BİR RUH-İ HABİS DAHA…
Eklenme: 5/19/2009 12:00:00 AM

Evet değerli dostlar, sevgili SÖZ okurları! Bilindiği üzere bizim yüce İslam inancına göre yeryüzü tarih boyunca hep böyle kargaşa, kavga, terör, kan ve gözyaşlarıyla devam edegelmiştir. Bunun kökenine bakıldığında netice itibariyle tek bir kelimeyle ifade edebiliriz ki bu da hep hak ile batılın birbiriyle çarpışmasıyla var olmuştur. Temel neden hakkı temsil eden, yani Tevhid inancının temsilcileriyle küfrün, şirkin, pisliğin, habasetin, aşağılığın temsilcileri arasındaki bir mücadele sonucudur. Bilimsel olarak, tarihsel olarak, coğrafyaların üzerindeki yaşam şekillerine bakıldığında da her şey bu tezimizi tamamıyla kanıtlamaktadır. Beşeriyetin, yani insanoğlunun doğru yola davet edilmesi, insanların hem dünya mutluluğu hem de ahiret mutluluğu için konulan kurtarıcı dengeler hep tamamiyle haktan, hakkaniyetten, hukuktan yana Allahu Tealayı temsil eden seçkin bir zümre söz konusu olmuştur. Ki bunlar da Peygamberlerdir. Bunların değer tarifi ve tanımlama unsuru hakkın ve hukukun realitesidir. Bu hak ve hukuk realitesini temsil eden yüce kimliklere de "Ervah-i Tayyibe" denir. Yani güzel ve seçkin ruhlar demektir. Bunların karşıtı olan, çağlar ötesindeki kötü yaşamın temsilcileri Firavunlar, Nemrutlar, Karunlar, Ebu Cehiller vs. vs. insanlar da kesinlikle "Ervah-i Habise" ve pis ruhların temsilcileri olmuşlardır. Ama her alanda ve her asırda mevcut olmuşlardır Toplum, insanoğlu kendini bu her iki faktörden arındıramamıştır ve arındıramaz da Ta ki yeryüzünde hakkın, hukukun, adaletin tahakkuk ettirilinceye kadar.. Ve bu mutlaka bir gün kesinlikle gerçekleşecektir yeryüzünde Hulasa, yani ifade etmek istediğim gerçek şudur ki, iyiliklerin, güzelliklerin, ilimin, bilimin, inancın ve gerçek manada tekamül edilmiş insan cevherinin yegane temsilcileri temiz ruhların sahipheridir. Onun için bu temiz ruhların varlığı insanlığı Allaha götürür, tevhid inancına götürür ve mutluluğa ulaştırır. Bunun tam tersi ise "Ervah-i Habise"nin temsilcileri, yani kötü ve çirkin ruhların temsilcileri ise yeryüzünde bozgunculuğun, fesadın, kötülüğün, kokuşmuşluğun ve edepsizliğin temsilcileri olmuşlardır. Onun için bunlara "Ervah-I Habise" denir. Yani necis, pis ruhlara sahiptirler. Diğer tarafın temsilcilerine de dediğim gibi "Ervah-i Tayyibe" denir. Bu "Ervah-i Habise" denilen habis ruhların temsilcileri ve taşıyıcıları cinlerin ve insani şeytanların temsilcileridir. Hep kötülük yaparlar, hep kendi çıkar ve kurtuluşlarını, mutluluklarını başkasının zararında görürler. Toplumlara hep kötü ideolojilere dayalı menfur, istenmeyen halleri enjekte ederler. Özellikle çok değişik yöntemlerle gençliği ellerine alırlar. O yöntemlerin başlıcası da bana göre eğitim faktörüdür. Bir toplumun rahatlıkla yönetilebilmesi için, yani deyim yerindeyse şuursuz bir yaratık haline getirip binek olarak kullanabilme şansını yakalamak için o toplumu her şeyden evvel dininden, inancından, kültüründen, peygamberlerin yolundan uzaklaştırmaları gerekir. Ve kendi saltanatlarını, yönetimlerini bu doğrultuda şekillendirirler ve böylece zalim ve sömürücü düzen ve sistemleri insanlara kabul ettirmeye çalışırlar. Onun için bu tur nesnelere "Ruh-i Habis" denir. Bu ruh-i habis, yani kötü ruhlar, insanlığın karakter ve cevher babında eğer cismaniyet kazanılırsa, yani somutlaşmış bir varlık olursa, kokuşmuş, leş gibidirler Nitekim İslam mefkuresi olarak da yani yüce kitabımız Kuran-i Kerimin hükmüne göre bunlar ruhen necistirler. Bu habaset bulaşıcı bir hastalık gibi topluma yayılır ve toplum bunlara müptela olmaktan kendini kurtaramaz. Hele hele devletlerin bünyesinde varolagelen sistemlerin hükümranlığı söz konusu ise 'vay o milletin haline!' Hele hele bunların berrak ve parlak nutuklarıyla insanları kandırarak adeta zehirli bir bal lokması gibi insanlara bu necasetli kültürü yuttururlarsa işte o toplum hiçbir zaman kendini badirelerden kurtaramaz. Bu itibarla Kuranımız bize hatırlatıyor ve diyor ki; "İnnel müşrikine necesun" diyor. Müşrikler, yani inançsızlar necistirler. "Fela yakrubennel mescidel harame" "Mescid-ül haram olan haremi şerife, yani Kabe bölgesine kesinlikle yaklaşmasınlar" Demek anlaşılan budur ki; teru taze, miskü amber gibi halis ve sade bir coğrafyanın içine bu necis ruhlar, habis ruhların yaklaştırılmaması gerekir. Zira aynı domuz gribi gibi toplumların başını derde sokar.. Toplum başıboş, sergerdan, süratle dönüşüp devrini tamamlamak için devridaim yapan bir seyyare gibi, gezegen gibi her an için bir yere başını çarptırır Veya çarptırmasa dahi o tehlike korkusundan kendini kurtaramaz Burada başınızı ağırtmamak için sözümü kısa kesmek istiyorum. İşte yukarda bahsettiğimiz gibi "Ervah-i Tayyibe" ile "Ervah-i Habise" temiz ruhlar ve kötü ruhlar diye tanımlamak istediğimiz bu iki gerçek paralelinde yine devri saadete, ceziretül arabe hep beraber uzanalım. Aklımızı, hayalimizi, düşüncemizi oraya yönlendirelim. Bakın nelerle karşılaşırız ve neleri kazanırız. Bir gün Resulullah Efendimiz (S.A.V.) sevdikleri sahabiler arasında Mescid-i Nebevide otururlarken birdenbire ağır bir gürültünün sesi duyuluyor. Resulullah Efendimiz (S.A.V.) bu gürültünün şiddetinden elbette ki etkilenir ve hemen yanındaki arkadaşlarına şöyle der, "Yetmiş seneden beri yuvarlanıp giden büyük bir taş daha yeni cehennemin dibine ulaştı" Böyle bir işaret yoluyla bir vakayı hatırlatır. Ve bu gürültülü sesten kısa bir süre sonra Birisi gelir Resulullah (S.A.V.)ın huzuruna dikilir ve efendimize şöyle der: "Ya Resulullah, Medinenin falanca mahallesinde 70 yaşındaki meşhur bir münafık öldü, haberiniz var mı?" İşte Resulullahın "70 senedir yuvarlanıp cehennemin dibine yeni bir taş düştü" demesindeki veciz ve manalı Hadis-i Şerifin gerçek manasını şöyle ifade eder. Tıpkı yazımın başında işaret ettiğim gibi, yetmiş yılını aşmış bir "Ruh-i Habis" önceki gün öldü, toprağa gömüldü. İşte o ruh-i habisin uğursuzluğundan Türkiye kurtuldu ve insanlık alemi bir nebze de olsun 'huzura' kavuştu Böylece laikçiler ve Atatürkçüler üzüldüyse de, doğrusu, Müslümanlar o kokuşmuş habis ruhlardan daha fazlasıyla sevinerek kurtulmuşlardır. En derin saygılarımla