20. YÜZYIL’DAKİ LAİKLİĞİN VERDİĞİ ZEHİRLİ BAL!
Eklenme: 9/10/2015 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Dünya tarihine göz atıp irdelenirse; inanıyoruz ki şu netice ortaya çıkar.

Çağdaş ilim ve teknoloji medeniyet yerine, insanlığa bir fitne unsuru aşıladığını görebiliriz.

Neden mi?

Zira çağdaş dünya kendini ne kadar medeniyet kavramıyla donatmaya çalışıyorsa, süslendirip makyajlandırıyorsa da…

Ama görünen odur ki; özellikle Ortadoğu coğrafyasında ilim, teknoloji ve medeniyet olarak insanlığa sunulan bilim, bilim olmaktan çıkmış, "Laiklik ve Sekülarizm" gölgesinde kendi varlığını yitirmiş, adeta birer fitne unsuru durumuna girmiştir.

Hatta yeryüzünde güçlü olarak görünen bazı devletler, neredeyse bu bilim ve teknoloji sayesinde tüm insanlığın mukadderatını eline almış gibi düşünüyorlar.

Onların yanında oluşup, medeniyet olarak tanımlanan bilimsel teknoloji yüzünden görülüyor ki ansızın eski çağlarda olduğu gibi burada da başlarına büyük bir fitne olarak Allah tarafından gönderilir.

Onunla boğuşup ve yok olup gidebilirler..

İnşallah.

Velev ki gerek Amerika’nın gölgesinde oluşan BM olsun, gerek yeryüzündeki beş büyük devlet olsun, her ne olursa olsun, ansızın Allah’ın kudretine dayanarak bir çırpıda yok olup gitmeye mahkûm olabilirler..

Başta ülkemiz dâhil olmak üzere tüm İslam coğrafyasına sundukları terör fitnesi, bunca dökülen kan ve gözyaşları, öyle ümit ediyoruz ki bir gün o şühedaların kanı ve annelerin gözyaşlarının birer kandamlaları, onların attırdıkları mayınlardan ve bombalardan daha güçlü olarak başlarına yağacaktır ve başlarını yiyecektir.

Yeryüzünde insanların başına diklenip kibirlenmeleri, gururlanmaları, sözde bilimsel teknolojilerine (!) dayanarak hâkimiyetlerini sürdürmeye çalışmaları, bir gün tam tersine onlara dönecektir.

18. yüzyılın sonunda oluşturdukları laikliğin zehirli semereleri onları yutacaktır.

Neden mi?

Zira bu laikliğin gölgesinde oluşturdukları teknoloji, ilim ve medeniyet, insanları adeta kendi benliğinden, tarihinden, kültüründen, dininden, imanından uzaklaştırdı.

Milletler, insanlık bünyesinde birbirini yiyen birer acımasız canavar haline getirildi.

Toplumsal katliamlar o kadar kolaylaştı ki attıkları bir bomba kâfi geliyor.

Veyahut yerin dibine sakladıkları bir mayın yeter de artar bile.

* * *

İnsanı düşündüren de bu!

Türkiye’mizde üç gün içerisinde yaşanan terör saldırıları..

Hakkâri yöresinde asker ile terör örgütü arasında oluşan çatışma ve neticesinde 16 tane masum askerin şahadeti..

Yine Iğdır’da 13 polisin şehit edilmesi.

Mardin'de, Tunceli'de; iki polis memurunun şahadeti..

İşte peş peşe gelen yürek dağlayıcı bu hadiseler; kimin ne olduğunun, nerede yürüdüğünün de birer aynasıdır?

Kim ne diyorsa desin?

Türkiye ve İslam dünyası artık böyle dedikodularla, sen-ben davasıyla, birinin hukukunun başkasına verilmesiyle, ırkçılık adı altında Marksizm, Leninizm, Kemalizm gibi “izm”lerin gölgesinde haram ve hukuken yasak edilen şeyleri meşrulaştırmak boşuna kürek sallamaktır.

Evet.

Yakın tarihimiz, Amerika’nın yeryüzündeki insanların hâkimiyetini ele geçirmek için 1948’de Japonya’nın Nagazaki ve Hiroşima toplumuna attıkları atom bombası!..

Zaten bu insanlık vahşetine dair saldırı Amerika’nın gerçek yüzünü göstermiştir.

Ve o iz onların alnından hiç silinmiyor.

Bunu yapmasının nedeni de laikliğin onları böyle acımasızlığa ittiği gerçeğidir.

Dinsizlik tasavvurudur.

Ki biyolojik silahlar yeryüzünde yapılmışsa, laikliğin gölgesinde yapılmıştır.

Ne kadar gizlenirse gizlensin, illaki laikliğe dayalı bir küfür sisteminin dayatması yüzünden olmuştur.

Bir de coğrafyalar üzerindeki oynanan rol.

Tamamen yeraltı zenginliklerine göz dikmektir.

Yıllardan beri Amerika’nın, İngiltere’nin, Almanya’nın vs. batı dünyasının, İslam ülkelerine karşı yaptıkları toplumsal katliamlar ve ithal ettirilen yolsuzluk ve İslam dışı projeleri bunun temel dayanağıdır.

Hiç unutmayalım ki tüm fesat ve bozgunculuğun kapıları, ancak "Almaniyet" denilen Sekülarizm’den (laiklik) geçiyor.

Ama yüce İslam dini hiç de böyle düşünmemiştir.

İnsanlığa daima barışı, kardeşliği, birbirini sevme karakterini kazandırmıştır.

Ülkemizde oluşturulmakta olan laiklik ve Kemalizm’in varlığı eşittir Leninizm ve Dinsizlik edepsizliğidir.

Ki bunca yıldan beri "iki yakamızı bir araya getiremeyişimizin" nedeni de budur..

Bundan sonra da getireceğimize benzemiyor.

Ekonomiksel olsun, ahlaki olsun, toplumsal barışa yönelik olsun…

Bu saydıklarımızın zerresi bugün kalmadı.

Herkes birbirine düşman gözüyle bakıyor.

Devletin, özellikle iktidarların bünyesine sızdırılan kirli çıkar, rant peşinde koşan yoz ahlaklı insanların oldukça çoğalması, bu memleketin ne yazık ki daha çok kan gölüne çevrilmesine neden olacaklardır.

Terör örgütü olarak tanımlanan PKK terörü, eğer bu coğrafyada rahatlıkla cirit atıp mayın döşeyebiliyorsa ve hatta döşenen bu mayınlar il ve ilçe yollarında olsa, mutlaka döşenen mayın o yolların asfaltı yapılmadan önce döşenmiş ve üzerine asfalt çekilmiştir.

Peki, sormazlar mı o asfaltı yapan müteahhit firmalar ve onlara ihale ettiren makamlar kimlerdir? Diye.

Hangi Karayolları Bölge Müdürlükleridir?

O zaman yalnız bu işi bölgedeki HDP Belediye Başkanlarına havale etmek, bize göre yanlıştır.

Eğer böyle bir şey varsa ki iddialara göre vardır.

İşte Muş’un Varto ilçesinde yapılan döşeme neticesinde ortaya çıkmış bir gerçek.

Ama bir de Bitlis Tatvan arası dört şeritli duble yolda, iki buçuk sene önce döşenmiş mayının dün patlatılması.

Bir de Hakkâri Yüksekova yolunda asfalt altına döşenen mayının uzaktan kumandayla patlatılması sonucu şehit olan 16 askerin olayı…

Nereden kaynaklanıyor?

Acaba yine bu coğrafyada başka yollarda "döşenmiş bombaların" olmadığı ne malum?

Bu yolları yapan müteahhitler kimler?

Van, Diyarbakır, Muş Bölge Müdürlüklerinde iş yapıp, müteahhitleri çalıştıran ve sıfır kırımla alıp taşeronlara yüzde 50’lere hatta yüzde 60’lara kadar kırdırıp peşin parayı alan baba müteahhitler kimler?

Acaba o müteahhitler de HDP mensupları mıdır?

Ki görüntü öyle diyor..

Oysaki ihalelere talip olurken kendini AK Partili olarak gösteriyor.

AK Parti’nin bakanlıklarından sıfır kırımla ihale alması da düşündürücü değil midir?

Biz her zaman bu gerçekleri kamuoyu adına dile getiriyoruz.

Bizim ne ideolojimizdir, ne de maksat ve hedefimizdir.

Bağrı yanık bir vatandaş, memleketini, devletini, milletini seven bir medya grubu olarak, elbette ki bunları kaleme almak bizim temel inancımız ve ana hedefimizdir.

Biz bunları dile getirdiğimizde yıllardan beri bölgede cirit atan, kendini muhafazakâr olarak gösteren iktidarın bölge yetkilileri Ankara’yı dahi ne yazık ki çok güzel yanıltıyorlar.

Bunlar hem iktidarın nimetlerinden, imkânlarından faydalanmak üzere kendini Ak Partili gösteriyorlar, hem de gizliden PKK veya HDP’nin ruhuyla yaşıyorlar.

Yıllardan beri biz bunları AK Partinin büyük zevatına anlatmaya çalıştığımız halde fatura bedeli bize çok ağır kesiliyor.

Bir bakıyorsun ya “Paralelci” yaftası, ya da “Devletçilik” yaftası takıyorlar.

Ama gerçek de şudur ki kimseden zerre kadar pervamız yoktur.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Henüz bir senesi bitmiş olan Süleyman Demirel kampusu ile Seyrantepe arasındaki iki-üç kilometrelik Karayolu.

Yolun yeniden ihaleye çıkarılıp aynı müteahhitlere verilmesi ve neredeyse iki buçuk aydan beri imalatı yapılıp da trafiğe açılmamasının nedeni nedir?

Bitlis Tatvan yolu gibi o yola da kirli bir şeyler mi düşünülüyor?

Yoksa üç kilometrelik bir yol alt yapısıyla beraber, iğneyle kuyu kazarcasına yapılıyorsa, bunun bir hikmet-i mucibesi olması gerekir.

Zira Diyarbakır kamuoyu bu yolun dört gözle bitmesini beklerken, tam tersine ihmal edilmiş durumdadır.

Bunun da peşini bırakmıyoruz.

Karayolları 9. Bölge Müdürlüğü’nün yıllardan beri böylesine yanlışlara imza atmaları, hiç de hayra alamet değildir.

Bu kuruma çöreklenmiş, Batman grubu olarak adlandırılan teknik ve idari bir ekip yakasını bir türlü kirli siyasetin elinden kurtaramıyor..

Burada biz bunu özetlemek suretiyle basın yoluyla yetkililerle paylaşıyoruz.

Uyarmak bizden, takdir yine onlarındır.

En derin saygı ve sevgilerimle.