ADALET VE ZULÜM! (II)
Eklenme: 12/8/2014 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.
Bir önceki sohbetimizde de ifade ettiğim gibi, "devletler, ülkeler, milletleriyle birlikte bölünmez bir bütündür."
Elbette ki bir bütünlük durumundayken, "ayrılığın-gayrılığın da" varlığı söz konusu olabilir.
Bu da; 'hak, hukuk ve adaletin" arıza-i durumuyla mümkündür?
Şöyle ki ülkenin bir bölümünde, bir kenarında toplumun bireylerine yapılan mezalim, her ne kadar bireysel olarak görünüyor ise de aslında toplumun yekvücut hukukuna yöneliktir ve antidemokratiktir.
Daha doğrusu tek kelimeyle ifade edilirse, ülkenin bir insanına antidemokratik olarak yapılan uygulamalar, o ülkenin tüm insanına yapılmış sayılır.
Ki buna da Zulüm denir.
O Zulmün karşıtı ise Adaletin varlığıdır.
çünkü "o zulme" karşı Adaletin hemen devreye girmesi gerekir.
Tüm mekanizmasıyla o zulmü, o pisliği, o ahlaki çöküntüyü, milletin bünyesinden uzaklaştırma mecburiyetindedir.
Bu da devletin yegne yetkili organlarına düşer.
Eğer ki bu yapılmadığı takdirde, bu millet ne demokrasiden, ne çağdaşlıktan, ne medeniyetten, ne de varlığından dem vuramaz.
* * *
Evet.
Osmanlıyı Osmanlı yapan; devlet ricalleridir.
Onu yükseltip, zirvelere tırmandıran ve uzun ömürlü yaşatan, yine devletin bünyesindeki milletin velayet-i asliyesini elinde tutan yetkili devlet adamlarıdır.
Onu kötüye kullanan ve devlete, millete yönelik işlenen ne kadar kötülükler varsa, antidemokratik birer mezalim sayılır ki o da yine o insanların eliyle yapılmaktadır.
Her ne kadar istemeseler dahi uygulamadan böyle anlaşılır.
Osmanlı tarihini araştıran bazı önemli dürüst ve yansız tarihçiler bazı gerçekleri dile getiriyorlar ve şöyle diyorlar:
Kuranın bakışına göre devletlerin düşüşü, inişi ve süktunun temel sebepleri bir çok nedene bağlanmaktadır?
Elbette ki sayıları çoktur.
İzninizle bir kaç başlık altında bazı sebepleri burada sizinle özetlemek istiyorum.
Birinci sebep ve en önemlisi:
Devlet ile milleti birbiriyle ters düşüren, o toplumun, o ümmetin dini mefhumlarını, kavramlarını mecrasından saptırıp, toplumun içinden söküp atması ve uzaklaştırmasıdır.
Mesela; Devletin bünyesindeki otoritenin sağlam ellerde olmaması ve hukuk sistemindeki asıl olan beraat-i zimmetten toplumun uzaklaştırılması, yani herkesi suçlu görme pozisyonuna sokması, suçsuz oldukları halde töhmetle öküzün altında buzağı araması gibi..
Yani eşyada asıl olan beraat-i zimmet (kişinin suçsuz olması) düşüncesinin ortadan kaldırılması.
İkinci sebep: İbadet kavramını kalplerden ve zihinlerden sildirmesi
Şirk, küfür, nifak, hurafe, bida ve diğer meşruiyet kazandırılmayan saptırmalar.
Yasalarda İslam hukukuna ters düşen uygulamalar.
Üçüncü sebep: Sahte softacılıkla bazı yanlış İslamcı dönmelerin yaptıkları yapay dindarlık ve sahte Müslümanlık kisvesi altında, sözde Resulullahın sünnetine uygun emareleriyle, içi boş birer hıyanet erbaplarının, devletin kilit noktalarında bulunması ve devlet adamlarına yaklaşım göstermesi.
Dördüncü sebep: Toplumda İslam dinine mensup olan gerçek din ulemalarının siyasetin elinde birer oyuncak durumuna düşürülmesi ve suçlu gösterilmesi ve millet ile ilişkilerini kesip, halktan uzaklaştırılması.
Devletin iç ve dış düşmanlara karşı zafiyet göstermesi.
Sünnet-i seniyyenin bilim kaynaklarından toplumun mahrum bırakması.
Velhasıl Deveden kulak bile olmayan bazı ufak tefek nedenleri dile getirdik ki değerli okurlarımız daha önemli bazı şeylere dikkat etsinler.
* * *
Bakınız, yüce kitabımız Kuran-ı Kerim Arf suresinin 96. ayeti bize neleri söylüyor;
(O) ülkelerin halkı inanıp (Allah'ın azabından) korunsalardı, elbette üzerlerine gökten ve yerden bereket ve bolluklar açardık; fakat yalanladılar, biz de onları yakaladık, sorumlu tuttuk ve bir daha da kendilerine çekidüzen veremez duruma geldiler
Demek anlaşılan budur ki inanan bir toplumun başındaki velayet erbapları ve sorumlu otoriteler, birer sorun olmamak kaydıyla toplum kendine çekidüzen verir, ülke bir yere gelebilir.
Ama devlet velayetini elinde tutup, omuzlarında taşıdıkları bazı sorunları bizatihi kendileri birer sorun durumuna düşerlerse, hiçbir zaman o devlet payidar olamaz.
Zulmün kaynağını içinden söküp atamaz.
Allah korusun.
Bir önceki sohbetimizde de İbn-i Teymiyeden örnek getirmiştik.
Bir toplum Müslüman da olsa, eğer içinde zulüm varsa en kısa zamanda yok olmaya mahkm olur.
Kendi kural ve kaidelerini halkı arasında adaletli, tarafsız ve rantsız işlev görürse adil olur ki gvur da olsa ömrü uzun olur.
Bu bir kaziye-i muhkemedir, kesinleşmiş ilahi bir hükümdür.
Devletleri, milletleri birbiriyle kaynaştırıp pekiştiren ana unsur; devlet otoritelerinin parlak ruhlu, nur yüzlü, temiz kalpli yetkililerden teşekkül etmiş kişilerle olabilir.
Nitekim Osmanlı İmparatorluğunun çadır devleti döneminden çevirip koskocaman Osmanlı Hanedanlığına yükselten Osman Beydir, daha sonra Orhan Gazidir, daha sonra da Fatih Sultan Mehmettir.
Ve daha kimler yok ki?
Böylesi inanan temiz ve dürüst yetkililer sayesinde tarihi Hıristiyanlık ihanetiyle, Yahudi hilebazlığıyla sekülarist anlayışa sahip Türklerden arındırılarak devlet oluşturuldu, büydü ve zirvelere tırmandı.
Eğer devlet, gayrimüslim olan Hıristiyanlık dünyasından arındırılmıyorsa veya gizli Yahudi hilebazlığından ülke korunmuyorsa veyahut rüşvetçi, hilebaz, laikçi Kemalistlerin elinden devlet ve ülke kurtulmuyorsa ya da kurtulmuşsa da hala iktidarın bünyesinde böylesi vurguncu şebekelerin varlığı söz konusu ise bilinmelidir ki o devletin ömrü pek uzun değildir..
Ve tabi ki, hiçbir zaman o devlet ve devlet adamıları "masum" sayılamazlar.
* * *
Bakınız, Fatih Sultan Mehmet'in, ölüm döşeğindeyken oğluna yapmış olduğu nasihatlerden birkaç örneği burada sizinle paylaşmadan geçmek istemiyorum.
Her şeyden evvel o büyük devlet adamı Fatih Sultan Mehmetin oğluna yapmış olduğu nasihatlerin başında gelen ifade şudur:
Ey evladım!
Adil ol, Salih ol ve müşfik ol
Fatih Sultan Mehmet Hazretleri, Bizans payitahtı olan Konstantiniyyenin ortasına girdi, oradan tüm Hıristiyanlık dünyasına adalet dersi verdi.
Rahmet ve şefkat dersini anlattı.
Kocaman bir İstanbulu fetih etti, İslam tarihinde batı dünyasına karşı adeta sembolize edilmiş bir bayrak durumuna girdi.
çünkü, yürek, adalet, rahmet, şefkat, adam kayırmama, yalakaları devletin bünyesinden uzaklaştırma ve hiçbir zaman yalaka ve münafıkların oyununa gelmeme ferasetini taşıyordu.
Yine oğluna nasihat ederken;
Ey evladım!
Senin başlıca yaptığın uygulamalardan birisi de; kendi ülkende, millete İslam dininin ana kurallarını neşret, toplum İslamla tanışsın ve İslamla kalkıp otursun
***

Devlet otoritesini elinde tutan kim olursa olsun, bu tavsiye herkesi kapsamalıdır.
Evet, bir gün oğluna seslenerek şöyle diyor Fatih Sultan Mehmet;
İslam bayraktarlığını üstün tut, insanlar arasında hiçbir zaman yüce İslam bayrağını alçaltma ki biz de Osmanlı olarak yücelmiş olalım.
Sakın, zinhar ola İslamın hakkı içinde olmadığı bir servete benimdir diye el uzatma.
İllaki İslam hakkı için ne gerekiyorsa, onu da yap.
Ey oğul!
Devletin başlıca vazifesi; Hazreti Muhammed (s.a.v)in getirmiş olduğu İslam hukuku paralelindeki devlet hükümlerini infaza geçir
Şeriat yasalarının varlığı, insanların varlığını korumak için var olmuştur.
Aksi takdirde hiç kimse kendine huzur temin edemez.
Hele hele kamusal huzuru da kimse koruyamaz ve sağlayamaz!
En derin saygı ve sevgilerimle.