Taraf Gazetesi’nden Tuğba Tekerek’e konuşan, AKP’nin rövanşist hamlelerini sert bir dille eleştiren Mehmet Altan, Birinci Cumhuriyet’e de bu nedenle karşıydım zaten diyor: Ülkeyi kimse keyfine göre şekillendirmesin. Kaç çocuk yapılacak, akıl vermesin.
İkinci Cumhuriyet’in isim babası, AKP iktidarının ilk yıllarındaki önemli destekçisi Mehmet Altan’a göre AKP artık sadece din hassasiyeti üzerinden oy toplamaya çalışan, keyfî yasalar çıkaran ve gittikçe dünyadan kopup muhafazakârlaşan bir parti. Altı yıl başyazarlık yaptığı Star gazetesinden iktidarı eleştiren yazıları yüzünden ayrılmak zorunda bırakılan İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim görevlisi Prof. Dr. Altan AKP kışlaya karşı rövanş duygusuyla hareket ediyor diyor. Cami Kışla Parantezinde Türkiye isimli kitabı geçtiğimiz hafta yayımlanan Altan’la Türkiye’nin bir türlü kapanamayan ’parantezi’ni konuştuk.
CAMİ-KIŞLA KAVGASI NASIL BAŞLADI?
’Cumhuriyetin temel çelişkisi’ dediğiniz cami-kışla çelişkisi nasıl ortaya çıktı?
Türkiye’nin bugünkü sorunlarını tarihsel bir şekilde ele aldığımız vakit, karşımıza batıdaki feodal yapıyla Osmanlı toprak düzeni arasındaki büyük fark çıkar. Batıda sermaye birikimini imkanlı kılan, üretimi kışkırtan ve bugüne gelmesini sağlayan dinamikler Osmanlı’da maalesef yoktu. Osmanlı İmparatorluğu mali bir imparatorluktu, üretime, üretim teknolojisine dayalı bir imparatorluk değildi.
Geliri nereden sağlıyordu?
Parası kalmadığı vakit fütuhata çıkar, yeni topraklardan düzenli vergi alarak ekonomisini sürdürürdü. Onun için batıda sanayileşmeyle ortaya çıkan burjuvazi ve proletarya bizde hiçbir zaman var olmadı. Demokrasinin temelinde burjuva-proletarya çelişkisi varken, Osmanlı’nın Cumhuriyet’e taşınan temel çelişkisi sarayla tebaa arasındaki çelişki olmuştur. Cumhuriyet devletini padişahı kaçmış bir saray bürokrasisi oluşturdu. Devlet eliti, asker ve sivil bürokrasi kışla etrafında mevzilenirken tutunamayanlar, tebaanın devamı olan, rejimin horladığı insanlar da kendisine camiyi ve dini liman olarak algıladı. Batıdaki burjuvazi ve proletarya arasındaki sınıfsal kavga Türkiye’de cami-kışla ikilemi olarak ortaya çıktı.
BİZİM BURJUVAZİMİZ EMBRİYO HALİNDE
Türkiye’nin ulus-devlet olma süreci aynı zamanda bir ulusal burjuvazi yaratma süreci değil miydi? 1980’lerde piyasa ekonomisine geçilmesinden sonra da bir burjuvazi oluşmadı mı?
Marksist analizlere imkân verecek bir hamuru yok Türkiye’nin. Burjuvazi var da nerede? Bu kadar siyasetten korkan, siyasetin etkisi altında kalan bir burjuvazi... Gerçek bir burjuvazi olmadığı aşikâr.. Turgut Bey (Özal), devletçi bir rejimi kırabilecek çok temel refomları yaptı. Ama dört kuşaktan önce piyasa ekonomisi olmaz. Türkiye’de bütün bu 30 yıllık gelişmelere rağmen devletin ekonomideki ağırlığı çok yüksek. Zaten bu kadar yüksek olmasa toplum etkin olur, burjuvazi etkin olur, demokrasi etkin olur. Rakamlara baktığınız zaman olumlu gelişme var ama bizim burjuvazimiz hâlâ embriyo halinde... Bunun tek çözümü de, ülkeye yatırım gelmesi, ülkenin dünyalılaşması.
AKP İKTİDARINI KIŞLAYA KARŞI CAMİ RÖVANŞI ANLAŞIYLA SINIRLADI
Türkiye’yi ’dünyalılaştırma’ açısından AKP’nin performansını nasıl değerlendiriyorsunuz?
AKP bir şekilde ilk üç yılında AB reformlarıyla, çok değerli ve önemli atılımlar yaptı. Ama bugün gördüğüm kadarıyla iktidarını kışlaya karşı cami rövanşı anlayışıyla sınırladı ve dünyadan gittikçe kopan, demokratikleşmeyi boşveren bir muhafazakârlaşmayla malül hale gelmeye devam ediyor.
Nedir bu rövanş hamlelerinin örnekleri?
Mesela 4+4+4 korkunçtur... Burada yapılan ne reformdur ne de başka bir şey. Sadece imam hatip okullarının orta kısmının açılmasıdır. Aynı zamanda laiklikle demokrasiyle hiçbir alakası olmayan adı seçmeli, Anadolu’da mahalle baskısıyla fiilen mecburi hale gelen din derslerinin konmasıdır. 2012 yılında, 15 yıl önceki bir darbenin rövanşını üstelik de bir hükümet reformu olmayan bir şekilde, Milli Eğitim Bakanı’yla, Grup Başkanvekili’nin ayrı düştüğü bir mantıkla almaya çalışmaktır. Yahut dindar gençlik... Neden demokrat değil de dindar gençlik?
Başbakan ’Halk böyle istiyor, seçmenim böyle istiyor’ diyor.
Yarın birgün seçmeni, tüm hak ve özgürlüklerinin yok edilmesini isterse bunu mu yapacağız? Dinî hassasiyeti esas alıp diğer hak ve özgürlükleri yok saymak normal mi? Üstelik ’kendi seçmenim’ dediği vakit ülkede sadece AKP seçmeni yok ki. Gayrımüslimler açısından, çocuğuna din dersi verdirmek istemeyenler açısından, tanrıtanımazlar açısından, Aleviler açısından bu yasanın anlamı nedir?
OKULDA DİN DERSİ OLMAZ
Yeni sistemin, seçmeli Alevilik dersini de mümkün kıldığı söyleniyor.
Okulda din dersi olmaz. Eğer devlet eliyle din eğitimi veriyorsan zaten demokratik bir devlet olamıyorsun. Cesareti varsa gider tevhid-i tedrisatı kaldırır.
AKP’ye kapatma davası açılmasının, darbe planlarının üzerinden çok zaman geçmedi. Bu seçmeli din dersi bir ara formül olarak düşünülemez mi?
Ben bunu anlamak mecburiyetinde değilim. Sen herkesten topladığın vergiyle kendi seçmeninin istediği, demokrasiyle ve laiklikle çelişen bir şey yapıyorsun.
Ayrıca demokrasi dediğimiz zaman neden sadece din konuşuyoruz? Türkiye’de mağduriyetin tek alanı din mi? İş kazalarını önleyecek yasaların çıkarılmaması da insan hakları açısından önemli değil mi? Uludere önemli değil mi? Uludere’de 90 gün önce Türk uçaklarının katlettiği insanları nasıl katlettiğini konuşmamak demokratikleşmenin neresinde yer alıyor? Şike yasasında şike yapanlara ceza indirimi demokrasinin neresinde yer alıyor?
TÜRKİYE’NİN BİR DİNDAR KEMALİZME İHTİYACI YOK
AKP’nin iktidardaki ilk yıllarına göre değişimi neye bağlıyorsunuz?
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde milliyetçi muhafazakâr oylar için bir siyaset stratejisi olabilir. Bunun dışında bir akıl kaybı yoksa olup biteni hiç normal bulmuyorum; ’Ben kendime göre 72 milyonu şekillendireceğim.’ Ben Birinci Cumhuriyet’e bu nedenle karşıydım zaten. Kimse kimseye akıl vermesin; kaç çocuk yapacak, ne yiyecek ne içecek... O zaman Kemalizmde ne problem vardı? O da aynı şeyi yapıyordu. Türkiye’nin bir muhafazakâr Kemalizme, bir dindar Kemalizme ihtiyacı yok. Kemalist cumhuriyetten demokratik cumhuriyete geçişe ihtiyacı var.
Bu değişim bir ’Ankaralılaşma’ olarak da tanımlanıyor. Buna ne diyorsunuz?
Ankaralılaşma olduğu kesin. Sen Ankara’yı değiştirmeye çalışırken Ankara da seni değiştiriyor. Ama aynı zamanda bu dönem herkesin ikbâl arayışını öne çıkardığı bir dönem. 73 milletvekili yeniden seçilemeyecek. Başbakanlık yarışı başlamış, Cumhurbaşkanlığı meselesi var. Çok belirsiz bir ortam.
Peki tüm bu rövanş hamleleriyle AKP en azından parantezin kışla tarafını zayıflatmakta başarılı oldu mu?
Sosyolojik, tarihsel derinliğiniz yoksa ’insanlar üzerinden kurumları ele geçiririm’ gibi yanılgılar söz konusu oluyor. Cami-kışla ikilemi üstünden rövanşist bir davranış içinde olduğunuz vakit başka kanlı bir geri dönüşe de hazır hale geliyorsunuz. Aynı Turgut Bey döneminden 28 Şubat’a, 27 Nisan’a dönüldüğü gibi... Ele geçirilebilen bir devletin tanımı çetedir. Eğer böyleyse bir başkası da ele geçirebilir. Bu devletin ihtiyacı ele geçirilmek değil, kimsenin ele geçiremeyeceği sosyal, hukuksal bir organizma haline getirilmektir.
EVREN MAHKEMEDE REJİMİ YERİNDE
Bugün Kenan Evren yargılanıyor, bu askerin siyasetteki gücünün iyice törpülendiği anlamına gelir mi?
Evren’in yargılandığı gün aynı zamanda Alparslan Türkeş’in de ölüm yıldönümü. Türkeş, 1980 darbesinden sonra içeri alındığında ’Biz hapishanedeyiz, fikriyatımız iktidarda’ demişti. Şimdi de darbeci paşayı mahkemeye çıkarıyorsun. Bu, olumlu bir şey, darbeleri caydırıcı bir etkisi ihtimalen olabilir. Ama bugün 12 Eylül’ün anayasası dahil, parlamentoyu kuran siyasi partiler yasası, seçim yasası, meclis iç tüzüğü her şeyi duruyor. Şeklî adımlar Türkiye için önemli ama kurumsallaşıp sistemleşmiyor. Yüksek Askerî Şura’da (YAŞ) masanın başında Başbakan tek başına oturuyor, Fransız devrimi olmuş gibi bunun muazzam propagandası yapılıyor ama beklenen şey YAŞ -ki o da bir darbe yasasıdır- değiştirilmesi. YÖK 12 Eylül’ün en korkunç kurumlarından biridir, bütün üniversiteleri kışlalaştırmıştır. Şimdi kaldırılmak yerine ele geçiriliyor. Referandumda askeri yargı değişsin diye oy vermemize rağmen uyum yasası çıkarılmadı. 12 Eylül rejimi orada duruyor. İki darbeci generali, 100 yaşındaki generali mahkemeye götürmek, simgesel olarak anlamlı. Ama esas yapılması gereken 12 Eylül’ün yaşayan rejimini yok etmek değil midir?
YENİ ANAYASADA SKANDALDAN KORKARIM
Yeni dönemde AKP’de muhtemelen lider de pek çok vekil de değişecek. Sizce partinin deri değiştirmesi, içinden yeni bir dinamik çıkması mümkün mü?
Şike yasasına kim oy verdi, Uludere meselesinde kim bu kadar sessiz, Deniz Feneri konusunda konuşan kaç kişi var? Ne derisi? Gidip birisinin sultası altında siyaset yapmayı göze alan bir adam deri değiştirir mi?
Peki bu döngü nasıl kırılır?
Kriz kıracak ondan korkarım. Allah göstermesin bir İstanbul depremi olduğu vakit... Van’daki deprem nedir? Hayata karşı direnen bir toplumda hiç günahı olmayan insanlar tarafından büyük bir fatura ödenmesidir. Siyasetini müteahhit finansmanıyla yaptığın vakit bu kadar korkunç bir vicdansızlığa imza atarsın.
Anayasaya dair beklentiniz ne?
Siyasi partiler yasasını değiştirmeyi hedeflemeyen bir siyaset, anayasayı nasıl değiştirecek? AKP’nin 4+4+4’deki gibi bir skandala imza atmasından ürkerim. Ülkenin çivisini ortadan çıkaracak böyle bir skandala gitme ihtimalini gittikçe daha fazla görüyorum.
TARAF