28 ŞUBAT’IN HESABI SORULSAYDI, 15 TEMMUZ OLMAZDI! (IV)
Eklenme: 3/7/2017 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü sohbetimizde dilimizin döndüğü kadar ülkemizdeki olup bitenleri, dönen dolapları, sahneye konulan kirli senaryoları ve ipte oynayan cambaz senaristleri deşifre etmeye çalışmıştık.

Öyle ki bu senaristler, ülkemizin lehine değil, tam aleyhine uğraş vermiştir.

Paha biçilmez milli değer, kültür ve inanç varlığımızı haçlı emperyalizme peşkeş etmek uğruna çalışan bu kirli unsurlar, artık gün yüzüne çıkmıştır.

Sahte kahramanlar, meçhul devşirmeler, Selanik dönmeler, ne kadar farklı olursa olsun bu millet artık onları öğrenmiş durumda.

Dış orijinli, kökü tümüyle dışa bağlı İttihat Terakkinin bir nevi uzantısı olan altı oklu CHP anlayışı, hala da memleketimiz üzerinde rol oynuyor, görev alıyor.

15 seneden beri milli ruh paralelinde adım atan AK Parti iktidarı ile Cumhurbaşkanı hakkında milleti kandırma suretiyle yanıltmaya çalışıyor.

Osmanlı devletini yıkan, Hilafet-i İslamiye’yi darmadağın eden ve tüm İslam âlemini Haçlı ve Siyonist kirli emperyalizmine peşkeş etmeye çalışan yakın tarihimizdeki piyon taşeronlar ne yazık ki şerefli TSK’yı ele geçirmişler, adeta baskıcı vesayetçi bir unsur haline gelmişler ve bu memleketi darbelerle yönetmeye çalışmışlar.

Hem de Atatürkçü Düşünce Derneği adı altında nice düzenlemeler yapmışlar.

Sözüm ona kurtarıcı, egocu Ergenekoncu komutanları ayarlıyorlar, omuzlarında TSK’mızın paha biçilmez üniformasını taşıyıp istismar ederek bu yolu kendilerine seçmişler.

Hem de milletin alın terinden meydana gelen devlet bütçesini kullanarak bunu yapmalarına doğrusu bir türlü mana veremiyoruz.

* * *

Bakınız, dün elimize geçen “Derin Tarih” isimli bir derginin yazdıklarına göre; 3 Mart 2004 Hilafetin kaldırılışının 80. Yıl dönümüydü.

Atatürkçü Düşünce Derneği’nin Ankara’da düzenlediği panele kuvvet komutanları niçin katılmıştı?

Yakın tarihin unutulmuş bir sayfası bu.

Gerçekten de çok düşündürücüdür.

Zira 2004 tarihinde henüz AK Partinin 1,5 yıllık iktidarıydı.

O dönemin bazı beyinsiz generalleri, hep Atatürkçü Düşünce Derneği’ni kendilerine kalkan yaparak, askeri üniformalarla, başta dönemin Genelkurmay Başkanı dahil olmak üzere, Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün ve diğer kuvvet komutanları, hem de eşleriyle beraber, bu milli partiyi iktidardan alaşağı etme hevesinde koşmuşlar.

Bizim burada siz değerli dostlarımızla paylaşmak istediğimiz husus şudur ki;

Milletçe kendimizi sadeleştirmemiz lazım.

Ruhi dirilişle, manen direnişe geçmemiz lazım.

Bizi bir araya getiren temel unsur; bağlı bulunduğumuz, şerefle intisap ettiğimiz yüce İslam dinimizdir.

Ve dinimizin lideri durumunda olan Hz. Muhammed (s.a.v)’in yoludur.

O yolda yürürsek, ne tefrika, ne bölücülük, ne ırkçılık, ne Kemalizm, ne Siyonizm, ne Seküler anlayış ve ne de bedavacı laikçiler hiçbir yerde bize nüfuz edemeyecektir.

Kesin kanaatimiz bize bunu bildiriyor.

Kur’an deyimiyle “Müzebzebin” olan, yani bukalemun tipi münafıklar artık içimize sızdırılmasın.

* * *

Bakınız, bu bir gerçektir ki;

Ulu Hakan Sultan Abdülhamit gerçekten dirayetli bir devlet adamı olmakla beraber, ne yazık ki onu arkadan vurarak alaşağı eden, yine ona yakın olan, yıldız sarayındaki münafık “müzebzebinler” ve kirli dönmeler olmuştur.

O zaman da Bediüzzaman Hazretleri gibi, Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi gibi Mehmet Akif’ler gibi daha nice ulemalar bu tehlikeyi önceden sezmişler ve Yıldız Sarayına gerek doğrudan doğruya olsun, gerek işari ve basın yoluyla olsun söylemişlerdi.

Ama ne yapacaksın?

Bir atasözü var.

“İza ca’el ecel, amiyel baser” kabilinden yola çıkarsak, ecel geldiği zaman, göz; görme engelliliğine takılır ve görmez olur.

Evet, nihayetinde Selanik dönmesi bir Yahudi, bir Arnavut ve bir de bir ajan olmak üzere dört kişi Abdülhamit’in tahttan indiriliş fetvasını makamına götürüp imza ettiriyorlar, alaşağı ediyorlar ve kirli emellerine ulaşabiliyorlar.

* * *

Evet, sevgili can dostlar.

Dünkü köşemizde de Üstat Bediüzzaman Hazretlerinin bazı ifadelerini kullanmıştık.

Burada yine aynı meyanda Üstadın tarihi makalelerinden birkaç cümle sizinle paylaşmak istedik.

Evet, Bediüzzaman diyor ki;

“La hayre fiddünya bila dinin”

Dinsiz olan bir dünyadan hayır gelmez.

Madem demokrasi ve meşrutiyet söz konusuysa, yani bugünkü deyimle cumhuriyetin faziletten ibaret olabilmesi gerekiyorsa, bunun için milletin hâkimiyeti şarttır.

Milli iradenin ruhuna sadık kalmak gerekir.

Milletimizin mevcudiyeti için, mutlaka tarihi inancımızdan, kültürümüzden taviz vermememiz gerekir.

Millet ve milliyetçilik deyince, yalnız ve yalnız İslamiyet akla gelir.

Milletçe uzun ömürlü yaşayabilmemizin temel unsuru; birlikteliğimizdir, tefrika ve bölücülükten uzak durmamızdır, tarihi Kemalizm ve laikçilik anlayışından uzak durmamızdır ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Beyefendi’nin direktif ve işaretleri doğrultusunda 16 Nisan’da mutlaka sandık başına gidip “Evet” dememizdir.

Aksi halde Allah korusun, Türkiye’yi daha uzun bir zaman dilimi içerisinde bu badirelerden kurtaramamış oluruz.

Bu ülke Kemalist vesayetçilerin hegemonyasında inim inim inleyecek endişesindeyiz.

Bu itibarla diyoruz ki;

İnanan her kesim, mevcut vesayetçi, batıl ve tağuti düzeni temsil eden bu anayasanın maddelerini değiştirmek için “Evet” demelidir ki böylece varlığımıza, bütünlüğümüze sahip çıkalım.

İşte bakınız, Bediüzzaman şöyle diyor;

“Küre-i arza meknus (yer altına saklanan altın hazineler gibi) bir köşe ile tecelli etmiş yeni bir şu’le o hakikatın tamamen keşfine bir müjdedir bu.

Hem de kuvveden fiile çıkmış bu parça,İittihad-ı Muhammedi (A.S.M)’ın Kar’ul asa (Hz. Musa’nı n asası) gibi vuruyor, müminleri ikaz ediyor.

Bunun için bu yolda ciddiyetle gitmemiz gerekir, gaflet uykusundan hemen uyanmamız gerekir.

Bu şekilde İslamiyet’in ana merkezi olan Türkiye ile diğer İslam ülkelerinin birbirine bağlanmış nurani bir silsile olarak yepyeni bir gençlikle tanışmamız lazım, yeni bir Türkiye’ye “Merhaba” dememiz lazım.

En derin saygı ve sevgilerimle.