28 ŞUBAT’TA JİTEMİN JAKOBENLİĞİ!? (7)
Eklenme: 5/7/2012 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü Akit Gazetesinin sürmanşetinde şöyle bir haber okudum.

“Sekiz saatte otuz üç davadan yargılandım” diyen Akit’in 28 Şubat sürecindeki Yazı İşleri Müdürü Murat Balıbey.

“28 Şubat’ta en büyük zulmü Akit gördü” diyor.

Ve devamla şunları yazıyor;

“15 yıl sonra sorumluları yargı önüne çıkacak olan 28 Şubat sürecinde cuntacılara en sert tepkiyi koyan ve bütün baskılara karşı dik duran Akit’in o dönemdeki Yazı İşleri Müdürü Balıbey, yaşadıkları zulüm dolu günleri anlattı”

* * *

Evet, değerli okurlar.

Ben de bu yazıyı okurken Diyarbakır Söz Gazetesinin geçmişe yönelik, yani 28 Şubat’ın başlangıç miladı olarak değil, 3 Ocak 1994 gününü hatırladım.

Ondan sonra Diyarbakır Söz Gazetesinin yayın miladından günümüze dek tüm olup bitenleri bir sinema şeridi gibi gözümün önüne getirdim.

Öyle ki günü gününe, saati saatine, dakikası dakikasına, bu uzun süreç içerisinde neler yaşadığımızı hatırladım.

Düşünce özgürlüğümüze, yayın özgürlüğümüze, kamuoyu adına yazdığımız ne kadar haber varsa, ne kadar yorum varsa, ne kadar çarpıcı olayları deşifre etmişsek, hemen hemen hepsinin faturalarını ödemiş durumdayız.

Hem de çok ağır faturalar.

Tüm bunlara rağmen hep dik durduk, eğilmedik, doğru olarak bildiğimiz her gerçeğin arkasında durduk ve durmaya da devam ediyoruz.

3 Ocak 1994 tarihinde Diyarbakır Söz Gazetesi’ne atılan bomba ve merkezine sıkılan kurşunlar ve o günün Emniyet teşkilatının ne kadar ciddi ve samimi bir biçimde teröre karşı verdikleri mücadele gerçekten o günün değerli Emniyet Müdürü Rıdvan Güler ve Terörle Mücadele Şube Müdürü Ramazan Sürücü dahil olmak üzere o günün Emniyet teşkilatına buradan sonsuz şükranlarımı sunarken, minnetle, şerefle onları anıyor ve hatırlıyorum.

Zira teröristlerin yaptığı saldırıyla yakalanmaları arasındaki süreç bir saat bile değildi.

45 veya 50 dakika içerisinde teröristlerin Diyarbakır Söz’e gerçekleştirdikleri saldırı anında bastırıldı ve hak ettiklerini de gördüler, hem de anında.

Hıç zaman kaybetmeden.

***

O günden itibaren 21 Haziran 1996 yani aradan tam iki sene geçer-geçmez bu kez Altındağ Dinlenme Tesisleri’ne ağır bir saldırı gerçekleştirildi.

O bölge Emniyetin sorumluluğunda değil Jandarmanın sorumluluğundaydı.

Jandarmanın sorumluluğunda olduğu için, o günkü Jandarmanın orada sınıfta kaldığını ve çok büyük bir ihmal neticesinde yapılan ağır saldırıdan dolayı vefat eden sekiz vatandaş ile yaralanan 12 kişinin karşılığı maalesef o an için verilemedi.

Hatta o günün Emniyeti kendi çapında şehir içinde bile teröristleri yakalamak için mücadelesini verirken o günün İl Jandarma Alay Komutanı Albay Mecit Korkut tarafından gerek Emniyet Müdürü Sayın Güler olsun, gerek TEM Şube Müdürü Sayın Ramazan Sürücü bey olsun, çok ağır hakaretlerine maruz kaldılar.

Buna rağmen zerre kadar kendi çalışmalarından fütur vermeden, gevşemeden, fazlasıyla geniş çaplı çalışmayı gerçekleştirdiler ve neticede tümüyle olmasa da fiilen olayı gerçekleştiren teröristleri kısa bir süreç içerisinde etkisiz hale getirdiler.

Olay çok geniş kapsamlıdır, hepsini bu köşeye bugün sığdıramayız.

***

Sonradan yaptığımız araştırma ve edindiğimiz intiba doğrultusunda meğer ki o olayda Olağanüstü Hal Bölge Valiliği ile Asayiş Bölge Komutanlığı ve Jandarma yapması gereken görevlerini hakkıyla yapamadıkları gibi çok büyük ihmal ve hatta diyebiliriz ki birileri tarafından olaya göz yumuldu.

Buna rağmen bizi davamızdan hiç kimse sindiremedi, susturamadı, hep dik durduk, ayakta durduk ve eğilmedik.

Bu Altındağ Dinlenme Tesislerinin olayından sonra artık PKK militanlarının saldırı tehlikeleri bir yanda, hatta geri planda kaldı, bu kez 1997’nin ilk aylarından sonra yani 28 Şubat sürecinin saldırıları başladı.

Dönemin 7. Kolordu Komutanı Yaşar Büyükanıt,

Dönemin Asayiş Bölge Komutanı Çetin Doğan ile MİT Bölge Başkanı Cemal Uzgören..

Ve yine dönemin DGM Cumhuriyet Başsavcısı Nihat Çakar’ın görev süresi içerisinde herşey yaşandı.

Bu süreçten 2000’li yıllara kadar artık devletin bu bilinmeyen karanlık derin güçlerini karşımızda gördük.

Adeta yayın miladımızın başlangıcından sekiz yıl süreyle devletle beraber yaptığımız mücadele, ülkenin bölünmez bütünlüğünü, milli birlik ve beraberlik misyonunu ve devletin varlığı için verdiğimiz mücadele sanki hiçbir şey yokmuş gibi tam tersine uyduruk oyunlarla, hileli tuzaklar kurarak önümüzü tıkamaya başladılar.

Deyim yerindeyse teröristlere “Siz durun, geri çekilin, biz varız” dercesine tavır ortaya koydular.

Bu süreç içerisinde işyerlerimiz basıldı, tüm arşivlerimize el konuldu, insanlarımız gözaltına alındı.

Dönemin DGM Başsavcısı Nihat Çakar'ın emirleriyle nezaretlere sürüm sürüm sürüldük, gözaltılar devam ediyordu; ama tüm bunlara rağmen dik durduk, eğilmedik, sindirilemedik ve susturulamadık.

Zira davamızın hak bir dava olduğuna inanmıştık ve inancımız aynı hissiyatla devam etmektedir.

***

İnsanlarımız için, bu coğrafyanın değerli hemşerilerimiz için, tüm vatanın bölünmez bütünlüğü için ve Allah rızasını kazanmak için, maddi ve manevi gücümüzü kullandık, hedefimizi belirttik, yamukluğu kabul etmedik, hele hele yağdanlık ve yalakalığa hiç tenezzül etmedik, kimseye karşı başımızı eğmedik, ama dik durduk.

Gerektiği yerde gerektiği platformda, imandan gelen inanç ve mefkûremizden kaynaklanan yumruğumuzu "o şer yapıların" süratına indirdik.

Ki bir yandan PKK terör örgütünün hedefindeyken, öbür taraftan maalesef DGM Cumhuriyet Başsavcısı Nihat Çakar ile Yaşar Büyükanıt’ın ve MİT Başkanı Cemal Uzgören ile Jandarma İstihbarat Başkanı Binbaşı Cemal Temizöz ve Ali Kaya’lar gibi sözüm ona devlet adamlarıyla cebelleşmeye tabi tutulduk.

Meğerki 28 Şubat olayı oluşmadan önce 21 Haziran’daki Altındağ Dinlenme Tesislerinin saldırısı PKK militanları tarafından gerçekleştirilmiş ise de, ancak bunlar taşeron olarak kullanılmıştır.

1994 ve 1995’li yıllarda İl Jandarma Alay Komutanlığı görevini üstlenen o günün Jandarma Albayı Eşref Hatipoğlu defalarca kendi el yazısıyla yazmış olduğu karalama fişlemeleri, iftira, yalan ve tezviratlarla dopdolu andıçlar organize edildi.

Başta Genelkurmay Başkanı olmak üzere 7. Kolordu Komutanlığı’na yazdığı yazılar, Jandarma Genel Komutanlığına yazmış olduğu mektuplar adeta ailece fermanımızı vererek, bizi yok etme planlarıyla kendi imzası altında bizi gammazlamıştır.

Jandarma Genel Komutanlığı o günün Harekât Daire Başkanı Tümgeneral Mehmet Çavdaroğlu tarafından hazırlanan rapor neticesinde iki evladımız, askeri bölgede suikasta uğramışlardır ve aynı zamanda buna da kılıf uydurularak trafik kazası süsü verilmiştir.

* * *

28 Şubat olayı bu olaylarımıza bir tuz-biber olmuştur adeta.

İnanın ki bu esnada bizim başımıza gelen olaylar yaklaşık 10 yıl içerisinde olmuştur.

Hakkımızda açılan davaların, soruşturmaların tümünü bir araya getirirsek son 2007 ile 2010 yılı arasındaki Diyarbakır Söz Gazetesi hakkında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nca açılan davalar, yapılan soruşturmalar geçen 10 yıldaki açılan davaların beş katı.

Özellikle Diyarbakır’a Cumhuriyet Başsavcısı olarak atanan Başsavcı Durdu Kavak’ın döneminde bir buçuk yıl içerisinde Söz Gazetesi hakkında yapılan soruşturma ve açılan dava sayısı tamı tamına 19..

Ama Allah’a yüz bin şükür, hiçbirinden de herhangi bir ceza, mahkûmiyet söz konusu olmamıştır.

Her ne kadar tazminat davalarında belirli kişilerin hatrına binaen verilen kararlar olmuş ise de Yargıtay’ca genellikle bozulmuştur.

***

Sevgili okurlar!

Bugünkü yazmış olduğum tarihe dayalı olup bitenlerin sebebi ise doğrusu, Star Gazetesinin dünkü bir haberine dayanarak yazma gereği duydum.

Her nerede olursa olsun, dürüstlük, dik durmak, seçkin kişilerin işi olmalıdır.

Ama bakıyoruz ki birileri bukalemun gibi renkten renge girip hep pozisyon değiştiriyorlar ve gün oğlu misali gelen giden iktidarlara hoş görünmek için, bir yerlere gelmek için insanların kişiliğine yakışmayan tavırlar sergiliyorlar.

Özellikle önemli mevkileri ihraz eden bazı bürokratların yaptığı oyunlar, adeta çocuk kandırırcasına karşısındaki insanları aptal görüyorlar gibi değişik pozisyonlara giriyorlar.

Biz bu memlekette bir medya grubu olarak gördüklerimizi, yaşadıklarımızı her gün kamuoyuna deşifre etmeye çalışırsak inanın, aylarca yıllarca arşivler dolu belgeler çıkarmamız lazım.

Ama bir nevi cüzi olarak kıyıdan, köşeden hatırladığımız bazı önemli şeyleri her zaman bu köşeden siz değerli okurlarımızla paylaşmayı ihmal etmemişiz ve etmeyeceğiz.

* * *

Dünkü Star Gazetesinin manşeti şöyleydi;

“İzmir Başsavcısı Durdu Kavak: Eski HSYK, Albay Cemal Temizöz için bana baskı yaptı” diyor.

Haber büyük puntolarla şöyle devam ediyor;

“HUKUKU BIRAK DEDİĞİMİZİ YAP”

Pür dikkat çekici bir haber olma hasebiyle ilgimizi çekti.

Hele hele Başsavcı Durdu Kavak’ın fotoğrafını haberin içinde görünce fazlasıyla dikkatimi çekti ve haberi okurken, inanın kahkaha atmaktan kendimi tutamadım.

Ve hemen aklıma bu soru geldi ve bunu kamuoyu nezdinde, Sayın Kavak’a sorma zorunluluğu hissediyorum.

Sayın Başsavcı her şey iyi güzel de, siz Diyarbakır’da 4 yıla yakın bir süreç içerisinde görev yaparken Başsavcılığınıza defalarca 28 Şubat sürecindeki Cemal Temizöz başta olmak üzere Ali Kaya’lar, Yaşar Büyükanıt’lar, 7. Kolordu Komutanlığında hazırlanan tümüyle karalama ve tezvirattan ibaret olan büyük bir organizasyon içerisinde bizim ailemizi hedef alan bir dosya size verildi.

Sizin görev yaptığınız sürece o dosya herhangi bir hareketlilik kazanmadı ve aynı zamanda netice itibariyle o dosya fiyaskoyla neticelendi, yani takipsizlik kararıyla son buldu.

Hatta Başsavcılığınıza aynı olayla ilgili sunulan bir dilekçemiz, bir ay süreyle sumen altı edilerek, kayıt altına alınmadı. Avukatlarımızın araştırmasıyla bu dilekçenin işeleme konulmadığı tespit edildi.

***

Diyarbakır DGM Savcılığının incelemesiyle bu dosya Türk Ceza Kanununun 250. maddesine tabi olma hasebiyle her ne kadar bir ara Başsavcılıkça 7. Kolordu Komutanlığına görevsizlik kararı verilince Malatya’ya gönderildi.

Malatya Ağır Ceza Mahkemesi tarafından bu dosyanın terörle ilgili bir dosya olduğunu, büyük bir organizasyon neticesinde işlenen suç olduğuna dair karar vererek dosya iade edildi.

Nitekim hukuki işlemin bu bölümü siz daha Diyarbakır'a atanmadan olmuştu.

Ancak ısrarla anılan başta Cemal Temizöz olmak üzere tüm dosya kapsamındaki isimleri aklandırmak için adeta büyük bir çaba gösterildi ve nihayet dava adi bir vaka olarak gösterilip takipsizlikle sonuçlandırıldı.

Siz de Diyarbakır’da Cumhuriyet Başsavcılığı görevini yürütüyordunuz.

Dosya üç veya dört klasörden ibaret olup, 19198 sayılı hazırlık dosyası dört seneden fazla elden ele futbol topu gibi dolaştı.

Tüm bunlara rağmen sizin döneminizdeki Diyarbakır Adliyesinde bazı personeller ile hatta oda görevlisi Kemal dâhil olmak üzere birçok şaibeli dedikodulara adları karıştı.

Yine aynı köşeden bir gün bir yazı yazdık.

“Diyarbakır Adliyesinde bir Aşk-ı Memnu” başlıklı yazı nedeniyle bizi gözaltına aldırttınız ve tutuklanmak üzere nöbetçi sulh mahkemesine gönderdiniz ve o yazımızın tüm içeriği bir savcı ile bir hâkime hanım arasındaki olup bitenler hakkındaydı.

Neticede aynı söylediklerimiz gerçekleşti, olay aşk-ı memnu'dan aşk-ı hakikiye dönüştü..

Allah mesut etsin, evlendiler.

Siz İzmir gibi büyük bir kente Başsavcı olarak atandınız, göreviniz hayırlı olsun; ama orada da hakkınızda yeni HSYK tarafından yanlış değilsem soruşturma açılarak müfettişlik oldunuz.

Bilindiği üzre göreviniz çok önemli ve çok nazik bir makamdasınız, siz birilerine karşı bir zeytin dalı uzatmak gibi göreviniz olmadığı halde siyasi açıklamalarda bulunuyorsunuz.

Oysaki bırak hâkimlik ve savcılık gibi önemli makamları ihraz edenlerin siyasi konuşmalar yapması, sıradan bir memurun bile siyasi olarak medyaya herhangi bir beyanda ve açıklamada bulunamaz.

Yasalarımız buna müsait değildir.

***

Nitekim diyorsunuz ki;

“Faili meçhul soruşturmasında Temizöz’ü gözaltına aldığımız zaman HSYK bırakmamızı istedi.

Hukuku uyguluyoruz dediğimde ise, biz hukuku uygulamanı değil, dediğimizi yapmanı istiyoruz dediler”

Peki diyen kimdi, ismini neden söylemiyorsunuz, o diyen kimdi?

Ve o gün niye bunları kamuoyuna açıklamadınız?

Kurum Başkanı Kadir Özbek miydi sizi arayan acaba?

Veyahut kimdi, onu lütfedip de neden söylemiyorsunuz?

Onu da açıklarsanız, basına verirseniz, tüm yaptığımız eleştiri ve itirazlarımızdan vazgeçip senden özür dileriz.

Ama nerde, keşke desen ki o kimdi?

Ve devamla diyorsunuz ki;

“HSYK baskısına rağmen hukuku uyguladık, korsan kararname ile beni almak istediler”

O zamanlar niye bunları söylemiyordun da, basına güzel poz vererek gâh eski HSYK üyelerine suçlama getiriyorsunuz, gâh Habur’u kamuoyuna anlatıyorsun ve diyorsun ki, “bugün olsa yine Habur’da mahkeme kurarım”

Tıpkı Kenan Evren gibi konuşuyorsunuz.

Bugün olsa bile "Yine Darbe yapardım"..

Bu tür söylemlerin bana göre iktidar partisine, Adalet Bakanlığına ve mevcut HSYK’ya hoş görünmek için veyahut ileride bir yerlere gelmek için bu tür yürekliliği (!) göstererek siyasi beyanlarda bulunabiliyorsun.

* * *

Bir de yine sevgili okurlar, 5 Mayıs 2012 Cumartesi günkü Star Gazetesinin birinci sayfada en altta yazılan bir habere dikkatinizi çekmek istiyorum..

“Görevden alınan Deniz Feneri Savcısı mahkeme kararında tahrifat yaptığını anlattı”

“SAVCI TAHRİFATI İTİRAF ETTİ”

Haberin devamı özetle şöyledir;

“Deniz Feneri soruşturmasında mahkemenin kararında tahrifat yaparak zanlıların tüm mal varlıklarına el konulmasına neden olan ve bu nedenle görevden alınan Savcı Nadi Türkaslan, belgelerde karartma yaptığını kabul etti”

Evet, sevgili okurlar.

Her zaman ifade ettiğim gibi, burası Türkiye “kimin eli kimin cebinde belli değil”

Bize göre dik durmak, eğilmemek, özüyle sözü bir olmak, kişi için en büyük şereftir.

En derin saygılarımla.