BEDİÜZZAMAN VE PROJELERİ!
Eklenme: 11/11/2011 12:00:00 AM

Evet, sevgili can dostlar. Dün de sizlere sunmak istediğim yakın tarihimizdeki olup biten gerçekler, tüm çıplaklığıyla orta yerdedir. Uzağa gitmeye hiç lüzum yok. Ancak bu yüzyıl içerisinde yani Osmanlının sonlarına doğru çöken büyük Osmanlı İmparatorluğu ve Hilafet-i İslamiyenin ortadan kaldırılmış hali, bizlere bir çok mevzuda ders-i ibret ihtiva etmektedir. Nitekim; Bediüzzaman Said-i Nursî Hazretleri o dönemlerde zaman zaman devlet büyüklerine, devletin varlığı ve milletin bekası için, öneriler sunmuş ve uyarılarda bulunmuştu. O günün deyimiyle devletin resmi olarak adlandırdığı Kürdistan coğrafyasının üzerinde medreseler ve bu medreseleri yöneten özellikle o günün deyimiyle Kürdistan dediğimiz Şark-i Anadolu, yani Doğu ve Güneydoğu Anadolunun önemli vilayetlerindeki büyük ulema kesimlerine yer verilmesi, söz sahibi kılınması ve Kürtlerin ne kadar bu ulema kesimlere bağlı olduklarını ve sözlerini dinlediklerini tüm çıplaklığıyla, aktarmıştı. Dün de belirtmek istediğim gibi; Ustad Beddiüzzaman Saidi Nursi Hazretleri, Doğu ve Güneydoğudaki Van, Bitlis, Diyarbakır olmak üzere bu üç büyük illerde birer kurtarıcı olarak hem Fünun-i cedide denilen yeni çağdaş teknolojiye dayalı ilimler ile İslami ilimleri kapsayan üniversitelerin kurulmasını ön koşul olarak ileri sürmüştü. Ve birer Medrese-tü Ez Zehra olarak adlandırılan bu üniversitelerin başına da Kürtlerden oluşan büyük ulema kesimlerinin getirilip, söz sahibi kılmalarını ve giderek çoğalmasını ön plana almıştı. Ancak bu şekilde devletin bütünlüğü ile milletin birlikteliği sağlanabilir diyordu? Zira yine Bediüzzaman hazretlerinin ifadesiyle toplumsal gerçekleri ayakta tutan ve olaylara teşebbüs eden birer ehliyet sahibi olan ulema kesimidir. Hilkat şeriatı denilen insan yaradılış kanunları olarak bilinen gerçek, ehliyetli olan kimseler toplumları yönetebilirler. Yoksa; ehliyetsiz kişilere toplumların kaderi teslim edildiği zaman kıyamet kopar. Neden mi? Zira eşyanın tabiatı ile ters düşmektedir?

* * *

Toplumu yönetme bakımından becerikli, kabiliyetli ve ehliyetli kimseler ancak mesleğini bilerek icra edebilir. Mesleğini bilmeyen toplumda yetişen birer diplomalı cahil durumunda olan kimselere toplumların kaderi teslim edildiği zaman ve rasgele akıl gevezeliği ile bilinen herkesi söz sahibi kılmanın faturası elbette ki o topluma da çok ağır kesilir. Zira ehliyetsiz ve layık olmayıp hak etmediği halde, bazı önemli siyaset arenalarına birileri getirildiğinde kendini birer dev aynasında görüp toplumun üzerinde büyüklenme, hüküm etme ve üstün seviyede görmeye başlayan bu küçük insanların varlığıyla her şey alt üst olur. Toplumları toplum eden ilmi değerler kısaltıldığında ve bu kısaltma sonucunda mukadder olan mutlak bir istibdat ve zulüm kaçınılmaz hale gelir. Hele hele ilmi değerlere haiz olmayan, bölgede, bu coğrafyada  feodaliteden üreyen şeyhlik, ağalık gibi baskılı oluşumlar veya Marksizme ve siyonizme dayalı ideoloji ağından gelen birilerinin eline ülkenin, bölgenin ve ilin yönetimi verildiği zaman toplumsal dengeler alt üst olur.. Topluma hizmet ediyorum (!) diyenler toplumu kendine hizmetkâr kılmaya başlar.

* * *

İşte Bediüzzaman diyor ki; Bu tür olumsuzlukları ortadan kaldırabilmek için tek bir ilaç ve kurtuluş reçetesi var. O günün deyimiyle Kürdistan bu günün deyimiyle Doğu ve Güneydoğu Anadolu coğrafyasında ilmi medreselerin varlığını peyda etmek ve bu medreselerin başına ilmi kariyerle donatılmış, ilmiyle amel eden yüce ahlak sahibi ulema kesimi getirmektir. Bu nedenle Münazarat adlı eserinde o büyük Üstat şöyle diyor; Vicdanın ziyası (aydınlığı) Ulum-i Diniyedir (dini ilimlerdir). Aklın nuru (aydınlığı) Fünun-i Medeniyedir (ilme ve teknolojiye dayalı çağdaş bilimselliktir). İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder. Gerçek aydınlığa kavuşur. Bu her iki kanat ile talebenin himmeti, öğrencinin arzularını pervaz eder (artırır) Ulum-i Diniye ile Fünun-i Medeniye birbirinden ayrıldığı zaman hiçbirisi bir netice veremez. Birincisinde yalnız Ulum-i Diniyede taassup (kuru tutuculuk) meydana gelir. İkincisinde çağdaş teknolojik bilimselliğe dayalılık ise dini tanımadığı için hile, şüphe ve sahtekârlık temelinde yaşar. İşte bunun için Osmanlı coğrafyasında yaşayan Türkler olsun, Kürtler olsun, bu her iki milletin yegâne güvenebileceği ve dayanma noktası durumunda olan Kürdistandaki Ekrat ulemasından (Kürtlerin yetiştirdikleri büyük ilim adamları ile) olabilir. Tek kelimeyle özetlemek gerekirse, bu coğrafyada halklar ve toplumlar üstünde söz sahibi olabilmesi ve Kürtleri daha çok güzel bir şekilde eğitebilmeleri için yerel dillerine aşina olan yani güzel Kürtçeyi öğrenen müderrislerin, öğretmenlerin seçilmesi gerekir. Bu şekilde olunca Kürtlerin yüzyıllardan beri süre gelen sahipsiz, eğitimsiz ve inançsız bırakılmaları ile beraber içlerinde bulunan ulema kesimlerine de hor gözle bakıp geri plana itilmesiyle ekonomiksel olarak cılız haline getirip zafiyete ve gerilemeye neden olan devletin bu siyaseti işte topluma çok ağır fatura getirmiştir. Mevcut olan terör, anarşi, kargaşa, oluk oluk akıtılan masum insanların kanı, anaların gözyaşları tümüyle bunun bir sonucudur, diye düşünüyoruz.

* * *

Üstadın bu hususta ileri sürmüş olduğu bazı önemli maddelerden birisi de Dar-ul Muallimin olarak bilinen medreselerin hem İslami ilimlerden hem de yeni çağdaş teknolojiden ibaret olan okulların birer varlığıdır. O günkü kavram Dar-ul Muallimin olarak bilinen bu okulların Doğuda varlığı söz konusu olmalıydı. Toplumsal fazilet, ahlak, terbiye ve diyanet buradan geçer. Zülcenaheyn denilen toplumun iki kanadı durumunda olan hem okul hem de medrese. Kürdistanın olmazsa olmazıdır, vazgeçilmez temel varlıktır ve ana sermayedir. Üstadın gerçek bir proje olarak Sultan Abdulhamide ve Meşrutiyet hükümeti olan İttihat ve Terraki hükümetine sunmak istediği kurtuluş projesi işte Medresetüz-Zehra denilen Kuzey Afrikada bulunan Cami-ül Ezherin bir küçük kız kardeşi olarak bu coğrafyada da varlığı kaçınılmazdır diyor. Eğer bu olmazsa yalnız kupkuru, dinsiz bir eğitim, imansız bir öğretim, edepsiz ve hileli bir nesil yetiştirmekten kendini kurtaramaz. Medrese ilmi ile yetinmek isteyen eski çağa, eski usullere dayalı, yalnız ve yalnız dini ilimlerle yetinen medreseler de hurafeden, geri kalmışlıktan, cılızlaşmaktan başka bir yere varılamaz.

* * *

Üstat Bediüzzaman diyor ki; Vilayat-i Şarkiyenin ıslahı ve Kürtlerin dünyevi bir mutluluğa ulaştırılabilmesi için kesinlikle ve kesinlikle çağdaş teknolojik ilimlere bağlıdır. Ve bu çağdaş teknolojiye dayalı ilimlerin ana kaynağı medrese ulemalarının eğitimidir. Başta söylediğim gibi toplum medresedeki dine dayalı ilimleri ile ve çağdaş medeniyet seviyesine ulaştıran teknolojik ilimlerin bir araya getirilmesiyle Kürtler mutlu olabilir ve bununla ülke bütünlüğü sağlanabilinir. Ama yine Üstadın deyimiyle, kesinlikle Doğu ve Güneydoğu insanının dizginleri cahil, cühela, ilimden - irfandan yoksun olan kişilerle değil her iki kanat ile kanatlandırılan gerçek ilim adamlarıyla Kürtler bir yere gelebilirler, yoksa kan dökmekle, masum insanların kanını dökerek birilerinin kirli ideolojisine alet etmekle, bir yere varılamaz. Olsa olsa; Kürtlere ihanet olur. Nerden gelirse gelsin, terörü himaye eden hangi kaynak olursa olsun, Kürtlere en büyük kötülüktür. Çağdaş medeniyet seviyesine ulaşabilmenin, yakalayabilme şansı devletin milli bütçesiyle, halkın vergileriyle oluşturulan bütçesini gerçek Milli Eğitim kaynaklarına münhasır kılıp iyi öğretmenlerle, iyi öğrencilerin yetiştirilmesiyle mümkündür. Bize göre toplumun kurtuluşudur ve olmazsa olmazı da bu yol haritasıdır. En büyük kötülük; toplumu Kuran ahlakından uzaklaştırmaktır. En derin saygılarımla. Hayırlı Cumalar..