ADALET BU İSE YA FELAKET NEDİR?
Eklenme: 1/13/2011 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar. Bilindiği üzre dünyada yaşanan tüm canlılara bakılınca pek çok ahenk, düzen, kader birliği yaparak, muntazam dürüst ve düz çizgide seyrederken görülür. En küçük bir mikroptan ve en büyük bir dev balığa kadar, hepsinde hayat gayreti, cehdi ve bir kader birliği vardır. Hiçbir yaratığın sebepsiz, lüzumsuz, yersiz, yuvasız ve manasız, hikmetsiz yaratılmamış olduğu görülür. Mikro canlılardan yani ancak büyüteçle görünen çok küçük canlılardan, makro yani büyük görünen canlılara kadar bütün yaratıklar, mahlûkat, bir yaradılış birliği ve kanunların intizamını seviyeli bir şekilde temsil ettiğini görüyoruz. Henüz basiret olan kalp gözü kapanmamış, şartlanmış bir insanın canlılar âlemindeki düzene veya bir hücrenin içindeki mucizevî ölüme bakıp da kendinden geçmemesi, sanatkârane hayran olmaması imkânsızdır. Kâinat içerisindeki düzgünlük, istikamet ve ahenk gerçekten insanları utandırmaktadır. Ama her nedense insanoğlu yaradılış itibarıyla değil, yani fıtrat kanununa tam aykırı hareket etmek istiyor. Bencillik içerisinde egosunu ön planda tutar. Güçlü güçsüze hükümran olur, suçlunun ise suçluluğu görünmez olur. Zira kendi dürüstlük ve istikamet dizginini ruhaniyetine teslim etmiyor, şehvete dayalı bencilliğine teslim ediyor. Böylece yararlı bir unsur olmaktan çıkar, zararlı bir unsur olarak orta yere girer. Ve fesat, bozgunculuk nesnelerini artırır ve toplumun içine yayabilir. Bu nedenle toplum eğer basiret gözünü, iman kulağını, zikir lisanını, ilim beynini, hikmetli kalbi kullanmazsa mevcut olan batıla, küfre, dayatmaya, mağlup düşer, yenilir ve üstün bir varlık yerine ahmak bir binek durumuna düşer. Güdümlü olur, sömürülür, hayat boyu kendini kölelikten kurtaramaz. Velev ki, sermaye potansiyeline sahip olsa bile, hiç fark etmez. Bireyinden tut toplumun her kesimine kadar orta yerde yuvarlanıp gider. Bu bilimsel bir gerçektir. Deneyimlere tabi tutulmuştur. İnsanın hür yaşama şansını yakalaması için öncelikle kişisel ve toplumsal mana değerinden ibaret olan ruhaniyet aleminden sıyrılmaması lazım. Yukarıda açıkladığımız gibi insanın ve toplumun selameti için olmazsa olmazıdır. Aksi takdirde sistemin güzel görünen çirkin ve bulaşıcı varlığından ve dehşetinden kurtulamaz. İşte bunun kanıtlayıcı delili de bugünkü içinde bulunduğumuz ülkenin gidişatıdır. Devlet nereden yürüyor, toplum nereden koşuyor? Birisi dereden, diğeri kıyıdan hasıl-i kelam başıboşluk içerisinde canavarlaşmış bir ruhsuzluk potansiyeli ile karşı karşıyayız.. Bakınız sevgili okurlar. Her zaman bu köşede sizinle paylaştığımız bir gerçek var. O da şudur ki ülke doğusuyla batısıyla, Türküyle, Kürdüyle, Acemiyle herkes ama herkes yeni gündeme giren güncel olaylarla karşıya Kamu kurum ve kuruluşları ve onların başındaki veya içindeki bürokrat, akademisyenler deyim yerinde ise birçok yönüyle birer zarar veren unsurlar durumuna girmiştir. Tümü olmazsa da, olanlar da az sayılmaz. Yüz yıl önce Türkiyeyi ele geçiren bir grup makyajlı emperyalist zihni bozuk, kalbi karanlık, beyni uyuşuk bir devlet yönetimi ile karşı karşıya kalmıştır. Sapla samanı birbirinden ayırt edemeyen şarapçı bir anlayışla Kemalizm ve laikcilik tabusu altında kendine bir yaşam şeklini vererek ve bunu hukuk, insan hakları olarak lanse eder. Çirkin yüzünü örter, kirlenme halini süslendirir, makyajlı bir biçimde halkın ortasına kurtarıcı olarak çıkar. Millete ve ülkeye ihanetler yağdırır. Görevini misyonunu kötüye kullanır. Tarihi şanla, şerefle dolu olan bir milletin varlığına kezzap suyu dökerçesine yakar ve sarsar. Hiç de utanma yüzünü kendinde bulmaz. Bu nedenle Üstat Bediüzzaman Hazretleri altı plandan ibaret olan "Hutuvat-ı Sitte" adlı kitabında eski Said diliyle şöyle diyor: "Tükürün bu ehl-i sahibin hayasız yüzlerine" Biz de burada diyoruz ki: Tükürün bu münafıklık kimliğini gizleyen hep tahribat ve bozgunculuk yapan hayasız utanmaz yüzlere.... Evet, tükürün ama yüzüne giden tükürüğü tükürük olarak değil, yağmur yağıyormuş gibi gören budala yüzsüzlere. Bakınız sevgili dostlar. Her gün medyanın birinci sayfasına çıkan skandallar ve utandırıcı haberler, dehşet verici.. Mide bulandırıcı mevzular ihtiva etmektedir. Dünkü bazı gazetelerimizin manşetlerinde çok ilginç bir haber vardı. Hemen hemen bu haber tüm gazetelerin birinci sayfanlarının göbeğinde yer alıyordu. Bakınız, günlük bir gazetemiz şöyle yazıyor, Yargıtay 8. Ceza Dairesi Üyesi Hamdi Yaver Aktan soruyor; "Onama mı istiyorsun bozma mı?" CMUK tahliyelerinin ardından yaşanan tartışmalar sürerken internete düşen şok ses kaydı yargıda işlerin nasıl yürüdüğünü gözler önüne sermeye yetiyor. Ses kaydında Yargıtay 8. Ceza Dairesi Üyesi Hamdi Yaver Aktan olduğu iddia edilen kişi kendisinden bir mafya davasında aracılık etmesini talep eden şahsa "onama mı istiyorsun, bozma mı istiyorsun? Sen onları yaz şimdi ben onları aklımda tutamam" diyor. Talepte bulunan şahsın Aktana, "üyeliğini ispat et. Bir adam sözünde duracak ya" demesi dikkat çekerken söz konusu dava dosyasının görüşmeden bir ay sonra Yargıtay 8. Ceza Dairesinde incelendiği ve kararın bozulduğu ortaya çıktı. Diğer bir gazete olan Star Gazetesinin sürmanşeti, Hamdi Yaver Aktanın fotoğrafı ile birlikte şöyle yazıyor; "Yargıda kararlar demek böyle veriliyormuş" Aktan: "Erken geldin, öğleden sonra hazırlayacaktım" X: "Bir daha gelmem, geç kalırım, hemen yaz" Aktan: "Ya şey yapamadık, acele etme ya" X: "Üyeliğini ispat et, bir adam sözünde duracak ya" Aktan: "Sözümüzde duruyoruz, duruyoruz da yani yetişmiyor ama" Yeni Şafak Gazetesi, "Doğruysa vay halimize" İnternete düşen bir ses kaydında Yargıtay 8. Ceza Dairesi Üyesi Hamdi Yaver Aktan olduğu ileri sürülen kişinin önlerine gelecek bir mafya dosyası için karşısındaki kişiye "Onama mı istiyorsun, bozma mı istiyorsun" Bakınız sevgili okurlar. İnanın ki Türkiyede hayat yaşanmaz duruma geldi. Ülkenin can damarı durumunda olan Yargı gibi bir kurum eğer üç beş tane azınlık içerisinde ele geçirip kendi geleceğini çiziyorsa ve halka önemli bazı gerçekleri götüremiyorsa zig zag çizip egosunu, çıkarını ön planda tutup, görevini kötüye kullanarak vatandaşı birer ibret insan olarak görüyorlarsa gerçekten bu ülkenin vay haline. Oysaki "Adalet mülkün temelidir" diyoruz. Ama bunu da yazmadan geçemiyorum. Bakınız, emekli Yargıtay Başkanı Profesör Hakim Sami Selçuk, "Zorba devletten hukukun üstünlüğüne" adlı kitapta şunu yazıyor; Yanlı bir devletin hali Eğer devlet örgütlenmesini temellendirdiği Anayasasında, belli bir dünya görüşünden ya da ideolojiden yana olduğunu ilan ederse, bu özgörevinden sapmış, yanlı bir devlet konumuna girmiş demektir. Çünkü bu, öbür görüşleri önceden mahkûm etmek anlamına gelir. Sözgelimi, Anayasasında faşizm ya da köktendincilik görüşünü benimseyen bir devlet, komünist; komünizm ideolojisini benimseyen bir devlet de faşist ve kökten dinci görüşlerin sergilenip örgütlenmesine izin veremez. Böyle bir toplumda, devletçe akla yasak bölgeler konulmuş, düşünceler arasında eşitlik yerine hiyerarşi yaratılmıştır. "Devlet gibi düşünmeme özgürlüğü" yok edilmiştir. Bunun doğal ve tutarlı sonucu şudur: Devletin benimsediği akımı ya da dünya görüşünü reddeden kişiler, yurttaş bile olsalar, devlet kademelerinde ya görev alamayacaklar ya da resmi görüşten yana görünerek, iki yüzlü yollarla, buralara sızmak durumunda kalacaklardır." En derin saygılarımla..