BU NE YAMAN ÇELİŞKİ!?
Eklenme: 3/7/2011 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar. Her zaman bu köşede dile getirdiğimiz gibi; Türkiyede "basın özgürlüğünün varlığı" kaçınılmaz bir gerçektir. Bunun dayanak noktası da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin "düşünce özgürlüğü ile din ve vicdan özgürlüğünün" söz konusu olduğu vurgusudur. Malumunuz üzre; Geçtiğimiz hafta aralarında iki gazetecinin bulunduğu, bazı kişiler Ergenekon Terör Örgütü soruşturması kapsamında gözaltına alındı. Ki savcılık sorgulamasında susma hakkını kullanarak ifade vermediler. Ve savcılıktan sonra tutuklamaları istemiyle mahkemeye sevk edilmiş ve tutuklanmışlardır. Keza Yalçın Küçükün de aralarında bulunduğu 11 kişi Ergenekon davası kapsamında onlar da polis ve savcıda susma hakkını kullanmış ve netice itibariyle onlarda tutuklama istemiyle mahkemeye sevk edilmişlerdir. Bu durum muvacehesinde Türkiye ve Dünya kamuoyunu oluşturmak üzere yer yerinden oynatıldı. "Basın Özgürlüğü" ihlal ediliyor, baskı altına alınıyor diye! Yargıya, savcı ve hakimlere özellikle bu davaları göğüsleyen savcı Zekeriya Öz hakkında kalmadık laflar, insanlığa uymayan, yakışmayan yakıştırmalar ve yaftalar yapıştırıldı ve hala da devam etmektedir. Sayın Cumhurbaşkanımız dahi bu hususta net bir açıklama ortaya koymamıştır, muğlâk ifadelerle yetinmiştir. Oysaki çağdaş, medeni bir zeminde olması gereken gerçekler ortaya konulmalıdır. Bu ülkede kim nedir, ne yapıyor, diye kimlikler tamamıyla açığa vurulmalıdır. Kapalı kapılar ardında gösterilen faaliyetler, sergilenen karanlık oyunlar, sahneye konulan senaryolar "basın özgürlüğüyle, düşünce hürriyetiyle" uzaktan yakından alakası yoktur. Ergenekon terör örgütünün tarihi macera uzantısı yalnız bugünümüze mahsus değil. Bunun uzantısı 31 Mart 1909 hadisesine dayanıyor. Osmanlının son döneminde devletin bünyesine sızdırılan birer tahrip kalıbı gibi devletin temeline yerleştirilen jön Türkler, genç subaylar ve Teşkilat-ı mahsusa... Bugünkü adıyla Milli İstihbarat olarak bilinen bu üç faktörün yanlış çalışmaları.. Devlet lehine değil dış kökenli mihraklara lehine çalışan bu şeytan üçgeni Osmanlıyı yok etme pahasına dahi çalışmışlardır. O gün hedeflenen faaliyet ve gizli oluşum ne ise, bugünde gizliden gizliye devletin temeline yerleşen ve yıllardan beri değişik versiyonlarla, çeşitli terör odaklarını bünyesinde besleyen bu şeytan üçgeni de aynısıdır. Yüz yıl öncesinin uzantılarıdır. Kim ne derse desin, basın özgürlüğüymüş, düşünce hürriyetiymiş, bilmem bu gazetecilermiş, bunlar dokunulmazlığı söz konusuymuş gibi kavram kargaşasını yaratmak, tamamen olayı ters yüz etme gayretidir. Hedef yüz yıl önce ne ise, yüz yıl sonra bir fazlasıyla uzana gelmiştir. Herkes uyanık olmalıdır. Başta devletin zirvesinde bulunan Cumhurbaşkanı Sayın Gül olmak üzere, devletin çok önemli kilit noktalarından Başbakana kadar, Sivil Toplum Kuruluşu Teşkilatlarına kadar, basının sağduyulu kalemlerine kadar ve gerçek manasıyla hür düşünceyi savunan önemli yazar ve çizerlerine kadar. Herkes ama herkes uyanmalıdır ki "bu tezgâh yeni bir tezgâh" değil. Bunu ortaya çıkaran başta Türk polisi olmak üzere bu Ergenekon davalarına bakan tüm özel savcılara da teşekkür etmek gerek. Ve aynı zamanda Türkiye milletiyle devletiyle, taşıyla ve toprağıyla bir bütünlük içerisinde polise ve savcılarımıza destek vererek, yanında durmalıdır. Avaz avaz bağıran jakoben, zorba anlayışlar, faşizan şoven 28 Şubatçı darbeciler ve onların yandaşları olan medya her zaman olduğu gibi günümüzde de çok büyük tehlike arz etmektedirler. Öylesine kargaşa yaratıyorlar ki devlet adamlarının zihinlerini dahi bulandırıyorlar. Batı dünyasını dahi yanıltmaya çalışıyorlar. Nedir bu hal, diye düşünmemek mümkün değil. Nedir bu yaman çelişki? 28 Şubat döneminde bu bölgede yaşaya gelen olaylar, antidemokratik hareketler insanımızı inim inim inletmiştir. OHAL Bölge Valiliği ile Bölge Asayiş Komutanlıkları ve DGM Cumhuriyet Başsavcılığında görev yapan o günün bazı savcı ve hakimleriyle işbirliği yapan o günün medya farmasonları büyük ittifak içerisinde hareket ederek antidemokratik uygulamalarda bulundular. Bölgede başta Diyarbakır Söz Gazetesi ve Söz TV ailesi dahil olmak üzere ülkenin bütünlüğü, milli birlik ve beraberlik şiarıyla hep devletin yanında yer aldığımız halde bize ve diğer birçok mağdur insanlara gösterilen baskıcı uygulamalar, ev ve işyerlerinin aramaları, fişlemeler, yakılan yıkılan köyler ve hasat zamanındaki harmanlar kimin umurundaydı ki? Hiç kimsenin! O zaman da devletin başında bir Cumhurbaşkanı vardı, sağır sultan gibi kulağını her şeye tıkamıştı. O günün savcı ve hakimlerinin bağımsızlığı ve dokunulmazlığı bir kaziyeyi muhkeme durumunda olduğu halde, 2005teki Şemdinli hadisesini ortaya çıkaran ve Türkiye gerçeğine imza atan savcı Ferhat Sarıkayanın başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmedi. Onun hazırladığı iddianame Van ağır ceza mahkemesi heyetince kabul görmüş ve dava açılmış, yakalanan sanıklar yaklaşık kırk yıl gibi ağır bir cezaya çarptırıldığı halde bir çırpıda savcı Ferhat Sarıkaya dönemin yüksek hakim ve savcılarının gayretkeşliğiyle bir daha mesleğine dönmemek kaydıyla görevinden uzaklaştırılmıştı. Ceza veren ağır ceza heyeti çil yavrusu gibi darmadağın edilmişti. Bazıları disiplin cezası aldı, bazıları da yer değiştirme cezası. Bende bir medya mensubu olarak, gördüklerimi, yaşadıklarımı ve bildiklerimi Sarıkaya'ya tanık unvanıyla ifade verdiğim için, medya tarafından adeta linç edilmek istendim. Yargısız infizlara maruz kaldım. Peki, bu özgürlükçü demokrat medya o zaman neredeydi? Bu meşhur medyanın solak kalemleri, bugünkü yakalanan gazeteciler için dünyayı ayağa kaldırmaya çalışırken, 12 yıl önce 28 Şubatta yapılan mezalimleri görmüyorlar mıydı? Bölgede yaşanmakta olan OHAL Bölge Valiliklerinin, Asayiş Bölge Komutanlıklarının, JİTEMin ve DGM Cumhuriyet Başsavcılarının uygulamalarını görmüyorlar mıydı? Hane sahibine korku içerisinde dönüp bakan süt dökmüş kedi gibi, bunlar niye o zaman basın özgürlüğü, düşünce özgürlüğünü savunmuyorlardı? 1997den 200li yıllara kadar Diyarbakırda DGM Cumhuriyet Başsavcılığı görevini yürüten ve uygulamalarının yüzde yetmişi keyfilik ve macera durumunda olduğunu, bu medya görmüyor muydu? Başbakan Recep Tayyip Erdoğanın Siirtte okuduğu bir şiirden dolayı Diyarbakır DGM Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hakkında açılan dava merhum Necmettin Erbakan seçim propagandasında Bingölde yaptığı konuşmadan dolayı onun hakkında da soruşturma açan aynı DGMnin hakim ve savcıları hakkında tek bir kalem oynatıldı mı? Hayır, oynatılmadı. Niye oynatılmadı.. Çünkü Savcı ve Hakimlerin dokunulmazlığı, söz konusuydu! Onlar için, bir kaziyeyi muhkeme durumundaydı! Peki kimse Sarıkaya için, konuştu mu?                              Dağılan Mahkeme heyetinin haline kimse, acıdı mı? Bu anti-demokratik uygulamalardır diyen oldu mu?

Bu ne yaman çelişki!. Bakın; Hem Başbakan o soruşturma neticesinde dört buçuk ay yattı, hem de Erbakan ceza aldı. Hiç kimse çıkıp gerek Türkiye ve gerek dünya kamuoyunu harekete geçirmedi. Her mezalim sessizce yürütülürken, herkes kulağına pamuk tıkamıştı. Peki, ne oluyor da bir haftadan beri Soner Yalçınından tut, Nedim Şenerine kadar, Yalçın Küçüküne kadar, Milli İstihbarat mensubu Kaşif Kozinoğluuna kadar yer yerinden oynatılıyor? Avrupa ve Amerika Dışişlerini dahi ayaklandırırcasına Türkiyeyi şikâyet ediyorlar. O gün bölgede DGMlerin hukuksuz uygulamaları ile OHAL Bölge Valiliklerinin ve Asayiş Bölge Komutanlıklarının ve JİTEMe kadar bölgede taş üstüne taş bırakmayan bu karanlık tabloyu görmezlikten gelen bu medya ve bu muhalefet daha ne zamana kadar bu karanlık ve hukuk dışı mezalime çanak tutacaklardır? Gâh Adalet Bakanlığını manevi baskı altına almak suretiyle Mustafa Balbay ile Tuncay Özkanın cezaevindeki odalarından tut, Oda TV sahibi Soner Yalçınına kadar, Yalçın Küçüküne, Nedim Şenerine ve firarda bulunan Kaşif Kozinoğlusuna kadar ortalığı karıştıran bu gayretkeş medya ve muhalefet nereden koşuyorlar? Sayın Cumhurbaşkanının dahi midesini bulandırmaya çalışan bu hilebaz güruh daha ne zamana kadar fitneciliği ve bozgunculuğu sürdürecekler. Cumhurbaşkanı imalı yollardan bazı önemli şeylere değiniyorsa da muğlâk ifadeler bazı çevrelerin de işine yarar gibi geliyor bize. Dünkü medyanın sürmanşetlerine giren Sayın Gülün ifadelerini birkaç cümle ile özetleyelim. Cumhurbaşkanı Gül, Ergenekonda gözaltına alınan gazetecilerle ilgili görüşlerini ve endişelerini kamuoyuyla paylaşırken, Madalyonun iki yüzüne dikkat çekerek şöyle diyor: "Yargının işine karışmasının söz konusu olamayacağını vurgularken, ülkenin takdir edilen imajının gölgelenmesi konusunda kaygılıyım" diye belirtiyor. AB ve Amerikadan gelen itirazları hatırlatırken geçmişteki gibi problemler yaşanıyormuş algısının ortaya çıkmamasını istiyor. Birincisi; Cumhurbaşkanın burada yaptığı vurgu zımnen bir nevi savcılara bir şeyler hatırlatmak gibi geliyor bize. İkincisi; Cumhurbaşkanı yargıdan insanlar ve kurumların onur ve hukuklarının zedelenmesine yol açmayacak şekilde titiz davranmasını bekliyor. Madalyonun ikinci yüzünde ise gazetecilerin mesleklerini kendi çerçevesinde yapıp yapmaması sorusudur. "Umuyorum ki ülkemizde hiçbir gazeteci mesleğini başka amaçlar için kullanmaz" uyarısında bulunarak şunu ekliyor Cumhurbaşkanı Gül; "Demokrasiyi ve basın özgürlüğünü korumak herkesin vazifesidir" Evet, Sayın Cumhurbaşkanının bu nazik ve ince görüşlerini belirtirken bir yerlere birer gönderme olarak kamuoyu nezdinde algılanmaktadır. Oysaki yargının yani özel hakim ve savcıların keyfi olarak olayları yaratarak birilerini gözaltına alma hevesinde olmadığı gibi öyle inanıyoruz ki, üç yıldan beri Ergenekonun olup bitenlerini ele alan başta savcı Zekeriya Öz olmak üzere hiçbir savcı ve hakim rasgele kimseyi gözaltına almamış ve sorgulamamıştır. Karşı taraf şeytan üçgeni içerisinde çalışıp dururken, elbette ki görevini namus bilen özel savcı ve Türk polisi de buna seyirci kalamaz. Kaldığı takdirde olay tekrar 28 Şubatlara dönüşür.. "Su uyur, düşman uyumaz" misali, hele hele bulanık havadan faydalanan kurtlar hiç rahat durmazlar. En derin saygılarımla.