“ESKİ HAL MUHAL YA YENİ HAL YA İZMİHLAL!” (II)
Eklenme: 3/18/2015 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Dün de bu konuyu irdeleyerek, önemli başlıklarla sizinle paylaşmıştık.

Bugün biraz daha tarihi bazı önemli olayları burada kaleme alarak, yalan söyleyen tarihimizin gerçek yüzünü ortaya koymak suretiyle, milletten gizlenmiş çok önemli olaylara değineceğiz.

Ama bu konuları kaleme alırken de öncelikle iki gün önceki ASELSAN Merkezi’nin açılışında konuşan Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın Bediüzzaman’dan iktibas ederek “Eski hal muhal ya yeni hal ya izmihlal” ifadesini açıklamak suretiyle konumuza gireceğiz.

Evet, Üstat Bediüzzaman Hazretlerinin “Eski hal muhal ya yeni hal ya izmihlal” ifadesi Osmanlı Devletini uyaran bir ifadedir.

Ve tüm İslam dünyasına da uyarıcı bir çağrıdır.

Yani yıllardan beri Osmanlının yaptığı mücadele itibariyle yeryüzünün devletleri arasında en yüksek mevkii ihraz eden cihanşümul bir devletin, son dönemlerinde hıyanet erbapları tarafından oluşan bazı yanlışlıkları ortadan kaldırmak için Osmanlıya seslenmiş.

Keza bir yandan Osmanlıya yani İttihat Terakki Hükümetine, bir yandan da tüm İslam dünyasına seslenerek, İslam ümmeti olarak kendilerine çekidüzen verip, yenilmekten kurtulmak için, yenilemeye davet ediyor.

Eski devletin yaşanmakta olan hali artık muhaldir (imkânsızdır), onunla bir yere varılamaz.

Devletin bünyesinde yepyeni, çağdaş, teknolojiye dayalı, ekonomiksel gücün tazelenmesi için uyarı yapmış, buna da yeni hal demiş.

Aksi takdirde “Devlet bunu yaşayamıyorsa, İzmihlale yüz tutmak üzere eriyip gitmeye mahkûm kalınacaktır” demesi de gerçekten büyük bir ilim dâhisine yakışır tarihi bir tespittir.

* * *

Evet, gelelim İngilizler’in İstanbul’u nasıl işgal ettiklerine.

Gerçekten, İngilizlerin hiçbir kurşun dahi sıkmadan, elini kolunu sallayarak, 1918’de İstanbul’a gelip oturmaları düşündürücüydü.

Ama bunun öncesi vardı.

Çünkü bu olaydan önce Terakki Hükümeti kendini lağvediyor ve ittihatçı hıyanet erbapları olan Enver, Talat ve Cemal, Paşa’nın ülkeyi terk ederek kaçmaları, İngilizlerin İstanbul’u işgal etmelerine çıkarılan gizli bir davetiyenin alamet-i farikasıdır.

Bu esnada bu haçlı, zalim, hain bir devletin gelip İstanbul’da oturması, diğer itilaf devletlerini de elbette ki memnun etmiştir.

Ve Osmanlının 465 senelik bir başkenti olan İstanbul’u işgal etmiş durumda iken İtilaf devletlerinin 1914–1915-1916’da İstanbul’a yapmış oldukları saldırının sonuçsuz kalmasının bir nevi intikamı gerçekleştirilmiştir.

Her ne kadar 1918 ile 1923 arasında yapılan Milli Mücadele şeklen sonuç vermiş gibi gösterilmiş ise de aslında İngilizler kendi kendine geldikleri gibi böylece kendiliğinden de gidebilmişlerdir.

Yani bize göre onlara herhangi bir güç, kuvvet, etki etmemiştir.

Her ne kadar yeni tarihimiz Milli Mücadeledeki istiklalimizin başarısını gösteriyor ise de bazı soru işaretlerinin var olduğunu da kimse inkâr edemez.

Onu da gerçekten sağlam okumak lazım, derinden irdelemek lazım…

* * *

Evet, mademki bu Milli Mücadeledeki büyük mücahit kahramanlar el ele, sırt sırta vererek, ila-i kelimetullah uğruna çalışmış, nice kahraman mücahitlerin kanına mal olmuş.

Ama ne yazık ki bu mücadele başarıyla sonuçlanmışsa da dünkü yazımda da ifade ettiğim gibi her nedense cumhuriyetin kuruluşundan sonra, İstiklal Savaşı esnasında mücahitlerin kahramanca verdiği cihat çabalarına rağmen, o mücadeleyi geri tepmiş gibi göstererek bilakis o mücadeleyi veren nice kahramanlar için büyük suçlama getirilmiş.

Nihayetinde birçoğu idam edilmiş, birçoğu da sürgün ve hapislere yollanmıştır.

İnsanın aklındaki soru işareti bu.

1914–1915-1916’da itilaf devletlerinin Osmanlıyı yıkma başarısı gösteremedikleri halde, geri kaçmalarıyla beraber her nedense 13 Kasım 1918’de müttefiklerin 55 parçalık gemilerinden İstanbul'a 3500 asker çıkarılıp İstanbul’u istila etmesi ve onlara karşı herhangi bir karşı koyma gücü gösterilmemesi elbette ki düşündürücüdür.

Bu olaydan önce, İttihat Terakki Hükümeti kendini lağvediyor ve ittihatçı her üç paşanın da yurtdışına kaçıyor olması da gerçekten tarihi bir ibret levhasıdır.

Bu müstevli İngiliz devleti ve diğer müttefikleriyle İstanbul’u işgal ederken, millete meydan okumuşlar, adeta ortalığı kasıp kavurmuşlar ve acımasızca insanları öldürmüşler.

Ve hiç kimsenin onlara karşı dirilişe geçip mücadele vermemesi için de büyük bir tehdit unsuru durumuna girmişler ve rasgele insanları öldürmüşlerdir.

* * *

İşte Üstat Bediüzzaman da onlara hitaben şöyle diyor;

“Mademki öldürüyorsun, ölmek iki suretle olabilir.

Birinci suret senin ayağının altına düşmektense, teslim olmaktansa ruhumuzu, vicdanımızı ellerimizle öldürmek gerekir. Cesedimizi de güya ruhumuza kısasen sana telef ettirmek gerekir.

İkinci suret ve asıl olan ise ruhumuz ve vicdanımız sana karşı dimdik ayaktadır ve senin pis yüzüne tükürmekle mücadelemizi veriyoruz.

Senin yüzüne tükürmek, gözüne tokat vurmakla ruh ve kalbimiz sağ kalır.

Cesetle şehit oluyorsa da olsun.

İnanç faziletimizi sana tahkir ettiremeyiz.

İslam’ın izzetiyle istihza edilemez.

Elhasıl.

İslamiyet’in muhabbeti, dostluğu, kardeşliği sana düşmanlık yapmayı istilzam eder.

Zira Cebrail hiçbir zaman şeytan ile barışmaz.

Siyasetimizde de en acınacak bir akıl varsa o da öylelerin aklıdır ki İngiliz milletinin ihtiras ve menfaatini İslamiyet’in menfaat ve izzetiyle kabil-i Tevfik görenlerdir.

Burada en sefil ve en ahmak kalp öylelerin kalbidir ki hayatımızı onun himayesi altında kabil görüyorsa, o nereden gelirse gelsin, hıyanettir, ahmaklıktır”

* * *

Bakınız, Üstat İngilizlere haykırarak şöyle hitap ediyor;

“Hey ekbekül küpeka”

“Ey köpekten oluşmuş köpekler!

Senin o kof bayat kuvvetinin yüzde 90’ını sana karşı itilaf (birleşme) kabul etmez, muhasim ve muarız bir cereyan sana karşı susarsa, sönmüş demektir.

O zaman toplumun kendi kendine peşinen sana teslim olma biçimidir ki o da çekilecek gibi bir hal değil, ihanetin dik alasıdır ve milli bir izmihlal demektir.

Yani yeryüzünden yok olunup silinmek demektir, bu da bizim şanımıza yakışmaz.

Çünkü öyle bir şarta hayatımızı talik ediyor ki ender muhaldir (kabul edilecek bir durum değildir).

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Gerçekten yakın tarihimiz olayları tersyüz edip bize hep yalan söylemiştir.

Sahte ve hain ittihatçıları ve onların uzantısı durumundaki CHP’nin altı oklu anlayışı hep berrak yüzünü göstermiştir.

Oysaki İngilizler kendi müttefik güçleriyle beraber, Çanakkale’yi teslim alamadıkları bir dönemde İstanbul’a kadar geldikleri halde bir şey başaramamışlar ve geri dönmüşler.

Ümitleri kesilmiş, Çanakkale boğazı büyük şehit verme potansiyeline rağmen, Haçlı Siyonistlere teslim edilmemiştir.

Ama ne yazık ki Osmanlıyı yorgun bir hale sokan anlayış 1918’de adeta İngiliz ve müttefiklerine çağrı yapmıştır.

İşte tarihin gerçek levhaları bundan ibarettir.

İngilizlerin dost olduğu kimselere de bu millet iyi niyetle bakamaz.

Bu itibarla yeni Türkiye, yeni bir tarih, hem de ciddi ve samimi bir tarihle ortaya çıkması lazım ki millet geçmiş dönemlerdeki yamukluklardan ders-i ibret alabilsin.

İşte bize göre Sayın Cumhurbaşkanının çağrıları da bu yöndedir.

En derin saygı ve sevgilerimle.