“SORUMLULUĞUMUZ ÇOK AĞIR!” (II)
Eklenme: 5/9/2017 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

“SORUMLULUĞUMUZ ÇOK AĞIR” başlıklı yazı sohbetimize, önemine binaen birkaç günlük süreç içerisinde içini doldurarak devam edeceğiz.

Bu başlık, kavram itibariyle yakın tarihimizin derinliğinden günümüze dek ve bundan sonra olabileceklere ilişkin, çok önemli konuları bünyesine taşımaktadır ve taşıyacaktır da.

Bu başlık, aslında Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a ait olup, üç gün önce Bahariye Mevlevihanesi'ndeki "Mukaddes Emanetler Işığında Sergi ve Konferansı"nda dile getirmişti.

"Sorumluluğumuz çok ağır.."

Gerçekten, inanmış bir toplum olarak ve geçmişimize dönüp baktığımızda ne hazindir ki; bugünkü İslam dünyasının içinde bulunduğu hal-i perişan vaziyeti, yürekleri sızlatıyor…

Sahipsiz kalmış, annesiz babasız yetim çocuklar gibi zalim üvey babaların elinde gördüğü zulme rağmen, hıçkırıklarla kendini hayata tutabilmenin mücadelesini veren çocuklar gibi…

Çocuk zulüm görüyor üvey anneden veya üvey babadan.

Ağlamak istiyor, ama ağlayamıyor.

Zira korku, dehşet kâbusu üzerine çökmüş bir yetim olduğu için, ancak içten içe hıçkırıklarla kendini teselli ediyor.

İşte İslam dünyasının da, ağlayamayıp hıçkırıkla yetinen o çocuğun da sahibi hiç kuşkusuz ki yüce Allah’tır…

Ki o kudret onu himayesi altına almıştır…

Büyütecek ümidiyle yaşayan o çocuk gibiyiz bugün!…

Gerçekten Cumhurbaşkanımız, tarih okuyor.

Olup bitenleri, tüm İslam dünyasına okutuyor ve bildiriyor.

Böylece kendisi büyük bir dava adamı olup, o misyonla siyasi hayatının hiçbir şeye feda etmeden bu uğurda yürüyeceğini gösteriyor.

Keşke yıllardan beri başta Türkiye olmak üzere diğer İslam ülkeleri böyle samimi bir liderle tanışmış olsaydı.

İnanın, bugün dünya keferetül fecerelerinin hegemonyası yeryüzünde kalmamış olacaktı.

Kalmış olsaydı bile cılız bir hali yaşayacaktı.

Ama ne yazık ki emperyalist haçlı dünya, İslam dünyası içerisinde özellikle Türkiye’de Erdoğan gibi bir liderle tanışmadı ama saman altından yürüyen su gibi yavaş yavaş tüm hedeflerine ulaşmış oldu.

Yani İslam dünyasını işgal etme fırsatını aradı ve buldu.

* * *

Ama bugün Erdoğan var.

Tarihin bir Selahaddin-i Eyyubi’si durumunda olan Erdoğan, tarihi gerçekleri ümmete anlatıyor, okuyor ve okutuyor.

Bakınız, şöyle diyor;

“Kudüs bir vakıf hazinesidir.

Kudüs'ün tarihine baktığımızda Hz. Ömer'den Selahaddin-i Eyyubi’ye, Osmanlı’dan günümüze kadar vakıfların eserini görürüz.

Selahaddin-i Eyyubi’nin Kudüs'ü fethinin ardından kurulan mahalle kendi alanında tek olan bir vakıf mahallesidir.

Bu mahalle 800 yıllık geçmişiyle buldozerlerle yok edilmiştir.

Bu olay bile Filistin'in sorununun küçük çaplı bir özetidir.”

* * *

İşte sevgili okurlar.

Bakınız, Cumhurbaşkanı bize neler anlatıyor?

Gerçek manada bir İslam tarihini okutuyor, anlatıyor ve onunla övünüyor.

Ümmeti de bu yola davet ediyor.

Bu davayı kucaklamaya çağırıyor.

Sayın Erdoğan’ın bu anlattığı tarihi gerçekler, İslam’ın yaşadığı bir ümmeti anlatıyor.

İslam’la tanışıp hayatını biçimlendiren bir ümmetten bahsediyor.

Demek ki İslam’ın yaşadığı bir devirde ümmet, hep tefevvuk etmiştir, üstünlük kazanmıştır, cihaddan cihada koşmuştur ve ümmete şan ve şeref kazandırmıştır.

Dünyaya da özellikle emperyalist haçlılara da ders-i ibret vermiştir.

Hz. Ömer’in Kudüs’ü fethettiği 1380 sene evvel.

Selahaddin-i Eyyubi’nin fethettiği Kudüs, nerdeyse 800 yıl önce.

Osmanlının oraya girmesi 500 sene…

İşte bu ümmetin geçirdiği üç merhaleli tarihi fetihler, özellikle Filistin’in ve Harem-i Şerif’in kurtarılması bir milattır, hem de tarihi bir milattır.

Az, öz bir şey değildir.

İşte bunlar, ancak İslam’ın ruhuyla gerçekleşebilir.

Pozitif ve negatif ilimler, çarpışa geldiği zaman tarih boyu hep pozitiflik galip gelmiştir, negatiflik daima mağlup olmuştur.

Bugün ne yazık ki İslam dünyası, negatiflik içerisinde kıvranıp duruyor.

İslam pozitifiyle ters düşmüş ve mahrum kalmıştır.

Bu itibarla diyoruz ki;

İslam ümmeti yeniden bir Kuds-i Şerif gibi, Filistin gibi ufak bir coğrafyayı değil, Avrupa’ya kadar, Çin’e kadar, yani Adriyatik Denizi’nden Çin Seddi’ne kadar uzanan bir İslam potansiyelinin varlığını yeniden canlandırılabilmesi için, İslam’ın ana ilke ve kaidelerini ayakta tutması gerekir.

Aziz, Kerim, Nazif, güvenli, mutmain bir ümmet olabilmesi için, illaki İslam’ın yücelmesiyle tanışması lazım.

Denaet, aşağılık ve düşmana teslimiyet söz konusu olunca, Allah korusun, kimse zuladan, avantadan bir şey beklemesin.

İslamsız bir toplum hiçbir zaman istikrar bulamaz.

Kendini suç, terör, taşkıncılık, istiladan arındıramaz.

Günah işlemek, toplumun içine yerleşen münkerat, fesat ve bozgunculuk, inhiraf, yoldan sapma gibi kirli ilkelerle tanışan bir toplum, geçmişini unuttuğu gibi hiçbir zaman geleceğini de kestiremez.

Bunun içindir ki Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan, çok büyük bir titizlikle, üzerine titreyerek olayları topluma yansıtmak istiyor.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Gerçekten bugün toplumumuz, ilahi nizamlarla değil şeriat-ı garrayı Ahmediye’nin Kur’an'dan istimbat ettiği hukuksal durumlar olsun, ekonomiksel olsun veya ubudiyetin biçimlendirilmesi olsun, Kur’an çizgisi paralelinde adım atılmadığı takdirde insanlar tarafından konulan, vazeden kanun ve yasalara kendini endeksleyen bir millet, hiçbir zaman ben Müslüman’ım diyemez.

Dese de sadece laf-ı güzaftır.

Bugünkü nüfus cüzdanlarımızdaki sadece “İslam” kelimesinin yazılmasından ibaret olur ki onun da hiçbir kıymet-i harbiyesi söz konusu olamaz.

En derin saygı ve sevgilerimle.