“FİKR-İ KAVMİYETİ TEL’İN EDİYOR PEYGAMBER!” (II)
Eklenme: 10/21/2013 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

11 Ekim 2013teki yazımın devamı olarak, bayramdan sonra ancak fırsat bulduk ve yine yazımızı kaleme alıyoruz.

Tabii bayrama yaklaşan günlerde yoğun işlerimiz nedeniyle bayramlaşamadık.

Bayram, kurban, ziyaretler derken ancak bugün fırsat bulabildik.

Zira bayramın 4 günü de Diyarbakır Söz Gazetesi mutat olarak yayınına ara veriyor.

Bir önceki yazımızın son paragrafında şöyle demiştik;

Evet, tarih boyunca, özellikle yakın tarihimizdeki olup bitenlerin ana kaynağı; İslamsız ırkçılıktır ve inançsız bir vatanperverliktir.

Yakın geçmişimize yönelik tüm olup bitenler, bugünkü Mısırda, Suriyede ve Irakta yaşananlar, Osmanlının son döneminde de yaşanmıştır ve kocaman cihanşümul bir devletin yıkılmasına neden olmuştur ve elli yıldan beri Türkiyedeki mevcut terör kaynaklarının kan dökmelerinde büyük rol oynamıştır

* * *

Evet, sevgili can dostlar.

Bayramdan sonra da olsa siz değerli okurlarımız ve tüm İslam leminin geçmiş bayramını kutlar sevgilerimizi, saygılarımızı sunarak bugünkü yazımıza başlamak üzere diyoruz ki;

Gerçekten her zaman bu köşede ifade ettiğim gibi geçmişlerinden ders-i ibret almayan toplumlar geleceğini kestiremezler.

Bu ifade bana ait değil, olup biten tarihi vakaların bir nevi açıklamasıdır ve tefsiri durumundadır.

Hakikatten insan, yakın tarihimize göz attığında alınması gereken çok önemli ibretlik dersler vardır.

Keşke tüm bu olup bitenleri Milli Eğitim dediğimiz maarif sistemimize Gerçek Yazan Tarih dersi olarak resmen konulsaydı.

Bu gerçekleri yazan ve birer tarih vesikası olarak duran hakikatler, yalan söyleyen tarihin yerine konulsaydı ve yeni yetişen neslimize bunları okutsaydık.

İnanın, genelleme olarak beş sene, bilemedin on sene olsun ter taze yepyeni bir gençlikle karşılaşacaktık, yepyeni bir nesille sahip olacaktık.

Ama bir söz vardır; Zararın neresinden dönersen kardır misali..

Henüz süreç geçmemiş ve inşallah bundan böyle Türkiyemiz tarihi hakikatlerle yüzleşecektir.

Onümüzdeki yıllarda daha çok büyük, müjdeleyici olaylarla karşılaşacaktır.

Her zaman bu sütunlarda ifade ettiğim gibi yakın tarihimiz, yani yüz veya yüz elli yıl öncesinden başlayıp gelirsek Devlet-i liye-i Osmaniyenin yıkılışının ana sebeplerinden birisi de; "içteki hain şer oluşumlardır"..

Bunlar, "Dıştan ithal edilen, İngiliz politikasına dayalı gizli oluşumlar" ve o oluşumları planlayan, devletin bünyesinde dost görünüp düşman olarak arkadan vuran hain unsurlardır.

600 sene gibi uzun bir ömür yaşayan Osmanlı 1890lı yıllardan başlamak üzere 1909a kadar Ulu Hakan Sultan Abdülhamitin başını ağrıtan ve koltuğunu sarsan, saltanat sarayının içinde büyüyüp yetişen çıkarcı, rantiyeci, yalaka çok ucuz şeylerle satılmış insanların peşkeşiyle dağılmıştır.

Yüzleri maskeli, kirli düşünceler.

Ve bunlar öylesine ustaca yola çıkmışlar ki İttihad-ı Muhammedi fırkası olarak kendilerini tanıtmış ve ülke sathındaki birçok ulema kesimleri de saflarına çekebilmişlerdir.

Ve bu fırkanın yani bu parti, Fransanın siyaset hilesinden aldığı dört sloganla saflarına "insanları" toplayabilmişlerdir.

Bunların en çok başını çeken de Bediüzzaman Hazretleri gibi, Mehmet Akifler gibi, son devrin Şeyhül İslamı Mustafa Sabri'ler gibi ve hatta Darül Funun-u İslamiyenin birçok üyelerini etraflarına toplamışlar ve bu sloganlarla yola çıkmışlardır.

Temmuz 1908'de II. Meşrutiyet iln edildi.

Tıpkı bugün olduğu gibi, o gün de halkın öncelikli talebi şu sözlerle sıralanıyordu:

Hürriyet, adalet, müsavat, uhuvvet

Yani Hürriyet (Özgürlük), Müsavat (Eşitlik), Adalet (Hukukun üstünlüğü), Uhuvvet (Kardeşlik) gibi sloganlarla yola çıkan bir partinin gittikçe yavaş yavaş gerçek yüzü ortaya çıkmaya başladı.

Olayın iç yüzü İttihad-ı Muhammedi değil, İttihad-ı Ahrar yani ırkçılığa dayalı masonlar ve farmasonlardan oluşan büyük bir kesimin JönTürkler olarak kimlikleri ortaya çıktı.

Bunlar II. Meşrutiyetin ilanından sonra Yıldız sarayını basmak üzere, Selanikten harekt ordusunu çıkardılar, darbeyi gerçekleştirmek üzere şeriat adını kullandılar.

Ama temelinde hedef, tamamıyla JönTürklerin değişik sloganlar kullanarak zihinleri bulandırmakla birer suçlu göstererek yola çıktılar.

Fakat proje tamamıyla Fransa başkenti Paris orijinli ırkçılığa dayalı bir JönTürkler ve Türkiyedeki Yahudilerin işbirliğine dayalıydı.

Onun için İstiklal Mahkemeleri kuruldu, bu hususta nice insanlar idam edildi.

Meğerki gerçekten İttihad-ı Muhammedi değil, Prens Sabahattinin İttihad-ı Ahrar fırkası ile Yahudi masonik kafaların hegemonyasında biriken ve güçlenen JönTürklerin ittihadı imiş.

Keza bunlar devleti bu şekilde ele geçirdiler ve Abdülhamiti tahttan indirebildiler.

Ondan sonra da devleti yönetemedikleri kısa bir süre sonra kendini gösterdi ve pisliklerini ellerine yüzlerine bulaştırdılar.

Böylece kocaman bir devlet yıkıldı..

O İttihat ve Terakkinin ırkçı JönTürklerin hegemonyası milli mücadeleye kadar devam etti ve aynı zamanda cumhuriyetin kuruluş şekli bile oranın uzantısından kendini kurtaramadı.

Onun için onların cumhuriyetten önceki emellerine kavuşamadıkları halde cumhuriyetten sonra 1950lere kadar ve hatta günümüze kadar devleti, anayasayı, rejimi tümüyle Turancılık ve Irkçılık despotuna dayalı askeri vesayet altında gelen giden hükümetler devleti yönetmeye çalıştıysalar da ortada bir gerçek var, hali lem meydanda.

Bu ülke elli seneden beri başını fitneden, terörden, kandan, gözyaşlarından kurtaramıyor.

Ekonomiksel olarak, on sene öncesine kadar hatta beş sene öncesine kadar Dünya Tefeciler kaynağından ibaret olan IMFye ödenen faizli borçlardan kendini kurtaramamıştır.

* * *

İşte, sevgili okurlar.

Sözün kısası şudur ki her zaman olduğu gibi günümüzde de devlet büyüklerinin etrafını saran yalakalar, çıkarcılar, rantiyeci gruplar var olmuştur.

Tıpkı başta örnek verdiğim gibi Yıldız sarayının içinden çıkan yalaka rantiyecilerin kökü de Yahudi ve Ermenilere dayanıyordu.

Hatta Abdülhamite fermanını getiren dört kişiden birisi Hıristiyan, ötekisi Yahudi, diğeri Arnavut, dördüncüsü de nankör Münafıktı.

İşte, bugünkü mevcut görünen manzara, Allah korusun

AK Parti kendini bu tür zararlı unsurlardan ne yazık ki kurtaramıyor gibi görünüyor.

Özellikle muhterem Başbakanın, bu hususta keskin dehasını kullanarak bunları görmesi lazım.

Geçmişteki hatalara düşmemek için, yakın tarihimizdeki bazı örnekleri özetleyerek sizlerle paylaşmak istiyorum..

Ancak bunu da hemen belirteyim ki önümüzdeki üç sene içerisinde, üç tane büyük seçimin varlığı söz konusudur.

5 ay sonra Türkiye genelinde idari yönetimlerin seçimi söz konusu.

AK Parti ne yapıp yapıp bu seçimleri büyük bir salt çoğunlukla kazanması gerekir.

Aksi takdirde çorap söküğü gibi sonuna kadar hezimetle biter.

***

Özellikle burada belirtmek istediğim önemli bazı konuları Sayın Başbakanın dikkatine sunmak üzere kaleme almak istiyorum.

Ve inşallah bundan sonra da yazılarım hep bu yönde olacaktır.

Şöyle ki;

Başbakanın üzerine çok titizlikle durması gereken husus; Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi olmalıdır.

11 seneden beri devam ede gelen Doğu ve Güneydoğu Anadolu politikası eğer bugüne kadar büyük başarılar elde edilmişse de inanın, sevgili dostlar hiç kimsenin burada bir katkısı yoktur.

Tüm başarı Başbakanın ortaya koyduğu dirayetin sonucudur ve halka yaklaşım tarzıdır.

Bu halk Başbakanı seviyor.

7den 70e kadar

Başbakana bağlı olan bir Güneydoğu insanı partinin ön safında kendilerini gösteren hiçbir Güneydoğulu Milletvekilinin veyahut Bakanın bu hususta dhli yoktur.

Bu hususta Başbakana karşı olsun ve partinin ileri gelen zevata karşı olsun, kendini ön planda göstermeye çalışan geçmişe yönelik bazı şahsiyetlerin varlığı ön planda olmamış olsaydı, inanın bugünkü mevcut olan oylar bir kat daha fazla artmış olacaktı.

Ama ne çare ki Görünen köy kılavuz istemez misali..

Kendi köyünden ve ilçesinden oy alamayan bir Bakan, maalesef hala da Bakanlık koltuğunu işgal etmektedir.

çarpıcı bir örnek göstereyim;

Refah Partisinden bu partiye dek Mahalli seçimlerde gösterilen insanların kaçta kaçı acaba bu halkın sevgisine ve seviyesine ulaşabilmiş durumda.

Bunu mahalli seçimler için diyoruz.

Eğer muhafazakr geçinen bu insanlar özellikle Refah Partinin son döneminde Diyarbakırda kazanılan 5 Belediye Başkanlığı, altı ay içerisinde Diyarbakır kamuoyu nezdinde kendilerini çok küçük düşürerek, kavgalık ve mahkemelik ettiler.

Kimileri cezaevine girdi.

Kimi görevinden alındı.

Bundan değil midir ki o günden bugüne kadar, yani yaklaşık 15 senedir 3 dönem süresince Mahalli idarelerin seçimleri salt çoğunlukla BDPnin elinde.

Daha çarpıcı diğer bir örnek derseniz..

Buyrun..

2004teki yerel seçimlerde gösterilen AK Parti adayı, birileri tarafından Başbakana lanse edildi.

AK Partinin adayı olarak HADEPin adayı Osman Baydemirle karşı karşıya bir televizyon programında konuşurken, Baydemirin kullandığı Diyarbakır için travma geçiriyorum, Diyarbakır hizmeti benim travmamdır diye kullandığı ifadeye karşı Hayır Osman Bey.

Tramvay projesi, benim projemdir. Ben Dağkapıdan Mardinkapıya kadar tramvay hattını çekiyorum demişti.

Travma ile Tramvay kelimesini birbirinden ayırt edemeyecek bir aday.

Peki, bunu Başbakana kim önerdi?

Peşinen mağlubiyete düşen böyle bir adayı Sayın Başbakana kim önerdi acaba?

Bunu ancak Başbakana sormak gerekir, Sayın Başbakan çok iyi biliyor.

Burada bazı kilit noktalara değiniyor isek de 15 seneden beri muhafazakr geçinen mahalli adaylar bir daha AK Partiyi böylesi hezimete düşürmesin diye söylüyoruz.

Özellikle Sayın Başbakanımıza ve özellikle partinin Genel Merkezine sunmak üzere bunları yazıyoruz.

Dost acı söyler.

En derin saygı ve sevgilerimizle.