ARTIK YETER, TÜRKİYE BUNU KALDIRAMAZ!? (II)
Eklenme: 1/18/2016 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Bir önceki yazımda da başlık olarak kullandığım “Artık yeter, Türkiye bunu kaldıramaz” ifadesinin aynısını bugün yine sohbetimize başlık olarak kullanıyoruz.

Zira söylediklerimiz tüm çıplaklığıyla ortada.

Kelimesi kelimesine dünden bugüne geçmişe yönelik olup bitenler ne ise bugün aynı oluşan oluşumlar, meydana gelen olaylar dünün aynısını yansıtıyor ve uzantısıdır.

Ondan dolayı “Artık yeter, Türkiye bunu kaldıramaz” diyerek, kamuoyuna gerçeği sunmak zorundayız.

Aslına bakılırsa, devlet gerçekten dört gözle olaylara bakarak oluşan hadiselerin derinliğine inerse, her şeyin kökenin ve ana kaynağının Cumhuriyet Halk Parti anlayışı olduğunu görür…

Birer maşa durumunda olan tüm terör odaklarını tutan el, CHP’nin elidir.

Dün, nasıl ki Türkiye’yi büyük fitnelere sürükleyen ve darbeler üstüne darbeleri gerçekleştiren ve milletin iradesini bir türlü yakalayamayan bu kirli dış kaynaklı anlayış, ne yazık ki yüz yıldan beri devam ede gelmektedir ve oldukça hız kazanıyor, azıyor ve azgınlaşıyor.

Birer darbeler mucidi durumunda olan bu parti, İsmet İnönü zamanında ne kadar çamurcu, hilekâr, kirli senaryoları tezgahlayan bir anlayışa sahip ise dün zahmetli Ecevit de öyleydi, keza tüm gelip giden Genel Başkanlar ve o Genel Başkanların yanındaki yalaka unsurlar…

Ve nihayetinde hepsini temsilen varlığını gösteren mevcut CHP ve ibretnuma Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’dur.

* * *

İnanın, sevgili okurlar.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir daha CHP’nin iktidar yüzünü göremeyeceği ve hayatı boyunca Başbakan olamayacağını çok iyi bilmektedir.

Hem de tıpkı İsmet İnönü gibi bunu biliyor.

İsmet İnönü de öyle yapıyordu ve arkasından hemen darbe teşebbüsleri oluyordu.

Ama çeşitli oyunlar, tüm bunların yapabileceği de becerisinden veya zekâsından ya da yürekliliğinden değil de kendisi de dış orjinli hain planların elinde tuttuğu bir maşa olmasındandı.

O maşa nasıl kullanılıyordu?

İşte Emperyalist ülkeler hep bu maşayı kullanıyordu.

Şimdi Kılıçdaroğlu da aynı şekilde bu şirretliğini, edepsizliğini devam ettiriyor.

Türkiye’yi milletiyle, ülkesiyle, doğusuyla, batısıyla, Türküyle, Kürdüyle, bir bütün içerisinde olduğunu çok iyi bildiği için, ne yapıp yapıp bu birlikteliği, bu ciddi bütünlüğü zedelemek için, tıpkı geçmişteki patronları gibi halkı birbirine düşürme, fetbazlığında bulunarak, yeniden devletin bazı kurumlarını, özellikle Üniversite camialarını hareke geçirip, bir maşa olarak kullanma niyetinde.

Ve ne yazık ki kullanabiliyor da.

Ki daha bir hafta önce Türkiye’nin değişik üniversitelerinden 1128 sözde akademisyen, "PKK patentli" bir bildiri yayınladı..

İnanın ki; bunlara akademisyen demeye utanıyorum.

Akademisyenlik yerine adeta sol militan ve birer maşa durumundaki vicdanları kirlenmiş ucube yaratıklar, ne yazık ki bu sistemin, düzenin, rejimin ve anayasanın himayesinde, barındıkları gibi "akademisyenlik" unvanı almışlar…

Bunların bu kokuşmuş bildirgesinin hedeflediği temel amaç; devletin bazı güçlerini harekete geçirip, yeni bir darbe teşebbüsü ki bunu da yine sol mizahlı bazı medya gruplarının işbirliğiyle, DHKP-C’ye bağlı gizli Ergenekon, sosyalist, Bolşevik Rusya kölelerinin darbe girişimlerine bir nevi çağrı yapmaktadırlar..

Ana aktör, CHP anlayışıdır ve lider kadrosudur…

Ve bu maşaları tutan el de Genel Başkan demeyelim de Uzman Çavuş Kılıçdaroğlu’dur (!)

* * *

Kılıçdaroğlu.

Gerçekten Türkiye’yi ve Türkiye insanını hiçe sayıyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a ilk olarak milli irade paralelinde vermiş olunan yüzde 52 oy nispetini sindiremiyor, kaldıramıyor.

Onun için gittikçe hırçınlaşıyor.

Ağzından çıkanı kulağı duymazcasına edepsizlik yapıyor.

Adeta çocuklaşıyor ve ateşle oynuyor.

Aslında devlet, birer maşa durumundaki terör örgütleriyle mücadele vermesinden öte, maşayı tutan eli kırması lazım.

Bu maşaları tutan eller gerçekten gizli ve hain ellerdir…

Ki bu hain eller, bu rejim böyle devam ettikçe bunlar da böyle devam edecekler ki bunlar toplumun bünyesine yerleştirilmiş birer tehlikeli unsurlardır.

Bu unsurların başını çeken darbeci CHP olduğu gibi yeni yetme ve yavrusu durumundaki HDP’dir.

Zira HDP PKK’yı temsil ediyor, savunuyor, kışkırtıyor ve harekete geçiriyor.

Bugün Diyarbakır’da 2 aydan beri devam eden Sur olayları, tüm bu söylediklerimizin birer aynasıdır.

***

Bundan önceki yazımda da belirttiğim gibi…

Bugün CHP Genel Başkan Yardımcısı durumunda olan İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu Diyarbakırlıdır ve Diyarbakır’ın Kulp ilçesinin bir köyündendir.

Hasbelkader Hukuk Fakültesini okumuş, diploması var.

Ama pratikte Avukatlık yapmış hukukun bazı püf noktalarını biliyor, ama kötüye kullanıyor.

Savunma adını kötüye kullanıyor.

Nitekim 10 Ağustos 2004’teki olayı bir önceki yazımda belirtmiştim ve o arşivi siz değerli okurlarımızla paylaşmıştım.

Bunları yazarken, tüm kamuoyunu aydınlatma cihetinde yazıyoruz.

Bugünkü yaşam tarzımız gafletle geçmesin diye?

Bu nedenle, dünkü kirlenmeyi ve kirletenleri topluma deşifre etmek istiyoruz.

Nereden gelirse gelsin, artık devlet büyükleri bunu çok güzel teşhis etmelidir.

* * *

O gün yani 11 yıl önceki yaz gününde Diyarbakır’ın aşağı mahallesi denilen Hevsel Bahçeleri bağlık ve bahçelik bir yer olma hasebiyle teröristler oraya sığınmışlardı.

Ve o bahçelerin içinden rahatlıkla Sur mahallelerinin arasına giriyorlardı ve hatta girerken de aynı o tarihte gece Emniyet Bekçisi Abbas Yoldaş’ı da şehit etmişlerdi.

Ama Emniyet teşkilatının başında bulunan Sayın Orhan Okur, bunu hissedince harekete geçmiş ve önleme operasyonu başlatmıştı.

Gerçekten de Diyarbakır’a bu teröristlerin sızmasına izin vermeyerek, girmelerine engel olmuştu.

Elindeki Emniyet İstihbarat Teşkilatı çok güçlüydü.

Buna mani olmak isteyen de dönemin Diyarbakır Baro Başkanı Av. Sezgin Tanrıkulu idi.

Yıllardan beri PKK’ya yapmış olduğu Avukatlığın mükâfatlığını da bugün alarak iki dönemdir CHP Genel Başkan Yardımcılığını yapıyor ve İstanbul Milletvekilidir.

Evet, o gün Diyarbakır Söz Gazetesi “Manşetten” köşesinde “Orhan Okur’un Sesi, Devletin Gür Sesidir” başlığıyla bir yazı yayınlamıştı.

O yazının bir bölümünü önceki yazımızda, yani Cuma günkü sohbet köşemizde size aktarmıştım.

Bugün de o yazının birkaç satırdan ibaret az bir bölümünü özetleyerek yine sizinle paylaşmak istiyorum.

“Sözün kısası defalarca dile getirdik, hatta Hevsel Operasyonu esnasında yine dile getirmiştik, devlet daima olaylara at gözlüğüyle değil, geniş açıdan bakmalı.

Yani olup bitenleri oradan buradan değil, detayına inerek, gerçekleri gün ışığına çıkararak yorumlamalı ve değerlendirmelidir.

Bireylerde münhasır kalan bir devlet mücadelesinde kesinlikle ama kesinlikle başarılı olunamaz.

Olayı bir militanın ölü olarak ele geçirilmesi olarak değil, Abbas Yoldaş’ı şehit edenin hamiliğine soyunan, onu savunan, ona ulaşmak isteyen, Polis’i engellemeye çalışan zatları da görmelidir.

Keza Ferdi Özgen’e 100 bin mark verip, katliamları yaptıran Diyarbakırlı o dönemin işadamını da devlet görmelidir.

Her olayı dar çerçevede tutup ‘Tavşana kaç, tazıya tut’ misali politika gütmekle bir yere varılamaz.

O nedenledir ki Sayın Orhan Okur gibi devletin ve ülkenin birliği için zaman zaman sesini gür çıkaran kişilere devlet sahip çıkmalı ki sesi gür çıksın”

Evet, sevgili okurlar.

Bu son bölüm, bir önceki yazının devamıydı.

Kıssadan hisse olarak siz değerli okurlarımızla paylaşmak istedik.

Hani demişler ya; “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” misaliyle bugünkü yazımıza nokta koyuyoruz.

En derin saygı ve sevgilerimle.