Kürt siyasetçi İbrahim Güçlü, PKK’nın infazları karşısında Diyarbakırlı Sivil Toplum Örgütleri (STÖ)’nin sessiz kalmasını eleştirdi. STÖ’lerin ideolojik davrandığını savundu. İnsanın en temel, vazgeçilmez ve dokunulmaz hakkının yaşam hakkı olduğuna dikkat çeken Güçlü, yaşama hakkına karşı toplu tecavüzler, toplu öldürmeler, katliamlar, jenosidler, uluslararası hukuk ve uluslararası sözleşmelerce insanlık suçu olarak tanımlandığını söyledi.
Güçlü, geçmişte Kürtlere yönelik katliamların olduğunu ifade etti. PKK’nın hem grup ve hem de parti aşamasında, bütün Kürt örgütlenmeleri, Kürt ulusal dinamikleri, Kürt ulusal hareketinin geliştirecek toplumsal kesimlerini, kendi içindeki muhalifleri düşman kabul etmesi, aynı zamanda Kürdistan’daki Türk sol örgütlerine, Kürdistan’ın diğer parçalarındaki örgütlenmelere karşı savaş açması devletin bu stratejisinin bir sonucudur. diyen Güçlü, bu stratejinin uygulanması için belli bir aşamadan sonra da Hizbullah’ın da sahneye çıkarıldığını ileri sürerek, Devlet hem kendi açık JİTEM, Kontr-Gerilla gibi kan dökücü örgütleriyle, hem de PKK ve Hizbullah eliyle kürdü kürde öldürterek, büyük bir katliama yol açtı. 50 bin insanımız katledildi. 3 binden fazla Kürt köyü, köyümüz boşaltıldı. 7 milyona yakın insanımız, Kürt, Batı Anadolu’ya sürüldü ya da göç etmek zorunda bırakıldı. diye konuştu.
PKK’nın katliamları için Ankara ve Diyarbakır Özel Yetkili Savcılarının harekete geçtiğini anlatan Güçlü, bütün bu gelişmeler olurken Diyarbakır Barosu, Mazlum-Der, İHD, Günsiad, Diyarbakır Ticaret Odasının gereken ilgiyi göstermediğini vurguladı. Diyarbakır’daki STÖ’lerin birçok olayda haklı olarak seslerini çıkarmalarına ve tepki duymalarına rağmen Devlet-PKK-Hizbullah Katliamı karşısında sesiz kaldıklarının altını çizen Güçlü, Diyarbakır Barosuna üyesi olmasına rağmen kendisiyle hiçbir ilişki kurulmadığını söyledi.Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığına görüşlerini belirtmeden iki-üç gün önce Baro Başkanı M. Emin Aktar ile görüştüğünü dile getiren Güçlü, Baro Yönetim Kurulu ile görüşmek ve kendilerini gelişmelerle ilgili bilgilendirmek istediğimi; sonrasında da Savcılıkta olaya taraf ve gözlemci olmalarının gerekli olduğunu, ilettim. Ne yazık ki, Baro bu talebime karşılık sessiz kaldığı gibi, kendisi resen ve doğrudan olaya taraf olma gereği görmedi. dedi.
SESSİZ TUTUM ONLARI İNSANLIK SUÇUNA ORTAK EDEBİLİR
Diyarbakır sivil toplum örgütlerinin de, Türkiye genelinde olduğu gibi gerçek anlamda ’sivil’ olmadıkları, bağımlılık ilişkileri içinde oldukları konusunda güçlü veriler olduğunu anlatan Güçlü, şöyle devam etti: Ben de bu örgütlerin bu karakterleri üzerinde sürekli duruyorum, eleştiriyorum, yazıyorum. STÖ’lerin sessiz tutumlarının ikinci nedeni, sivil toplum örgütlerinin ideolojik davranmaları, kendisine yakın ideolojik grupların yaptıklarına karşı sesiz kalmaları, kendine yakın olmayanların yaptıklarına karşı seslerini yükseltmeleri gibi çifte standartlı davranmalarıdır. En tehlikeli ve insani olmayan bir durumdur. Üçüncü neden, sivil toplum örgütlerinin olaylar karşısında tutum takınma konusunda korkmalarıdır. Gelişmelere olaylarca bakıldığı zaman, PKK’nın sivil toplum örgütlerine yönelik tehditlerinin olduğu, bazı sivil toplum örgütlerinin toplantılarının yapılmasının engellendiği de bilinen bir olaydır. Dördüncü neden, politik ortama uygun çıkarcı yaklaşımdır. Beşinci neden, umursamazlık, duyarsız olmaktır. Bu tutum da en tehlikeli tutumlardan biridir. Devlet-PKK-Hizbullah’ın Kürt Katliamı bir insanlık suçudur. Bir milleti, Kürtleri yok etme suçudur, bir jenosid hareketidir. Diyarbakır ’sivil toplum örgütlerinin’ Devlet-PKK-Hizbullah’ın Kürt Katliamı karşısındaki bu sessiz tutumları, onları insanlık suçuna ortak etme gibi bir sürece yol açabilir.