28 ŞUBAT’TA JİTEMİN JAKOBENLİĞİ!? (4)
Eklenme: 4/30/2012 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

27 Mayıs 1960 ihtilali dhil olmak üzere;

12 Eylül,

28 Şubat, 27 Nisan e-muhtırasının tümünün gerçek yüzü, ana dayanağı kaynak ve menşei kesinlikle haçlı ve Siyonist anlayışa aittir.

Meşrutiyetten sonra Osmanlıyı yöneten İttihat Terakki Partisinin ve onun başında ve ucundaki üç-beş paşanın "RUH-İ LEİM'İNİN" meydana getirdikleri hainane planların bir sonucu olsa gerek.

Evet, zaman ne kadar olayları eskitirse eskitsin illa ki bir gün gelir, toprak dibinde saklanan tohumların filizlenmesi gibi, gerçekler su yüzüne çıkacak ve tüm berraklığıyla kamuoyuna yansıtılacaktır, hiç kimsenin şüphesi olmasın.

Teknolojinin baş döndürücü gelişmesiyle ortaya çıkarılan olaylar kendilerini zaten ele veriyor.

Gerçekten birinci cihan harbinden sonra çöken cihanşümul bir imparatorluk sonucunda Osmanlının bünyesindeki ermeni komitecileriyle, Yahudi mahfeler, mason localarını oluşturmuş ve bu mason localarına kaydedilen simaların tümü olmasa bile çoğunlukla devşirmeli dönmelerden oluşmuş ve karanlık oyunlarını sahneye koymuşlardır.

Yaptıkları ilk iş, İslam dünyasını özellikle Ortadoğu ülkelerini bölük pörçük etmekti.

Nitekim birer aşiret devleti haline getirilen devletçikler oluşumunun başına da darbeci cuntacı baasçi veya CHP anlayışlı kimseleri getirmişlerdir.

Bunların tümü olmasa bile çoğunlukta olan önemli kişiler o haçoluların ve hahamların köleleri durumundaki gizli planlayıcıların gayrimeşru çocukları durumundadırlar.

Onun için ilk yaptıkları işleri, yüce İslam dininin ana prensiplerine kara şal çekmişler, İslamiyeti kalplerden, beyinlerden sildirmeye çalışmışlar.

Böylece toplumların arasında İslam yok olunca o toplumun bireyleri deyim yerindeyse başıboş çürümüş birer vücut parçaları haline gelmişler.

İş yapmaz, ses çıkaramaz, biat edici duruma getirilmişlerdir.

* * *

Bakınız, Üstat Bediüzzaman Hazretleri 1911de Şama gidip Camiül-Emevide (büyük Emevi Camisi) içlerinde yüzden fazla çok büyük İslam ulemasının bulunduğu topluluğun karşısında başta Arap dünyası olmak üzere tüm İslam dünyasına seslenmiştir.

Ve hutbesini şu ifadelerle sonlandırmıştır;

Eğer beşer çabuk aklını başına alıp, adaleti ilhiye namına ve hakayıkı İslamiye dairesinde mahkemeler açmazsa (adalet terazisini sağlam zemin üzerine oturtturmazsa) maddi ve manevi kıyametler başlarına kopacaktır.

Her ülke hiçbir zaman kendilerini anarşist olan yecüc ve mecüclerin teröründen kendini koruyamaz durumuna girecekler.

çeşitli terör örgütlerine teslimi silah edecekler, diye kalbime ihtar edildi

1920li yıllarda yani cumhuriyetin kuruluşu esnasında bu gerçeği o zamandaki mecliste bulunan dindar mebuslara anlatmıştır.

Bu hutbe-i Şamiye denilen tarihi ders-i ibreti Arapça hutbe-i Şamiye (Şamda okunan hutbe) adı altında iki defa Arapça bastırılmıştır.

Evet, biz de bunu burada siz değerli okurlarımıza ve otoritenin önemli zevatlarına sunmak üzere kıssadan hisse olarak paylaşmak istiyoruz.

* * *

Evet, gerçekten tarihten ibret almak lazım

Haço ve hahamların yüzyıl önce bu İslam dünyası içinde gizliden gizliye birer fesat ve fitne unsurları olarak çalışmalarının kirli ürünleri bugün ortaya çıkmaktadır .

Ekilen o günkü zehirli tohum, bugün gerçekten zehirli bir siyasi ürün şekliyle karşı karşıyayız.

Yakın tarihimizde 27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan e-muhtırası, her ne olursa olsun kasıtlı birer fitne unsuru olarak oluşmuş ve oluşturulmuş, ama kimler adına?

Dedik ya, Katerinaların, Neronların, Leninlerin, gayrimeşru evlatlarının içimizdeki kölelerinin ve dönme ve devşirmelerinin girişimleriyle bu oyunlar sergilenmiştir.

Ahtapotun kolları gibi toplumun her tarafına kol atmış, kültüründen tut tarihine kadar, tarihinden tut ekonomisine kadar, teknolojisine kadar, ahlakına kadar, dinine kadar ve imanına kadar her şeyi ama her şeyi bu milletin elinden almak isteyen zorba hainlerdir bunlar.

Bize göre en mühim olan da kendilerini sureti haktan gösterip, birer kurtarıcı vatanperver özellikle savaş kahramanları olarak gösterenler ne yazık ki daima patronlarına haince hizmet yapmışlardır.

Ve devletin her kesimine, birçok kurum ve kuruluşlarına haçlıların, Siyonistlerin namına çalışma stilini göstermişler ve bunu da becermişlerdir.

Oysaki asırlar boyunca tarih buna şahittir ki, İslam milletinin yegne sebebi saadet ve mutluluğu yalnız ve yalnız İslam hakikatleriyle olabilir, olmazsa olmazıdır.

Yoksa adalet namına diye bir şey kalmaz.

Hukuk gukuka dönüşür, mahvolur gider.

Emniyet, asayiş, devlet güvenilirliği tümüyle zedelenir, yok olup gitmeye mahkm olur.

Ahlaksızlık, pis hasletler toplumun içine sızar ve her kesime galebe çalar.

Hele hele siyaset, politika çok yalan söyleyenlerin eline geçer.

İş dalkavukların yalaka ve yağdanlıkların elinde kalır.

Nitekim içinde bulunduğumuz günlük hayat akışları bunun birer göstergesi değil midir, toplum artık bunlara yabancı mı kaldı?

Evet, isterseniz tarihe ciddi bir bakışla bakalım.

Tarihi zalim neron gibilerinin silahlarının akıttığı mazlumların kanı ile nasıl boyandığı görülecektir.

Bu tarihi zalim neronlar, Doğu Roma İmparatorluğu içinde kurdukları engizisyon cemiyetinin tazyikleriyle, işkenceleriyle, halktan yükselen ahu eninlerin sedaları yerle gökleri çınlatmıştır.

Üstat Bediüzzaman Hazretleri şöyle diyor;

Benim nazarımda o vahşi cemiyet (engizisyon cemiyeti) hala da bazı toplumlarda ölmüş değildir

Belki medeniyet suretine girmiş, tebdili kıyafet etmiş, tenasüh etmiş, reenkarnasyon halini almıştır.

Politikanın medeniyetçilik adı altında hile ve Hudalarına sarılmış.

Haçlı ve Siyonist komitecilerinin birer gayrimeşru çocuğu durumundayken adeta kendilerini sureti haktan, temiz temiz, sütten çıkmış ak kaşık gibi ortaya çıkmışlar ve rol oynamışlar.

Bu nedenle bakınız, dünkü medyamız manşet ve sürmanşetlerinde bizlere neyi ifade ediyor?

Evet, diyor ki;

27 Nisan e-muhtırası Türk siyasi hayatının en utanç verici bir skandalıdır

Düşünün Yaşar Büyükanıt, Kürt curut kökenli olup, kendi kimliğini gizleyerek TSK bünyesinde büyümüş ve Genelkurmay Başkanlığına kadar yükselmiş.

Nihayet devletin o önemli mevkiini ihraz ederken AK Partinin 2007de Cumhurbaşkanı muhterem Abdullah Gülü seçmek isterlerken bize laik bir cumhurbaşkanı lazım, sözde değil özde laikliğe inanması lazım demişti..

Bu beyanatına ek olarak;

27 Nisan gece yarısı e-muhtırasını vererek devleti, milli iradeyi ve iktidarı tehdit altına almıştı.

Öbür taraftan yıllar öncesinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılık görevini yürüten Sabih Kanadoğlu çıkıyor. Meclisin üçte ikisi ile seçilmesi gereken kanununu iptal ettiriyor, 367yi şart koşuyor.

Daha neler yok ki?

Bize göre 28 Şubat döneminde cuntacıların düzenlediği brifinglere katılıp, hükümet karşıtı planı dakikalarca ayakta alkışlayan ve o dönemde verdikleri kararlarla binlerce insanı perişan eden, yüksek yargı mensupları hakkında da suç duyurusunda bulunulmalıdır.

Vural Savaş, Sabih Kanadoğlu, Yekta Güngör Özden, Nuh Mete Yüksel, hani edepsizce, alçakça muhterem Merve Kavakçının evini taharri etmek üzere gece saatlerini tercih eden alçak ruhlu bir insan.

Kamuoyu, Yeni Hkim ve Savcılar Yüksek Kuruluna sesleniyor, hatırlatıyor ve diyor ki;

Lütfen kirliye kirli deyin, iyiye iyi deyin, sizde eskiler gibi, Kadir Özbekler gibilerin potasında erimeyin, halk size çok güveniyor

Buradan suç duyurusunda bulunuyoruz.

Nihat çakarın döneminde Diyarbakır DGMsinde çok büyük usulsüzlükler ve hukuk dışılıklar yapılmıştır.

Lütfen dirayetli, vicdanlı, dürüst bir teftiş heyetini hazırlayın ve Diyarbakıra gönderin.

Şahsen şikyetçiyiz, davacıyız ve suç duyurusunda bulunuyoruz.

Eski Milli Eğitim Bakanı Sayın Hüseyin çelik diyor ki,

27 Nisanda e-muhtırayı veren Yaşar Büyükanıtı ihraç ediyorduk, Cumhurbaşkanı olan Ahmet Necdet Sezer tarafından engellendi

Her şeyi dikkatle irdelemek gerekir.

En derin saygılarımla