1 KASIM SEÇİMLERİ YENİ BİR FETİH’TİR!?
Eklenme: 11/6/2015 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Bir önceki yazılarımıza başlık olarak kullandığımız “1 KASIM TÜRKİYE İÇİN YENİ BİR MİLAT” kavramı paralelinde bugünkü yazımıza bu kez başlık olarak “1 KASIM SEÇİMLERİ YENİ BİR FETİH’TİR” ifadesini kullanıyoruz.

Ülkemiz, yıllardan beri çok önemli seçimleri yaşamıştır.

Tabii ki yapılan bu seçimler, 1950’lerdeki demokratikleşme sürecinden sonra başlamıştır.

Demokratik, çoğulcu parlamenterler sistemi doğrultusunda 1950’den günümüze dek Milletvekili seçimleri devam ede gelmiştir.

CHP 27 yıl gibi uzun bir süreç içerisinde baskıcı, dayatmacı, antidemokratik mezalimlerle dopdolu bir siyasi hayatı halka yaşattırmıştır.

Adına ne derseniz deyin, görünmeyen bir Bolşevizm hareketi veya sosyalizm ya da komünizm, ama adsız antidemokratik bir uygulama bu memleket insanına uygulanmıştır.

Halk, 27 yıl içerisinde yani 1923’ten 1950’ye kadar devletle tek bir gün dahi barışık olmadı.

Huzurlu ve müreffeh bir Türkiye’nin varlığı hiçbir vatandaşın aklının kenarından bile geçmiyordu.

Zira bu süreç, 1923’ten önce “Şapka Risalesi”ni yazan İskilipli Atıf Hoca’nın yakalanmasıyla başladı.

İstanbul’da bir sabah namazından sonra evine baskın düzenlenip, eline kelepçe vurarak, apar topar Emniyet’e götürüp sorguladıkları İskilipli Atıf Hoca’nın suçu çok büyüktü (!)

Neydi o büyük suç?

Daha şapka kanunu çıkarılmadan iki sene önce yazdığı “Şapka Risalesi”nden dolayı kurulan İstiklal Mahkemelerinde yargılanıyor…

Bir daha evine dönemiyor…

Evde yapayalnız bir eşi ve bir kızı kalıyor.

O kız çocuğu artık babasını göremez durumda.

Psikolojik sıkıntı yaşıyor.

Eşi hanımefendi 24 saat gözyaşları içerisinde, Hoca'nın yolunu gözlüyor.

Ne yazık ki…

Muhakeme neticesinde suçlu(!) bulunuyor..

Ve Atıf Hoca idam ediliyor.

Çünkü yukarıdan gelen emir bu yönde idi…

Yani İsmet İnönü’nün Başbakanlığı döneminde bu mezalimler yaşatıldı…

Bu olaydan itibaren yani Atıf Hoca’nın idamından sonra gerek İstanbul, gerek İç Anadolu ve gerek Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da ulema ve meşaik kesimine yönelik kıyıma başlandı.

Her âlimin evi ve işyerleri polis baskınına maruz kaldı.

Başta Şeyh Sait olmak üzere…

1925’te Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da “Şeyh Sait İsyanı” adı altında devlet harekete geçiyor ve belirli insanlar, çevre sahibi, aşiret sahibi önemli kimlikler, ulema ve meşaikler bir bir ayıklanıyor, sorgulanıyor ve idam ediliyor.

İdam edilen zaten idam ediliyor?

İdam edilmeyenler ise Bediüzzaman Said-i Nursi hazretleri gibi tam 27 sene boyunca hapisler, sürgünler, işkenceler, 19 defa hayatlarına son vermek için zehir verme olayı gibi işkencelerden geçirildi.

Bu olaylar, Anadolu’nun en ücra köşesine kadar devam etti.

Tek ideoloji, din düşmanlığı, medrese ve camilerin kapatılması, dini vecibeleri yerine getirtmemek için tüm insanlara yapılan acımasızca baskılar.

Bu itibarla 1950’de Türkiye demokratikleşme sürecine girince Adnan Menderes Demokrat Parti partiyi kurdu.

1950’de gerçekten büyük bir zaferle iktidarı ele geçirdi.

Ama İsmet İnönü’nün hıncı ve darbeci baskılarına maruz kalmaktan da kendini ve partisini kurtaramadı.

10 senelik bir süreç içerisinde halkın zafer olarak inandığı bir iktidar nihayetinde yine CHP’nin hışmına uğradı.

Ve bir Başbakan, iki bakanıyla beraber idam edilmekle karşı karşıya bırakıldı.

İşte kanlı bir ihtilal serüveni ve darbeler organizasyonu böylece Türkiye’de başlamış oldu.

1950’deki Demokrat Partinin zaferini, o gün de bazı basın mensupları aynı ifadelerle değerlendirmişti…

Yani 1950 seçimleri Menderes’in birer Fetih'i andıran, nusret-i ilahiden olan Allah’ın yardımıyla seçimleri kazanmıştı.

Ve Türkiye insanları çok umutlanmıştı.

Her taraftan Menderes’e yağdırılan kutlama mesajları da bu yöndeydi.

Bu gelen başarı neticesinde yeni bir fetihle tanışmak isteyen bu ülke insanı hep böyle yazıyordu.

“Nasrun minallâhi ve fethun karîb”

Evet, Allah’tan gelen bu yardım ve yakın bir fethin müjdesidir diye halk Menderes’e tebrik yağdırırken, bu cümleleri sarf ediyordu.

Yani Saff suresinin 13. ayetinin yüce meali, o günün inanan insanlarının ağzından çıkmıyordu.

Herkes her platformda Allah’tan gelen bir nusrettir ve bir feth-i mubindir diye konuşuyordu…

Türkiye insanı böyle bir müjde ile karşılaşmıştı.

Hatta bu olay ülke çapında herkesi sevindirdiği gibi, Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri Afyonkarahisar’ın Emirdağ İlçesinde ikinci kez sürgüne tabi tutulurken, şöyle diyordu;

“Demokrat Partisinin kahramanlarını tebrik ediyorum ve Allah yardımcıları olsun..”

Ustadın duası böyle olmuştu.

Ne var ki bu zaferin üzerinden 10 yıl geçmeden, 27 Mayıs 1960 tarihinde darbe yapıldı.

Türkiye’de mevcut olan demokrasinin tersyüz edilmesi yüzünden yapılan her seçim önce zafer ile karşılaşıyor ise de ne yazık ki CHP’nin İttihat ve Terakkiperver komitesinin şerrinden kendini kurtaramıyordu.

Her 10 yılda bir ihtilal, darbe söz konusuydu.

Ta ki 5 Kasım 2002 yılına kadar.

Üçlü bir koalisyonun sonucunda Türkiye, yeni bir zafer, yeni bir fetih arayışı içerisine girmek zorunda kaldı.

Ve AK Partiye salt bir çoğunlukla oy verdi, iktidara getirdi.

Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde kazanılan bu zafer neticesinde Başbakanlık koltuğuna oturmayı layıkıyla hak etti ve 12 sene boyunca ülkeyi yönetti.

Elbette ki o günlerde inanan kesimin anlayışı paralelinde hep feth-i mübin olarak büyük ve açıklayıcı bir fetih diye algılandı.

Gerçekten de Türkiye, 12–13 yıl içerisinde rahat bir nefes alabildi.

Ekonomiksel mutluluktan tut, ahlaki değerlere kadar, halk çok memnundu.

Ak Parti seçmenleri için bu süreç de bereketli, büyük bir fetih olarak görülüyordu.

Ta ki 7 Haziran 2015 gününe kadar…

Ne yazık ki bölgemizde yapılan bazı politik hareketlerden dolayı, hatta Ak partinin bölge ile ilgili aldatılmış tavırla, yanlış insanları bölge halkının karşısına çıkardı…

Dört yıl boyunca yanlış uygulamalar görüldü..

Ve netice de halk 7 Haziran’da bir şefkat tokadını Ak Parti’ye vurdu.

Türkiye, yeniden ikili veyahut üçlü bir koalisyon kucağına ittirilmek istendi.

Ama Allah’a şükür ki Sayın Cumhurbaşkanımızın siyasi dehası sayesinde ülkeyi yeniden erken seçime götürme kararı alındı.

Yeniden seçimler gerçekleştirildi ve yeni bir koalisyon oluşmasına mecbur kalınmadı.

Halk dirayetini kullandı…

İmanıyla, izanıyla büyük bir ittifak içerisinde her şeye rağmen Ak Parti’yi seçti ve verilen büyük oy potansiyeliyle tek başına iktidar yaptı.

Yani yüzde 49 gibi oyla yeniden koalisyonsuz olarak iktidara gelen Ak Parti halkın teveccühüyle yeni bir mazhariyet kazandı.

Bu mazhariyet ve seçkinlik bize göre gerçekten büyük bir zafer ve feth-i mubin olarak algılanmaktadır.

Gerek Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan olsun, gerek Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu olsun, sağlam ve büyük siyasi dehalarını kabullenerek, makbul görerek, halk yeniden tercihini kullanmış ve Ak Partiyi seçme görevini gerçekleştirmiştir.

Onun için biz de burada Saff suresinin 13. ayetinin mealini siz değerli okurlarımızla paylaşmak fırsatını bularak kaleme almak istedik.

Evet, hayırlı uğurlu olsun.

Allah bu millete ve bu milleti yönetenlere huzur ve mutluluk nasip etsin, görevlerinde başarılar nasip eylesin.

Kazasız belasız olarak halka hizmet vermeleri için müyesser kılsın, kolaylaştırsın.

İşte Saff Suresinin 13. ayeti mealen şöyledir;

“Seveceğiniz başka bir kazanç daha var: Allah’tan bir yardım ve yakın bir fetih (Mekke’nin fethi). (Ey Muhammed!) Mü’minleri müjdele!”

Bu ayeti celilenin yüce meali paralelinde Türkiye’miz ve tüm İslam dünyası için diyoruz ki;

İnşallah bu 1 Kasım seçimleri müjdeleyici birer zafer ve ardı arkası kesilmeyen fetihler olacaktır.

Ayetin yüce meali de bizi bu yönde müjdeliyor.

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı Cumalar.