BAŞKANLIK, ANAYASA, MEVZUAT VE ZİHİN HÂKİMİYETİ! (II)
Eklenme: 1/28/2016 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği üzre aynı başlık altında dünkü sohbetimizde de ifade etmeye çalıştığımız ülke gerçeklerini dile getirmiştik.

Bugün biraz daha önemli, önemli olduğu kadar da çarpıcı gelişmeleri siz değerli okurlarımızla paylaşmak istiyoruz.

Bu yazıyı Diyarbakır’dan yazıyoruz.

Yazdığımız esnada Diyarbakır’ımızın önemli semt ve çevrelerinin ne yazık ki adeta yağan kanas kurşunlarının tehditleri altında olduğunu biliyoruz ve görüyoruz.

Yüce Allah’a inandığımız, kesin ve tahkiki bir imanla yaşadığımız için, gelecek kaderlerimize de inanmışız, ölümün hangi saatte gelip gelmeyeceğini de ancak yüce Allah bilir.

Ama bölge, ne yazık ki PKK terör örgütünün tehditleri ve tehlikeleri altındadır.

Ki kanas kurşunları zaman zaman uzaktan da olsa bazı vatandaşların pencerelerinden hain bir misafir olarak camı delip içeriye giriyor.

Bazen şans eseri zarar vermiyor, ancak zaman zaman zarar görenler de oldu.

Mevlüde Öğretmen gibi.

Dün yine bir vaka oldu.

Melikahmet semtinden Yenişehir Belediyesi’nin civar binalarından birine kurşunlar isabet etti, zarar vermedi ama vatandaş der demez her an için “Ölüm ne zaman gelecek” diye korku ve titreyiş içindedirler.

Vatandaş polise haber verdiği halde, polis açık ve net olarak “Gelmiyoruz, kırılan camın fotoğrafını çekin ve kurşun çekirdeğini de bir zarfa koyun bize gönderin, biz ekip gönderemiyoruz” diyen Yenişehir Karakolu yetkilileri tarafından.

Biz burada objektif görüş ve gözlerle gördüğümüz eksiklikleri elbette ki yazacağız ve kamuoyuna sunacağız.

Yetkililer görev yapıyorlar, yapmıyorlar onu bilemiyoruz.

Ama olan bölge insanlarına oluyor, masum, gencecik asker ve polislerin canına mal oluyor.

Bunu da belirtmeden geçmek istemiyorum.

Hiç unutmayalım ki vatandaşların canı o kadar ucuz olmamalıdır.

Vatandaş büyük sıkıntı içerisinde bocalayıp dururken, Melikahmet’te Sur ilçesinin sokaklarında teröristler kaleşnikoflarla dolaşıyorlar, mevzileniyorlar, vatandaş bunları gözüyle görüyor.

Ama her nedense Valilik bunu görmüyor, Polis görmüyor veya görmezlikten mi geliyor?

Onu da bilemiyoruz.

Zira içimiz kan ağlayarak bunu söylemek zorunda kalıyoruz.

Sayın Efkan Ala’nın İçişleri Bakanlığına geldiğinden bu yana her gün terör biraz daha azıyor, azgınlaşıyor.

Bu da ayrı bir merak uyandıran soru.

Ama vatandaşın her gün şehitlerin cenaze merasimlerini seyrederken, Genelkurmay Başkanlığının Silopi’de, Cizre’de, Diyarbakır’da “20 terörist öldürüldü veya 40 terörist öldürüldü” gibi görüntüsüz beyanatları, inanın vatandaşa teselli vermiyor.

Kimse kusura bakmasın, inandırıcı da değildir.

Çünkü vurulan teröristlerin cesetleri yok.

O elinde silah bulunan terörist gerçekten vuruluyorsa, onun fotoğrafını çekip kamuoyuna göstermeleri gerekir ki vatandaş en azından biraz teselli bulsun.

Ama her nedense o da yok.

Bir de devletin stratejik çalışma şekli bize göre yetersizdir.

Zira bu işi organize eden ve terörü destekleyen resmi siyasal bir yapılanma vardır.

Bu partinin yönetiminde bölgenin belediyeleri var ve bu belediyeler açık ve net olarak teröre yardım ediyorlar, hendek kazmak için araç veriyorlar ve parti tarafında da hiçbir eleştiri veya herhangi bir olumsuz tavır görünmüyor.

Ve yaptıkları da yanlarına kar kalıyor.

Buna rağmen demokratik bir sistem (!) adı altında devlet bunları seçime sokuyor, meclise götürüyor, Maliye’den bütçe ayırıyor.

Devlet tüm varlığıyla, mali ve ekonomiksel güç temin ediyor.

Daha sonra da bu gücü kullanan bölgedeki bazı devlet kuruluşları, yani belediyeler ve siyasal bir parti…

Tüm bunlara rağmen gerek Cumhurbaşkanımız olsun, gerek Başbakan olsun, millete karşı güzel konuşmalar yapıyorlar ve o konuşmalarla ümitler yağdırıyorlar.

Vay “Başkanlık”, vay “Anayasa”, vay “Mevzuat” vs. vs.

Bizim edindiğimiz intibalara göre Cumhurbaşkanı da Başbakan da bu sloganlara inanmadıkları halde söylüyorlar.

Muhalefet mecliste sesini yükseltiyor, sanki iktidar onların elindeymiş gibi serbest adım atıyorlar.

Zaman gösterdi ki CHP anlayışının kesinlikle ülkenin bölünmesine yönelik çalışması var, el altından terör örgütleri olsun veyahut HDP olsun, onlarla iç içe.

Hele hele mezhepçilik anlayışı paralelinde düşünen Kemal Kılıçdaroğlu, Suriye canavarı ve Rus ajanı Esad’ın yanında yer alıyor ve Esad’ın ağzıyla konuştuğu halde, bunların bu hıyanetlerine karşı Meclis sessiz kalıyor, iktidar kulağını tıkıyor ve görmezlikten geliyor.

Gerçekten de Meclis çoğulcu demokratik bir parlamenter sistemiyle çalışıyorsa, öncelikle Kemal Kılıçdaroğlu’nun ve onun gibi düşünen HDP’nin liderleri Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ gibi aşırı konuşanlar, devlete, millete hakaretvari konuşmalar yaparken…

Meclis çatısı altında bu konuşmalar yapılınca suç teşkil etmiyormuş.

İşte bu anlayışa karşı, millet ağlasın mı gülsün mü?

Milletin ne ağlaması gelir, ne de gülmesi.

Çok büyük bir korku ve heyecan hıçkırıkları atıyor.

Ağlamak istiyorsa da ağlayamıyor.

* * *

İnanın, sevgili okurlar.

Bundan 45-50 sene önce Suriye ile Irak parlamentosu da aynı bugünkü Türkiye’nin parlamentosu gibi çalışıyordu.

Parlamentoyu rahatsız eden her iki ülkenin de iki tane partisi vardı.

Solcu, komünist, Marksist, baas partisiydi.

Bu baas partinin başına getirilen darbeci subaylar nihayetinde bu her iki ülkeyi de ele geçirdi.

Birisi ılımlı solcu komünisti Irak’tı.

Birisi de aşırıydı, o da Suriye.

Beşar’ın babası Hafız Esad’dı.

Ve bu solcu, komünist, Marksist anlayışa sahip sözde bu iki siyasi parti, gel zaman git zaman bu her iki ülkeyi bugün haçlı, emperyalist düşmanların çizmeleri altında inim inim inletiyor.

O muhafazakâr hükümetler silindi gitti ve “Ke en lem yekûn” oldular.

Muhafazakâr diyorum.

Çünkü onlar da hep demokrasiden, hürriyetten, “Vatan, millet, Sakarya” örneğiyle boş, hurafe nutuklar atıyorlardı.

Gerçekten, kamuoyu adına çok endişeliyiz.

Onun için böyle endişeli yazılar yazıyoruz.

Nerdeyse bir haftadan beri medyanın diline dolaşarak pelesenk durumuna giren bir olay var.

O da Leyla Zana ile Cumhurbaşkanının, bu olaylara çare bulmak üzere bir araya gelip görüşme istemi varmış.

Sanki Leyla Zana tüm Kürtleri temsil ediyormuş, sanki bölgenin ve memleketin yegâne söz sahibi Leyla Zana’ymış gibi görüntü veriliyor.

Böylece boşuna zaman kaybı oluyor ve halk da boşuna bekliyor.

Bundan nerdeyse beş sene önceydi.

Yine Leyla Zana, Beşir Atalay’ın İçişleri Bakanı olduğu dönem Cumhurbaşkanının Başbakanlığı döneminde Başbakanlığa giderek Başbakan ile görüşmüştü ve oradan çıkan sonuçta “Barış Süreci” söz konusuydu.

Gerçekten merak ediyoruz o Barış Sürecine ne oldu?

Hele hele Başbakan Yardımcısı ve o zaman adeta hükümet sözcüsüymüş gibi her şeye müdahalesi bulunan Yalçın Akdoğan’ın Sırrı Süreyya Önder’le, Pervin Buldan’la Dolmabahçe’de konuşmaları hala kulaklardadır.

Adeta bu milletin kulaklarını çınlattı o anlaşma.

Şimdi sıra Leyla Zana’da.

Leyla Zana, gerçekten yıllardan beri bu bölücülük anlayışı paralelinde çalışan ve aktif rol oynayan bir insan olmakla beraber, hiçbir zaman PKK, HDP, Kürtleri temsil etmediği gibi Leyla Zana da bu bölgeyi temsil etmiyor.

Bize göre birileri yine olayların içine biraz daha zaman kaybolsun diye parmak sokuyor.

En derin saygı ve sevgilerimle.