapı niye yıkıldı ki?” şeklinde bir soru sormak, abesle iştigal etmektir.  Binâenaleyh gerek çekirdek ailelerimiz gerekse topyekûn insanlık ailesi, fertlerden müteşekkil olduğuna göre; ferdi ayakta tutan değerler neyse, aileyi veya toplumu ayakta tutan da odur. Buna mukabil; manevi olarak ferdi yıkan neyse, aileyi yıkan da odur. Bu itibarla; ailenin çöküşüne derman ararken, fertlerin hem faziletlerini hem de zaaflarını göz önünde bulundurmak zorundayız.

Fert olarak insanı tanımaya çalışırken Mülk Suresinin 14. Ayetini ihmal edemeyiz: “Yaratan, bilmez olur mu hiç!” Yani insanı tanımak için insanı yaratana müracaat etmek en akıllıca iş olsa gerektir.  Ailelerimizin dağılmaya başlamasının sebepleri üzerinde sosyolojik, psikolojik ve ekonomik pek çok analizin yapıldığı bilinmektedir. Bu yazımızda tüm bu çalışmaları bir tarafa bırakarak, insanı en iyi okuyan Kur’an-ı Kerim cephesinden olayı incelemeye çalışacağız. Buna göre;

İlk aile sıkıntısı yaşayan kişi, aynı zamanda ilk insan olan Hz. Âdem’dir. Söz konusu ailenin, Cennet veya cennetvâri bir hayattan mahrum kalmalarının ana sebebi, bir anlık gaflet sonucu Allah’ın “yasak ağaç” konusundaki emrini ihmal etmeleridir. Demek ki; ailelerin sarsılmasına sebebiyet veren ana etken, bilmeyerek olsa bile Allah’ın emrinin ikinci plana atılmasıdır. Diğer bir sebep ise, kanaatte meydana gelen zedelenmedir. Eğer Allah’ın kendilerine peşin olarak verdiği bolca nimetlere karşı tam anlamıyla kanaatkâr davranmış olsalardı muhtemelen şeytanın oyununa gelip gözlerini başka şeylere dikmeyeceklerdi. Nitekim günümüz şartlarında aileleri temelden yıkan en önemli etkenlerden biri kanaatsizlik dolayısıyla tatminsizlik duygusu değil midir? Üçüncü neden ise kıskançlıktır. Nitekim Kabil’e kardeşini öldürten duygu, onun gözünü kör eden kıskançlık duygusudur. Eğer hasedinden bu denli kör olmasaydı, adağının kabul edilmeyişinin sebebi olarak kardeşini değil, kendi süfli nefsi olduğunu görebilecek ve tüm öldürmelerin vebalini sırtına almak durumunda kalmayacaktı. Günümüzde de aile gerginliklerinin ana sebeplerinden birisi, kıskançlık duygusunun yansımaları ve sürekli olarak suçu karşısındakine atma anlayışıdır. Görüldüğü üzere sadece bu olayda bile kişiyi dolayısıyla aileyi ayakta tutan önemli değerler ve yıkıma neden olan pek çok zaaf ortaya çıkmaktadır. Kaldı ki Kur’an-Kerimin pek çok yerinde söz konusu değerlere vurgu yapan ayetler mevcuttur. Meselâ Lokman Suresinde Hz. Lokman’ın, oğluna yaptığı vasiyetlerin her biri, doğrudan şahsı ilgilendiren bir değer olduğu gibi, aileyi de ayakta tutan değerlerin başında gelmektedir.

Elhasıl;

Yaratılıştan gelen insanî değerlerin küçümsenmeye başlaması, buna mukabil zaafların revaçta olması yıkımın ana sebeplerini teşkil etmektedir. Nitekim gerek medyanın gerekse nerden geldiği belli olmayan (aslında belli olan) anlayışların etkisiyle; fedakârlık saflık, sabır acizlik, gayr-ı meşru gönül ilişkileri aşk, vefa ilkellik, saygı kölelik, diğergâmlık işini bilmezlik olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Şu halde; aile binasının ana sütunları olan sabır, fedakârlık, vefa, saygı, diğergâmlık gibi mefhumları aileden çektiğiniz anda, aile depremini izlemekten başka yapacağınız bir şey kalmaz.

Daha evliliğin ilk adımları atılırken, “boşanma gerçekleşmesi halinde mal paylaşımı nasıl olacak?” sorusuna kafasını takmış olan eşlerden, “annenden-babandan ayrılırsan o zaman evlenirim” diyen eşlerden, “hiçbir akrabanı evimde görmek istemiyorum” veya “anne babanı bile ziyaret etmeyeceksin” diyen eşlerden… kısacası “değer mahrumu” eşlerden asla asla asla huzurlu bir yuva meydana gelmez. Zira Allah’ın “değer” olarak beyan ettiği anlayışlardan uzak kalarak ilişki kurmaya çalışmak, işe besmelesiz başlamaktır ki, bu da ebter olmaktır; yani ilahî inayetten ve bereketten mahrum olmak demektir.