"ATATÜRK TÜRKİYESİ’NDE YARGIYA VE TSK’YA NELER OLUYOR"!
Eklenme: 9/1/2009 12:00:00 AM

Evet sevgili okurlar! 10 ve 11 Ağustos tarihli SÖZ Gazetesinde "Günün Yorumu" adı altında yazdığım makalemden dolayı sadece internet üzerinden onbir bin altı yüz kişi tarafından okunmuş önemli yazılardır. Zira muhtevası anlayanlar için çok geniştir. Mana itibarıyla da anlamlı yazılardır. O tarihli SÖZ Gazetesinin birinci sayfasında büyük puntolarla şöyle bir manşet atılmıştı: "JİTEM İHTİMALİ" Manşetin alt yazısı ise şöyle devam ediyordu: "Saldırganların parmak izi tutmadı. Karakol saldırısında JİTEM ihtimali güçleniyor. Vanda 31 Ekim 2005 günü Erek Polis Karakoluna bombalı saldırı düzenlendi. 9 Kasım 2005 günü Şemdinlide eski PKK hükümlüsü Seferi Yılmaza ait kitap evine bomba atıldı. Bu olaylardan beş gün sonra Vanda bu kez dönemin İl Jandarma Alay Komutanı Kıdemli Albay Hamit Özdemire suikast girişiminde bulunuldu. Komutanın aracına cep telefonu düzenekli bomba koymaya hazırlanan Mehmet Develi ve Tufan Fırat eylemi gerçekleştiremeden yakalandı." 11 Ağustos 2009 tarihli SÖZ Gazetesinin manşetine gelince. O da şöyleydi: "Hukuk mu, Guguk mu dedirten Yerel Mahkemenin SKANDAL BERAAT" Ve manşetin alt yazısı şöyle devam ediyor: "8 yıllık hukuki süreçte yerel mahkeme ve Yargıtayın aynı davaya ilişkin üç kez ceza hüküm ettiği dava, bu nasıl adalet dedirten bir organizasyonla yeni hakime, yeni davaymış gibi beraat kararına hüküm etti. Mahkemenin dayandığı gerekçe ise hukuka aykırı olduğu bildirilerek şikayet konusu edildi." Bu paralelde o günlerdeki "Günün Yorumu" adı altındaki makaleme başlık olarak şu ifadeyi kullanmıştım: "Atatürk Türkiyesinde Yargıda Neler Oluyor?" Evet bu makalem çok yankı buldu olacak ki; sadece internet üzerinde on bir bin altı yüz kişi tarafından okundu. Bu yazıya istinaden gerek bana ve gerekse gazetenin haber merkezine yoğun telefonlar ve e-mailler geldi. Bazı okurlar tarafından yazının anlamlı ve kapsamlı olması hasebiyle benden tekrarını istediler ise de, fakat benim çalışma yoğunluğum nedeniyle bir türlü devamı anlamında yazamadım. Ancak o paralelde bu kez aynı başlığa bir cümle ilave ile daha anlamlı ve daha geniş kapsamlı bir yazıyı kaleme almak için hazırlandım. Ve bugünkü yazımı siz değerli okurlarımla paylaşmak üzere şöyle kaleme aldım "Atatürk Türkiyesinde Yargıya ve TSKya Neler Oluyor?" Zira bu başlığın nedeni gün geçmeden devletin bu her iki kurumu yeni yeni skandallarla, ayıplarla bir çok olumsuzluklarla karşı karşıya gelmesin. Malumunuzdur olup-bitenler. Biz burada bu yazıyı yazarken, eleştiri olarak devletin bu her iki kurumunun milletimiz için, çağdaş bir Türkiye için çok güvenilir, itimat edilir dayanak noktası olduğunu gözardı etmiyoruz. Bilakis halkımızın Cumhuriyet tarihi boyunca bu her iki kuruma karşı beslediği güven sonsuzdur. Olmazsa olmazı durumunda olan bu değerli her iki kurum, maalesef son iki yıldan beri gerek yazılı ve gerek görsel medyamızın önemli kalemlerinin eleştirilerine mazhar olmuştur. Gün geçmeden, hatta saat geçmeden bu her iki kurum naehil mensupları tarafından gündeme getirilmesin. Ciddi bir şekilde bu naehil mensupları tarafından gölgelenmektedir. Keyfilik, cebri ve yanlış ideolojilerin taşıdığı insanlar bu değerli her iki devlet kurumlarını kendi emelleri doğrultusunda yanlış uygulamalara sevk ediyorlar. Bu nedenle der demez gün gittikçe halkın güven ve beklentileri sarsılıyor ve zaafa düşüyor. Bu nedenle biz de bunu sezdik ve diğer yazar ve düşünce sahibi bazı aydınların paralelinde eleştirilerimize devam ediyoruz. Ta ki iktidar, hükümet, kendine çekidüzen vererek, kamuoyunun beklentileri paralelinde yeni bir yapılandırmayla bu her iki kuruma çekidüzen versin. Evet sevgili okurlar! Zira görünen odur ki, gün gittikçe çağdaş, demokratik, sosyal bir hukuk devletinin artık medeniyet ve insan hakları seviyesine ulaşmak için kollarını sıvayarak demokratikleşme açılımına girmesi gerekir. Bu demokratik açılım, her hususta, gerek Kürt sorunuyla ilgili olsun, gerek Türkiye sorunlarıyla ilgili olsun, eski skolastik statükoculuktan vazgeçip yepyeni, terütaze insan hukukuna dayalı bir devlet vasfına girmesi lazım. O eski Cumhuriyet Halk Partinin kirli ve yanlış ideolojisi paralelinde devlet yönetilemez. Şeflik ve dipçik dönemleri artık kapanmalıdır. Katı, faşizan bir ırkçılık ideolojyasına son verilmelidir. Aksi taktirde Türkiye hiçbir zaman bir yere ulaşamaz. Çağdaşlığı yakalayamaz, demokrasi ve sosyal bir hukuk devletinin kenarından bile geçemez. Hani demişler ya, "Görünen köy kılavuz istemez" diye. Her zaman değindiğim gibi, hali alem meydanda Yukarda bahse konu olan bu her iki değerli kutsal kurumumuz maalesef bazı kirli düşünceler ve kirli eller tarafından kötüye kullanılıyor. Gerçi mevcut iktidar da bunun farkında. Yukarda anlatmaya çalıştığım gibi bu olumsuzluklar ve bu usulsüzlükler, zaman zaman birileri tarafından elle tutulur, gözle görülür antidemokratik uygulamalardır. Ne hukuka yakışır, ne de askerin ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin ciddiyetine Evet! Burada günlük yazılı medyamızın bazı manşetlerini sizinle paylaşmak istiyorum. Örneğin, 29 Ağustos 2009 tarihli Zaman Gazetesinin manşeti şöyledir: "Ergenekon PKK ilişkisi deşifre olunca Devrimci Karargah Kuruldu." Ve Haber şöyle devam ediyor: "PKKdan kaçarak güvenlik güçlerine teslim olan Bülent Dumlunun polisteki ifadeleri terör örgütleri arasındaki bağlantıları deşifre etti. PKK Ergenekon ilişkisine dikkat çeken Dumlu, kaçışları önlemek için yeni bir örgüt kurulduğunu söyledi ve ekledi: "Devrimci Karargah, Ergenekona hizmet ediyor." 25 Ağustos 2009 Salı günkü Zaman Gazetesi manşetten daha çarpıcı bir haber veriyor. "MİT, Başbakanlık ve Genelkurmayı bilgi notlarıyla uyarmış. KARARGAH EVLERİNDE TEHLİKE BÜYÜK" Ve haber şöyle devam ediyor: "Ergenekon savcılarının, aramalarda ele geçirilen "MİT antetli" bazı belgeleri kuruma sorması çarpıcı bilgileri açığa çıkardı. Karargah Evlerinde üretilen evrakların sahte olduğunu tespit eden MİT, olayın aciliyeti ve tehlikenin büyüklüğü konusunda Başbakanlık ve Genelkurmayı uyarmış. Ek klasörlere giren Emre Taner imzalı gizli raporda olayın boyutlarına dikkat çekiliyor: "İP/Karargah Evlerinde tehlike büyük." Bir de aynı gazetenin ikinci haberi daha çarpıcı ve daha anlamlı: "Gizli Tanıklar Deşifre Olunca Koruma Kurulu Tartışmaya Açıldı Terör örgütlerinin etkili şekilde yargılanması için getirilen gizli tanıklık müessesesi uygulamada büyük yara alıyor. Özellikle Ergenekon davası ve Albay Cemal Temizözün yargılandığı faili meçhul cinayetlerle ilgili davada kritik ifadeler veren gizli tanıklar, bir bir deşifre ediliyor. Bu yüzden tanıkların bazıları ifadelerini geri çekerken, Tanık Koruma Kurulunun yapısı tartışmaya açıldı. Gizli tanıkları korumakla sorumlu kurul, 11 kişiden oluşuyor. İçişleri Bakanlığı bünyesinde faaliyet gösteren Kurula, Ergenekona bakan savcıları görevden almak isteyen ve Kent Otel toplantılarına katılan Başkan Vekili Kadir Özbek ile Ali Suat Ertosunun üyesi olduğu Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu da atama yapıyor." İşte buyurun sevgili okurlar! Gelin bu pirincin taşlarını nasıl ayıklanacağına İşte İmam ile cemaat meselesi Veya diğer bir deyimle "Balık baştan kokar'.. Taktir edersiniz ki balığın başı kokarsa, gövdesini "kim yiyebilir ki" İşte bu ifade anlayanlar için yeter de artar Bize göre, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığında görevlendirilen Ergenekon savcılarının hazırladıkları iddianame, bu büyük olaya karşı yetersiz, kısıntılı ve cılız düşmektedir. Zira, asrın davası olarak nitelendirilen bu Ergenekon Davası, hafife alınacak gibi değil Fakat bilemiyoruz, her nedense iddianame çok dar tutulmuş Sadece ve sadece fi tarihin Cizredeki faili meçhul cinayetlerin kimler tarafından işlendiği, bunu da gizli tanıkların ifadelerine dayandırıldığı ve duyulan iddialara göre, yapılan bazı ayarlamalar ve gizli çalışmalar nedeni ile o gizli tanıklar deşifre edilmiş ve hemen ifadelerini geri almak zorunda bırakılmışlardır. Bu durum olunca 11 Eylülde Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinde faili meçhul cinayetlere dayalı asrın davası olan Ergenekon davasının birçok şüphelileri tahliye edilecek düşüncesinden insan kendini alıkoyamıyor Ve bu zan gün gittikçe de güçlülük kazanmaktadır. Zira yukarda belirttiğim gibi, iddianame çok dar çerçevede tutulmuştur. Şöyle ki; Benim üç aydan beri davacı olarak Cemal Temizöz ve arkadaşları hakkında, Abdülkadir Ayganın ifadelerine ve yazdıklarına dayanarak vermiş olduğum dilekçe kapsam dışı bırakılmıştır. Kaale bile alınmamıştır. Bölgenin yıllardan beri faili meçhul ve komplo teorilerine dayalı bir çok karanlık olayları kapsayan üç klasörden müteşekkil 2006/19198 sayılı  hazırlık dosyası dört seneden beri Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının tozlu raflarında beklemektedir. Gün gibi aşikar, müdellel(Delillendirilmiş) olan ve ispatlı, dayanaklı belgelerle ileri sürülen konular, her nedense bir türlü Başsavcılık, hassasiyet göstererek bunu ele alamıyor. Zira, hukukçuların da dediklerine göre, Türkiyenin gerçeğini yansıtan bu dava dilekçemiz ve belgelerle dolu üç klasörden müteşekkil olan dava dosyamız hukuksal olarak ele alınırsa, sosyal bir hukuk devletinin adalet himayesine alınarak dava açılırsa, geçmişe yönelik bölgemizde olup bitenler tüm çıplaklığıyla ortaya çıkacaktır. Gerek yargı olsun, gerek askeri olsun, gerek bölgedeki o günlere yönelik MİTin yanlış ve yalan ve tezviratlarla dopdolu istihbari bilgileri olsun, her şey deşifre edilecek ve Türkiyeyi sarsacak biçimde her şey ortaya çıkacaktır. Bu da elbette ki birilerinin işine gelmez Hani meslek taasubu var ya.. Bu durum ön plandayken bize göre hiçbir şey gerçekleşmez, gerçekleşemez. Bugünkü yazdıklarımız bu kadar olsun, inşallah önümüzdeki günlerde daha çarpıcı, daha detaylı bilgilerle sizin huzurunuzda olacağız. Adalet Bakanımız sayın Sadullah Ergün beyin dikkatine aynı bilgileri ve aynı dosyaları sunmuş durumdayız Görelim mevlam neyler, neylerse güzel eyler En derin saygılarımla