“ELHAMDÜLİLLAH BEN ŞERİATÇIYIM”!? (II)
Eklenme: 11/15/2016 12:00:00 AM

Sevgili okurlar.

Dün Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Beştepe Millet Kültür ve Kongre Merkezi'nde düzenlenen "Milli Tarım Projesi" toplantısında tarihi bir konuşma yaptı.

Türkiye’nin iç işlerine müdahil olmaya kalkışan Batı dünyaya seslenerek şöyle dedi;

“Bize olmaktan ya da ölmekten başka şans tanımayanlara öyle bir cevap vereceğiz ki görmeyen duymayan kalmayacak”

Açıklamadan öne çıkan başlıklar ise şöyle:

“Ülkemizin içinde birliğimizi beraberliğimizi güçlendirecek adımları attık.

Hem kendimiz hem de tüm mağdurlar için gayret gösterirken, birileri de ülkemizi yakmak için uğraşıyor.

Terör örgütlerinin her biri aynı amaçla saldırıyor.

Ülkemize en büyük zararı vermeye çalışıyorlar, her birinin arkasında farklı güçlerin olduğunu biliyoruz.

Milletimizi tanımadıkları için başka yerlerde işleyen planlarının ülkemizde niye tutmadığını anlamaya çalışıyor.

Bilmiyorlar ki bu millet aziz bir millet.

Bilmiyorlar ki bu millet yüce bir millet.

Türkiye'yi sıradan devletlerden devlet sananlar, milletlerden de millet sananlara yanıldıklarını 15 Temmuz'da bir kez daha gösterdik.

Çiftçi kardeşlerimiz de neler yapabileceklerini gösterdiler.

Ekranda izledik zekâya bak, ne yaptı, tarlasını yaktı.

Niye yaktı?

F16'lar nerede kim var göremesin.

Kardeşimize milletim adına teşekkür ediyorum.

Sağ olsun var olsun.

Kimisi traktörüne atladı.

Biçerdöveriyle beraber.

Senin F16'ın varsa benim de traktörüm var.

Senin helikopterin varsa, benim kamyonum var.

Hepsi anında.

Benim hanım kardeşlerim de boş durmadı”

Erdoğan devamla şöyle dedi;

“Darbe girişimi sonrası samanlarını ateşe verene tazmini teklif edildiğinde ‘Biz o samanları Allah için yaktık’ diyerek Türk milletinin asaletini gösterdiler.

9 çiftçimiz şehit olmuştur.

Pek çok çiftçimiz saflarını belli etmiştir.

Böyle bir millete kim diz çöktürebilir?

Böyle bir millete kim teslim olabilir?”

* * *

Sevgili okurlar.

Cumhurbaşkanımız gerçekten kendisine yakışır bir şekilde seslenerek batıyı tüm hegemonyasıyla oldukça küçülttü.

Hem de yerden yere vurarak.

AP Başkanı Martin Scuhlz’a dedi ki;

“Şimdi Batı ne diyor?

İdam olmaz!

Buradan sesleniyorum: Bu milletin kaderi sizin elinizde değil.

Bizim elimizde.

Bugün dünyanın büyük bir çoğunluğunda da bu var.

Sen kimsin?

Neymiş orada bir parlamentonun başkanı.

53 yıldır Türkiye'yi AB'ye almayan sen ya da siz nasıl olur da böyle bir karar almaya kalkarsın.

Bu millet kendi kararını kendi verir kendi göbeğini kendi keser.

Siz önce verdiğiniz sözleri tutun.

Çevirdiğiniz fırıldakları biliyoruz.

AB kongre binası içinde veya dışında önce oralardaki terör örgütlerinin temsilcilerini temizleyin!

Temizleyin de sizi o zaman görelim.

Almanya, İsviçre, Hollanda...

Terör örgütlerinin ajanları oralarda cirit atıyor.

Terör örgütlerine destek vereceksiniz sonra müzakereleri durduracağız diyorsunuz!

Geç kaldınız hemen kararınızı verin!”

İşte bu tarihi bir dik duruştur…

Tüm ciddiyetiyle inandığı yüce İslam dininin imanıyla, şerefiyle ve izzetiyle Avrupa’ya karşı dimdik ayakta duran bir Cumhurbaşkanımız!...

Bu Cumhurbaşkanımız her şeyden evvel imanlı bir yüreğinin bütünüyle ortada yalancı siyasetle sahte demokrasi kavramıyla yıllardan beri güdümüne almak isteyen böylesine keferetül fecerelere seslenerek hak ettikleri derslerini veriyor, vermeye de devam ediyor.

Güveniyoruz ve milletçe, ümmetçe, ülkece büyük bir bütünlük içerisinde bu halk, bu devlet büyüğü olan Erdoğan’ın yanındadır.

Hiç kimsenin kuşkusu olmasın.

Zira milletin ruhuyla yola çıkmış, milletin imanıyla konuşuyor, milli iradeyi gerçekten temsil ediyor.

Allah’a yüz binlerce şükürler olsun ki;

“Elhamdülillah ben Müslüman’ın, ben şeriatçıyım” diyen bir Cumhurbaşkanımız var.

Aziz Nesin gibi ruhu bozuk bir kepazeye 20 sene evvel “Sen diyorsun ki ben Allah’a inanmıyorum, biz sana saygı duyduk. Ama Şeriat-ı Garrayı Ahmediye’ye inandığımız için bize karşı geliyorsun, bizi küçümsüyorsun” diyen bir Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan.

O gün bu sözleri söylediği zaman Cumhurbaşkanı da değildi, Başbakan da değildi, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanıydı.

O imanla, o misyonla yola çıkan ve bugün devletin zirvesine kadar tırmanıp gelmiş, hem de alın teriyle ve milletin destekleriyle bugün artık milli dayanışmayı temsil ediyor.

* *

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği gibi Cumhurbaşkanı bir hafta önce Belarus’a gitti orada Minsk camisinin açılışını yaptı.

Kendi imkânlarıyla Minks Camisini inşa eden bu cumhurbaşkanıdır.

Elbette ki o Belarus’taki inanan imanlı Müslümanların yardımına koştu ve orada bir Cami inşaa etti.

Hem de büyük bir Cami inşa edebildi ve açılışını yaptı oranın din görevlilerine teslim etti.

Belarus Cumhurbaşkanı bütün ciddiyetiyle Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez Beyi de Cumhurbaşkanımızla beraber ağırladı ve büyük bir misafirperverlik gösterdiler.

* * *

Evet, sevgili dostlar.

Bakınız, sizi yakın tarihimizin çarpıcı bir olayına götürmek istiyorum.

Zira geçmiş tarihe yönelik yüce İslam dinine hizmet eden büyük insanların hatıralarını unutmak mümkün değil.

Bazı vakıalar bazı olayları hatırlatıyor ve adeta paralellik arz ediyor.

107 yıl önce Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretlerinin aynı bu Sayın Erdoğan’ın tıpkı Belarus’taki Cami projesinin hareketi arasında bir paralellik var.

Manen ve işareten adeta bir bağlılık var.

Hiç kimse bunu inkâr edemez.

Şahsen benim kanaatim bu yöndedir.

İnşallah yanılmayız.

Olay aynen şöyle;

“23 Mayıs 1909'da İttihat Terakki Cemiyetinin sıkıyönetim mahkemesinde serbest bırakıldıktan sonra İstanbul’dan Batum yoluyla Van'a giderken Tiflis'e uğrar.

Tiflis'te, Şeyh-i San'ani Tepesine çıkar.

Dikkatle etrafı temaşa ederken yanına bir Rus polisi gelir ve sorar:

"Niye böyle dikkat ediyorsun?"

Bediüzzaman der: "Medresemin plânını yapıyorum."

O der: "Nerelisin?"

Bediüzzaman: "Bitlisliyim."

Rus polisi: "Burası Tiflis'dir!"

Bediüzzaman: "Bitlis, Tiflis, birbirinin kardeşidir."

Rus polisi: "Ne demek?"

Bediüzzaman: "Asya'da, âlem-i İslâmda üç nur, birbiri arkasından inkişafa başlıyor.

Sizde birbiri üstünde üç zulmet inkişafa başlayacaktır.

Şu perde-i müstebidane (şu mezalim perdesi) yırtılacak, takallüs edecek.

Ben de gelip burada medresemi yapacağım."

Rus polisi: "Heyhat! Şaşarım senin ümidine."

Bediüzzaman: "Ben de şaşarım senin aklına. Bu kışın devamına ihtimal verebilir misin? Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı vardır."

Rus polisi: "İslâm parça parça olmuş."

Bediüzzaman: "Tahsile gitmişler.

İşte Hindistan, İslâmın müstaid (hazırlıklı) bir veledidir; İngiliz mekteb-i idadîsinde çalışıyor.

Mısır, İslâmın zeki bir mahdumudur; İngiliz mekteb-i mülkiyesinden ders alıyor.

Kafkas ve Türkistan, İslâmın iki bahadır oğullarıdır; Rus mekteb-i harbiyesinde talim ediyorlar. İlâ âhir...

Yahu, şu asilzade evlât, şehadetnamelerini aldıktan sonra, her biri bir kıt'a başına geçecek, muhteşem âdil pederleri olan İslâmiyet’in bayrağını âfâk-ı kemâlâtta (kemalat ufuklarında) temevvüc ettirmekle, kader-i ezelînin nazarında, feleğin inadına, nev-i beşerdeki hikmet-i ezeliyenin sırrını ilân edecektir”

***

Evet, sevgili okurlar.

Bakınız.

107 yıl önce Bediüzzaman Hazretleri Gürcistan’ın Batum şehrine gidiyor ve o zaman bugünkü İslam dünyasının 100 sene sonraki durumunu manen keşfediyor.

Ve bugün Osmanlı Devletinin torunlarından milli iradesini omzuna alan, adeta Kur’an bayraktarlığını yükseklerde tutan bir Cumhurbaşkanı Belarus ülkesine gidiyor ve orada muhteşem bir Camii inşa ediyor.

Bakınız, manen şu paralellik az öz bir paralellik değildir.

Bediüzzaman hayal olarak bugünleri görmüştür ve böyle düşünmüştür.

O günkü adı Tiflis, bugünkü adı Belarus.

Erdoğan, nerdeyse Bediüzzaman’ın hayal ettiği medresenin projesini gerçekleştiriyor nerdeyse.

Bugün o büyük insanların birer torunları durumunda olan kahraman devlet büyüklerimiz var ve bugün o çizgide gidip Belarus’ta Cami inşa ediyor ve o caminin bünyesinde elbetteki Medreseler, Kur’an Kursları ve Müslümanların aktif çalışmalarının yüz sene sonra da olsa gerçeğinin bir alâmetifarikası olması gerekir.

En derin saygı ve sevgilerimle.