“GEL DE BUNU KÜLAHIMA ANLAT”
Eklenme: 5/16/2016 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Bundan önceki sohbet köşemizde başlık olarak kullandığımız “İT ÜRÜR, KERVAN YÜRÜR” kavramı; elbette ki yakın tarihimizde olup biten ve mensubu bulunduğumuz yüce İslam diniyle uğraşılan hain planların oluşmasına dairdi..

Hiç kuşkusuz ki, toplumumuzu iman yörüngesinden çıkarmak maksadıyla hain planlar kurgulayan şer güçlere rağmen, toplum kendi benliğini yitirmediği için, kendi tarihinden vazgeçmediği için, yüce İslam dinine bağlı kaldığı için, içimize ihraç edilen hıyanet erbaplarının oyunları hep boşta kaldığı için, bu kavram kullanılmıştır.

Devletimizin bünyesine yerleştirilen "Frenkleşme" girişimlerine rağmen, bu toplum dininden, inancından, Kur’anından, “Nebi-i Zi Şen” olan Hz. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in sünnet-i seniyyesinden zerre kadar taviz vermemiştir ve bundan sonra da vermeyecektir.

Kıyamete dek bu iz’an ve iman üzerine yürüyeceğinden dolayı “İT ÜRÜR, KERVAN YÜRÜR” ifadesini kullanmayı tercih ettik.

Gerçekten, bundan yüz sene evvel Osmanlının bünyesinde oluşan Frenkleşmiş ittihatçı, müşrik bir komite, yüce İslam dininin ana çizgilerini ortadan kaldırmak suretiyle, değişik yöntemlerle yola çıkarak ajan, piyon ve Selanik Yahudi dönmelerini kullanmak suretiyle, kupkuru ırkçılık taassubuna mensup olan “Genç Türkler” adını kullanarak, bu ülke insanını her gün biraz daha yüce Kur’anın ana çizgilerinden uzaklaştırma bahanesiyle çok derin ve kapsamlı oyunlar oynamışlardır.

Tıpkı bugün kü gibi..

Ve ne yazık ki zaman zaman hedeflerine ulaşabilmişler ise de yüce Kur’an-ı Kerim’in “Saff” suresinin 8 ve 9. ayetinin büyük haşmetli tokadından kendilerini kurtaramamışlardır…

Nitetim, bu imanlı ümmet, tarih boyu bu iki ayetin yüce meallerini bir iman meşalesi olarak kendine düstur etmiş ve yoluna devam etmiştir.

Evet, “Saff” suresinin 8. ayeti mealen şöyle buyuruyor;

“O müşrikler, kendi ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmeye çalışıyorlar ise de başaramamışlar. Zira Allah nurunu tamamlamak istiyor velev ki kâfirler istemeseler bile”

9. ayet ise mealen şöyle;

“Putperestler istemese de, dinini bütün dinlerden üstün kılmak için, peygamberini, doğruluk rehberi Kuran ve gerçek dinle gönderen O'dur”

* * *

Ne var ki, hala da ümmet "haçlı batı dünyası ile emperyalist Siyonist dünyası" arasından sıyrılıp içimize sokulan nice fesat unsurlarla

boğuşmaktadır?

Buna rağmen, bu millet, bu toplum aklını başından yitirmemiş, benliğini korumuş, her halükarda kültürüne, tarihine, dinine, imanına sahip çıkmış olmasından dolayı “İT ÜRÜR, KERVAN YÜRÜR” kavramını kullandık.

Emperyalist haçlı tuzaklara rağmen, öyle inanıyoruz ki bu toplum kıyamete dek benliğini koruyacaktır, yine ürüyen itlere rağmen bu kervan yürüyecektir inancındayız.

Velev ki demokrasi ve hukukun üstünlüğü adı altında mevcut rejim ve sistem, terör odaklarına karşı ne kadar göz kırparsa kırpsın, yine de bu millet, bu kervan yürüyecektir.

Küfrün itleri ne kadar ürürse ürüsün.

Mutlak bir küfre dayalı, inkârcı cehaleti elinde tutan cahil siyasetin allame geçinen siyasetçilerine rağmen, Kılıçdaroğlu gibi ve onun yalaka şakşakçılarına rağmen bu millet, görülen lüzum üzerine hak ettiği şamarını atmıştır ve atacaktır.

Onun için itler ne kadar ürürse ürüsün, bu kervan yürüyecektir demeye devam edeceğiz.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Yıllardan beri bu toplum, tarihi efsanevi CHP’nin iğrençliklerine rağmen, oyunu vermiş olduğu muhafazakâr geçinen nice siyasi partiler bir türlü milletin hak ettiği hukukunu koruyamamışlardır.

Nitekim tarihi Kızıldere teröristlerinden kalıntı olarak kalan bazı kişiler, demokrasi adı altında bu anayasanın kirliliği gölgesinde de olsa, aynı o dünün teröristi olan Ertuğrul Kürkçü’yü bugün HDP’nin bünyesinde milletvekili olarak TBMM’ne taşınmışsa, buna gülelim mi ağlayalım mı demek zorunda kalıyoruz.

Onun için de “Gel de bunu külahıma anlat” ifadesini kullanmak zorunda kalıyoruz.

Evet.

Gerçekten demokrasinin gerçek yüzünü gösterememişlerdir…

Hep korkaklıkla, idare-i maslıhatçılıkla, yüzyıldan beri yutturulmaya çalışılan batıla dayalı rejim ve sistemin hegemonyasından kurtulamamışlardır…

Ve hala da bu ümmetin beklentilerini gerçekleştirememişlerdir…

Bundan sonra da milletin hak ettiği ana çizgiye, İslam ve iman çizgisine getirecekleri de pek gözükmüyor.

Zira her zaman bu köşede dile getirmek istediğimiz gibi, ülke çapında olsun, bu coğrafyamızda olsun…

Terör tüm hızıyla devam etmektedir.

Ve aynı zamanda rejim, devlet ve iktidarların, sanki “Tavşana kaç, tazıya tut” misaliyle hareket etmekte olduğu görülüyor.

Sen kalk, halkın vergileriyle, devletin bütçesinden terörü savunan bir siyasi yapılanmayı meşrulaştır, meclise taşı…

Ve o siyasi yapılanma da sözde demokrasi adına yola çıkarak, millete terör estirenleri korumaya ve savunmaya devam etsin…

İşte bu tablo karşısında, kamuoyu da “Gel de bunu benim külahıma anlat” sloganını kullanmak zorunda kalıyor.

Bu itibarla devletin “terörle mücadele” yöntemlerinde ne kadar geri kalmış olduğunu düşünmemek bize göre budalalıktır.

Zira her gün biraz daha şımaran PKK terör örgütüyle işbirliği yapan CHP ve CHP gibi yan parti durumunda olan HDP ve liderleri zıvanadan çıkarak, haddini aşarak, oldukça zırvalamaya devam ediyorlar.

Her ne kadar Cumhurbaşkanı, zaman zaman hak ettikleri sert çıkışlarıyla ayıplarını yüzlerine vuruyorsa da bize göre yine de yetersiz kalınıyor.

Hani dedik ya; “Gel de bunu külahıma anlat”

Evet.

Olayların gerçek yüzü tersyüz edilerek, millete yanlış yamalak gösterimler gerçek olarak gösteriliyor ise de ne yazık ki tam manasıyla gerçekler meydana gelmediği için, millet kendi beklentilerine ulaşamıyor…

Bu yüzden halk “Gel de bunu külahıma anlat” demek zorunda kalıyor.

* * *

Evet.

“Gel de külahıma anlat”

Allah’ın her günü bomba yüklü kamyonlar, kamyonetler ve diğer küçük araçlar, değişik yerlerde patlatılıyor.

Asker, polis, sivil insanlar yok olup gidiyor.

Nice ailelerin ocakları söndürülmesine rağmen, işin yoksa “Kanları yerde kalmaz, intikamları acı olacak” gibi sloganlar atılmaya devam etsin..

Ve bir arba boyu kadar yol alınmasın..

Bu şekilde olması gerçekten insana “Gel de bunu külahıma anlat” sloganını hatırlatıyor ve söyletiyor.

Daha üç gün evvel…

Diyarbakır’ın Yenişehir ilçesine bağlı Dürümlü mezrasının meydanlarında 15 ton bomba yüklü damperli kamyon dolaşıyor ve netice itibariyle gecenin geç vakitlerinde bir ailenin evinin önüne konulmak isteniyor.

Ev sahibi merak üzerine soruyor; “Bu nedir?”

Terörist diyor ki; “Bu kamyon bu gece burda kalsın, yarın alacağız”

Bunu kabul etmeyen ev sahibini silahla tehdit ediyor..

Ev sahibi o tehdidine karşı dayanamıyor, silahına davranıyor ise de terörist köylüleri peşine taktırmak üzere kendine kaçma görüntüsü veriyor.

Oysaki kaçmak değil, halkı kamyonun peşine taktırıp büyük katliam yapmak için bu oyunu yapıyor.

Böylece kamyondan inip kaçarak, uzaktan kumandayla patlatmayı tercih ediyor..

Ve büyük bir katliam orada yaşanıyor..

Bu olay, bölgede terörün ne kadar başarılı(!) ilerleme kaydettiğinin bir göstergesi olması yetmiyor mu yani?

* * *

Evet.

“Gel de bunu külahıma anlat” demek zorunda kalıyor insan.

Olay inceden inceye düşünerek ve araştırılarak irdelenirse, ilk akla gelen şudur ki;

“O kamyon o akşam nereden geldi?” sorusuyla olayı irdelemek lazım.

Nereden gelmişse, niye o köyü, o mezrayı hedefine almıştır?

O mezrada niye Seyithan Yakar’ın evini hedef seçmiştir?

Diyarbakır’a gelerek, daha çok büyük bir katliam potansiyeli de gerçekleşebilseydi acaba ne olacaktı?

İnsan der demez, "bu soruları" kendi kendine sormak zorunda kalıyor.

O köyün, o mahallenin veyahut o bölgenin dışında, yakınında daha nice köyler vardı, başka mezralar vardı.

Neden, illa ki o mezra ve o aile tercih edildi?

Doğrusu insanı çok önemli sorulara ve sorgulamalara götürmüyor değil?

Acaba o aileyi çekemeyen, onlar gibi düşünmeyen, PKK’ya yakın olan kimseler tarafından mı yataklık yapıldı?

Veya onlara çok yakın sınırlarında bulunan diğer bazı köy ve mahallelerin çok eskiden beri PKK’ya yardım ve yataklık yapan nice aileler ve kişilerin olması da akla getirdiği sorular arasından uzak değildir.

Peki, devletin istihbaratı ne yönde çalışıyor acaba?

* * *

Vallahi sevgili dostlar.

Bu tür bir olay bundan yirmi sene evvel, yani 21 Haziran 1996’da saat 20.45 sularında Altındağ Dinlenme Tesislerinde yaşandı.

O gece tesise bir saldırı düzenlendi.

Ama resmi dil ve kamuoyu tarafından bunu tertipleyen PKK unsurları olarak ileriye sürüldü.

Bizi de devletle işbirlikçi olarak tanımladılar.

Bu nedenle PKK’ya karşı suçlu durumda olduğumuz için (!?) bu olay gerçekleşti denildi?

Böylece kısa bir süre bu düşünce günceliğini korudu.

Kamuoyu nezdinde geçerli oldu ise de zaman gösterdi ki bu iş üç tane PKK’lı terörist tarafından gerçekleşti ise de ona yardım ve yataklık eden korkak, rezil, şerefsiz bazı yakınlarımız tarafından, bizi çekemeyen hain iş çevreleri tarafından PKK’yı kullanarak bu işin gerçekleştirilmiş olduğu ortaya konuldu.

Ve sağ olsun.

O dönemin güvenlik birimleri, gerek asker, gerek polis tarafından olay tüm çıplaklığıyla ortaya çıkarıldıysa da ne yazık ki yine yamukluk yapan, ciddi çalışmayan, gerek sivilde gerek askeriyede bazı devlet görevlileri nerdeyse bizi suçlamakla kendi gerçek kimliklerini ortaya çıkardılar.

O günün olup bitenleri, bizim arşivlerimizde mevcuttur.

20 sene önce Altındağ Dinlenme Tesislerinde meydana gelen katliam olayı gibi, üç gün evvel yapılan olay da aynı minval ve aynı stilde bir paralellik arz ediyor gibi geliyor bize.

Onun için her ne olursa olsun, hal-i hazırdaki olaylara ilişkin “Gel de bunu külahıma anlat” demek zorunda kalıyoruz.

En derin saygı ve sevgilerimle.