ANAM İSLAM, BABAM İSLAM, KAVMİYETÇİLİK HARAM!?
Eklenme: 8/6/2012 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Hani demişler ya;

Görünen köy kılavuz istemez

Evet, bu söz çok doğru bir söz!

Bilmemiz gereken şudur ki;

Bugünkü Türkiye manzarası gerçekten yürek dağlıyor.

Olaylar belli, manzara apaçık ama birileri görmezlikten geliyorsa biz de deriz ki, devekuşu misali olmasın.

Hani devekuşu başını kuma gömüyor ya..

Sözde "kendini" avcıdan gizliyor-saklıyor..

Aklınca..

Ama velakin; o kocaman gövdesi dışarıda.

***

Devlet ve ülke politikası da aynı meyanda, ilerliyor!

Yıllardan beri hep böyle vurdumduymazlıklarla idare-i maslahatçılıkla, hele hele bunun paralelinde demokrasi kavramının yanlış tefsiriyle, Türkiye meçhule doğru sürüklenmekte..

Ve ne hazindir ki bir türlü kendini kurtaramıyor ve doğru rota çizmiyor.

Bize göre bunun topyekün nedeni de;

Osmanlıyı yıkan, jöntürklerden müteşekkil olan İttihat ve Terakki Cemiyetinin temel esprileri olmuştur.

Türk unsuriyeti, Turancılık kavmiyeti kupkuru vatancılık ve ırkçılığa dayalı İslamsız ve inançsız bir menfi milliyetçilikten oluşmasıdır.

İşte bu yanlış sistemle kocaman bir cihanşümul devlet yıkılmıştır.

Yerine de cumhuriyet kurulmuştur..

Ki kurulan cumhuriyette aynı jöntürkçülüğün Türklerin anlayışı paralelinde bir uzantıdan ibaret olmuştur..

Her ne kadar gizliden gizliye gerçek yüzünü saklamış ise de nihayet 1923de İnönü ile İngilterenin baş murahhası Lord Gürzon arasındaki yapılan anlaşma cumhuriyetin kuruluş amacını da açığa vurmuştur.

Başta söylediğim gibi başını kuma sokan devekuşu gibi bir aldatmacadan ibaret güzel görüntüler verilmiş ise de 1923ten sonra devletin kendi milletine çektiği silah ve yaptığı mücadele, tıpkı bugünkü Suriyenin baasçi rejimi gibi pek farkı olmamıştır.

Nasıl ki Beşar Esed Marksizme dayalı, Nusayri mezhebine dayalı acımasız bir rejimle insanını öldürüyor, ocakları söndürüyor, gözünü kırpmadan büyük bir soykırıma devam ediyorsa...

1923ten sonra kavmiyetçilik ve unsuriyetçilik anlayışına dayalı kurulan bir cumhuriyetin telaffuzundan öte mana uygulamaları anlattıklarımızın gerçek yüzüdür.

CHPnin başında bulunan ve Atatürkten sonra cumhuriyetin kilit noktası durumuna gelen İsmet İnönü, devletin süngülerini ve namlularını kendi milletini sindirmek için çekmiştir hatta yargı mekanizmasını da bir demoklesin kılıcı gibi astığı astık, kestiği kestik, dercesinde kullanmıştır.

Bu nedenle 1925li yıllardan 1950li yıllara kadar o döneme dipçik ve şefliğe dayalı zorba dönemi adı verilmektedir.

Ki 1950lere kadar 'bu hakimiyet' devam etmiştir.

Bu sürecin adına her ne kadar cumhuriyet süreci adı verilmişse de aslen adı 1908li ve 1909lu yıllarda başlamıştır ve cumhuriyet dönemi de aynı o anlayışın bir uzantısı olmuştur.

Bu nedenle diyoruz ki her ne suretle olursa olsun devlet ve milletlerin varlığı, güçlülüğü, ilerlemeleri tek kelimeyle anti unsuriyetle olabilir.

Kavmiyet ve ırkçılığa dayalı menfi milliyetçilik hiçbir zaman bir toplumu bir yere götüremez.

Hele hele İslam ülkeleri olunca bir kat daha fazlasıyla atılan her adım geri teper ve uygulayıcıların yüzüne çarpar.

* * *

Bakınız, burada yüzyıllık bir geçmişe yönelik tarihi bazı olayları sizinle paylaşmak istiyorum..

17 Mart 1920 Sebilür-Reşat adlı gazeteye verilen röportaj..

Röportaj tamamen Bediüzzaman Said Nurs Hazretlerine ait.

İşte o büyük Üstat Bediüzzaman Hazretlerinin o gün ortaya koyduğu plan ve proje eğer uygulanmış olsaydı, bugün bu sıkıntılar, ülkenin-milletin başına gelmezdi.

Ama heyhat!

Ne çare ki, o büyük İslam bilgininin ortaya koyduğu proje değil, maalesef Osmanlının son döneminde Ermeni ırkına mensup Boğos Nubar Paşanın Kürt-Ermeni projesi bugün yavaş yavaş uygulamaya konulmak isteniyor; ama hiç kimse de farkında değil.

***

Evet, Üstat Hazretlerinin o günkü projesi, direktif ve talimatı şöyle bir başlık taşıyordu:

KÜRTLER VE İSLAMİYET

Bu hususta en ziyade söz söylemek selahiyeti haiz bulunan ve Kürtlerin salabet-i diniye, necabet-i ırkiye ve celadet-i İslmiyesini bihakkın temsil eden ve darlhikmet-i İslmiye azasından (üyelerinden) KÜRT eşraf ve mütehayyızanından (bilginlerinden) bulunan meşhur Said Kürd Hazretleri buyuruyorlar ki:

Boğos Nubar ile Şerif Paşa arasında akit edilen (sözleşmeye konulan) mukaveleye en müskit (susturucu) ve beliğ (açıklayıcı) cevap vilayat-ı şarkiyede (doğu illerinde) Kürt aşair (aşiret ve reisler) tarafından çekilen telgraflardır.

Kürtler Camia-ı İslmiyeden (İslam camiasından) ayrılmağa asla tahammül edemezler. Bunun aksini iddia edenler mutlaka özel kasıtlı maksatlar altında hareket eden ve Kürtlük namına söz söylemeğe hiç salahiyeti olmayan beş-on kişiden ibarettir.

Kürtler İslamiyetin nam ve şerefini yüceltmek için beşyüz bin kişi feda etmişler ve makam-ı hilafete olan sadakatlerini teyit ettikleri kan ile bir kat daha teyit eylemişlerdir.

Tehlikenin esbabı tanzimine gelince Ermeniler vilayat-ı şarkiyede azınlığın en azınlığı derecesinde bulundukları için asla bir ekseriyet bir çoğunluk teminine ve ne kemiyeten ve ne de keyfiyeten (yani gerek nicelikli olsun, gerek nitelikli olsun) Anadoluya yerleşmeye muvaffak olamayacaklarını son zamanlarda anladılar.

Maksatlarına Kürtler namına hareket ettiğini iddia eden Şerif Paşayı alet etmeyi piyon olarak müsait ve muvafık buldular.

Bu suretle Kürt ve Ermeni davası ortada kalmayacak ve şark Anadoludaki iftirak mlı mevki-i fiile çıkmış olacaktı.

Yani bölünme tehlikesi ortadan kalkacaktı.

İşte bu gaye ile bilinen beyanname müştereken imzalandı ve konferansa takdim olundu.

Ermenilerin maksadı KÜRTLERİ ALDATMAKTAN başka bir şey olamaz.

çünkü ileride Kürtlerin kemiyeten (nicelikte) hali ekseriyette bulunduklarını inkr edemezler bile, keyfiyeten ise yani ilmen irfanen kendilerinden "dun" oldukları (aşağı oldukları) bahanesiyle bir milleti tabia haline getirecekleri muhakkaktır.

Yani kendilerine uydu olarak kullanma çalışmaları muhakkaktır.

Aklı başında olan hiçbir Kürt buna taraftar olamaz-lar

***

Bu nedenle diyoruz ki;

Bugünkü gerek Türkiyede gerek Suriyede gerek Irakta gerekse İranda olsun yapılan ne kadar terör çeşitlemesi varsa bunun ana kaynağı Ermenilerdir ve bünyesinden çıkan Asala örgütüdür ve Asala örgütünün uzantısı da PKKdır.

Ama görünen odur ki PKK da yavaş yavaş diskalifiye ediliyor. Söz, Ermenilik mücadelesini veren Boğos adını taşıyan Feyman Hüseyin'in eline geçmiş durumda.

Keşke devletimiz Türk ve Turancılık ırkçılık anlayışına dayalı olarak değil de İslam hilafetini bünyesinde taşıyan Osmanlı gibi İslamiyete sarılmış olsaydı, bugün bu çatlak sesler eskisi gibi ortaya çıkamayacaktı.

İşte başta anlatıldığı gibi maalesef Bediüzzamanın projesi bugün artık onun projesi değil, Boğos Nubarın projesinin gerçekleştirilmesi için adım adım ileri gidilmektedir.

Hali lem meydanda

Kimse devekuşu misali başını kuma gömüp, kendi kendini aldatmasın.

* * *

Dünkü yazılı medyanın bazı gazetelerinin sürmanşetinde şöyle bir başlık okuduk, başlık aynen şöyle.

TBMM Başkanı Cemil çiçek diyor ki;

Her belalı iş beni buluyor

Meclise cemevi yapılması konusunda toplumda ortak görüş yok.

Neye göre karar vereceğim.

Son derece riskli her belalı iş gelip beni buluyor diyor.

Ve bu ifadenin altında bir kare içinde şöyle bir yazı var;

Beş bin teröristle niye baş edemiyoruz..

Bunu diyen Cemil çiçek, şöyle devam ediyor;

Bu kadar asker, polis var nasıl oluyor da 5 bin teröristin hakkından gelinemiyor?

Belli ki kurmay planlaması var.

Bu kurmay planlamasını yapan kim, onu görmek lazım

İşte Sayın Cemil çiçekin bu sözü hiç de yabana atılmaz.

Bu işin, bu terörün kaynağı ve arka bahçesi kim, işte yüreklilik göstererek bunların üzerine bir türlü gidilemiyor.

Ancak demokrasi aldatmacasıyla geçiştirip duran siyasiler korkarım ki bir gün gelecek bu gaflet uykusu içerisinde Türkiyeyi apayrı bir maceraya sürüklenmekten isteseler bile kurtaramayacaklardır.

Tıpkı Suriyenin, Irakın baasçi rejimleri gibi.

Bizce kurtuluş çaresi yüreklilik gösterilerek gerek Türkler olsun, gerek Kürtler olsun, ırkçılık ve kavmiyetçilik vebasıyla değil, yegne kurtuluş çaresi İslam olmalıdır ve İslama sarılmalıdır.

Bizim tavsiyemiz bu.

Nitekim bugünkü başlığımız da bunu ifade ediyor.

En derin saygılarımla.