ÇAĞDAŞ DÜNYA VE BEDİ-Ü ZAMAN (Mezarsız Bedi-ü Zaman)
Eklenme: 10/9/2009 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar! Bilindiği üzere bugünkü dünyamız, özellikle Türkiyemiz, muasır medeniyetler seviyesine ulaşabilme yarışı içerisinde bulunurken, yaklaşık yarım asır önce vefat eden "Üstadül Kül" büyük İslam düşünürü Üstad Bedi-ü Zaman hazretlerinin mezarı halen nerde olduğu bilinmiyor. Yani çağdaş bir ülkede 'mezarsız' bir vatandaş! Gelin de bunu akla ve adalete sığdırın? Ama neresine! Yani tek kelimeyle mezarsız bir Bedi-ü Zaman bugün eserleriyle dillere destan olup, milyonlarca gönülleri fethetmiştir. Bakın gizliden gizliye, 23 Mart 1960ta hasta, halsiz haliyle Ispartadan Urfaya geliyor. Ve o gece Çiçek palas otelinde kalıyor. Ne hazindir ki o gece; hakka yürüyor. Ve sabahı TRT 'vefatını' duyuruyor. Büyük İslam düşünürünün 'ölüm' haberini alan ülkenin dört bir yanındaki 'seveni', akın akın Urfa'ya sel gibi akıyor. Ve cenaze merasimine iştirak ediyor. Öyle mahşeri bir kalabalık oluşuyor ki, tabiri caizse 'iğne atsan yere düşmez' gibi bir insan seli oluşmuştu. Edirneden Karsa, Hakkâriden İstanbula kadar insanlar vardı. O gün o mahşeri tabloyu gören Türkiyenin o günkü derin, derin olduğu kadar da karanlık odakları 'ciddi bir şekilde' rahatsız olmuş olacaklardı ki; gizli planlar' yaptılar. Atatürkçülüğü, Kemalizmi, laikliği, Cumhuriyeti, Demokrasiyi, mal bulmuş mağribi gibi 'kendi' insiyatiflerinde kullananlar, elbette ki 'boş durmayacaklardı. Bedi-ü Zaman Said-i Nursiyi, Nur camiasını 'kendilerine' göre, en büyük tehlike olarak görüyorlardı. Ve onun için hep onları hedef seçiyorlardı. Hem medyaları hem kendileri. Bu vefatın merasimini gören bu odaklar, planladıkları hain düşünceleri paralelinde Encümen-i Danişlerin karanlık kurullarına dayanarak nihayet üç ay gibi kısa bir süreç içerisinde harekete geçtiler. Ve 13 Temmuz 1960ta bir gece yarısı askeri imkanlar kullanarak üstadın Halilürrahman Camisi yanında bulunan mezarını açıp, naaşını uçakla bilinmeyen bir yere götürdüler. Mezarını bile hazmedemeyen kirli anlayışın baş temsilcisi de o günün Genelkurmay Başkanı olan Orgeneral Cemal Turalın ta kendisiydi. Gayretkeşliğiyle bir gece yarısı mezarı açtırıp ortadan kaldırılan o büyük insanın naaşı o günden bugüne dek kayıptır, nerde olduğu bilinmemektedir. Ve bugüne kadar gelip giden hiçbir iktidar yüreklilik göstererek "Üstad Bedi-ü Zaman Said-i Nursinin mezarı nerdedir?" diye kendine ne merak etmişlerdir ne de sorabilmişlerdir. Ve ne de Üstadın itibarını iade etmişlerdir. Bize göre bu da çağdaş, demokratik, sosyal bir hukuk devletinin ayıbı olması gerekir. Düşünün, 1915li yıllarda Osmanlı ordusunun saflarına fahri savaş kumandanı olarak Bitlis havzasında Rus ordularıyla çarpışarak kendi talebelerinden birkaçını şehit vermiş, kendileri de yaralanmış ve yaralı olarak esir düşmüş bir zata gösterilen reva O büyük İslam âlimi 'Sibirya' kamplarında az mı işkence gördü. O dönemde Rus Generali Nikolay tarafından kamp kontrol edilirken, Üstad Bedi-ü zaman Hazretlerinin önünden geçiyor. Tevafuka bak. Üstad Generalin önünden ayağa kalkmıyor. Bunu gören Rus General Nikolay adeta çıldırıyor. Ve onu huzuruna çağırıp sorguluyor. 'İdam' edilmesi için de emir veriyor. İdam kararına Üstad karşı çıkarak Nikolay'a şöyle sesleniyor: "Herşeyden evvel ben bir Müslümanım. Aynı zamanda, Ulema saflarında yer almış bir İslam âlimiyim. Dinimizin gereği olarak, bir Müslüman inanmayan bir düşmanın önünden kalkmaz. Kalkarsa dini İnancını zedeler. Bu münasebetle, İnancım gereği senin önünden kalkmadım. Ve kalkmamda". Rus General Üstadın bu ciddiyetini görünce 'fikrini' değiştiriyor. Düşüncesine saygı gösteriyor ve verdiği 'idam' emrini de geri çekiyor. Düşünebiliyor musunuz? Bir Rus generalinin önünde 'davasını ve İnancını' koruyan ona karşı koyan bir İslam Düşünürü kendi ülkesinde; 'nasıl' mezarsız kalıyor. Sormazlar mı; 'bu ne turşu, bu ne lahana, be ne perhiz'! Birinci Dünya savaşı mücadelesi neyeydi? Kurtuluş savaşının hedefi neydi? İnsana sormazlar mı, yüz binlerce insan neden bu uğurda şehit olurken, Bir İslam âliminin naaşına bile 'tahammül' edilmiyor. Bakınız! İslam birliğini, ülkenin milli birlik ve beraberliğini her zaman ön planda tutan Bedi-ü Zaman hazretleri, ne çare ki Cumhuriyetin kuruluşundan sonra 'hep' mezalimlerle karşılaşmıştır. Ülke insanları da aynı mezalimleri görmüştür. Çünkü hükümeti eline geçiren Cumhuriyet Halk Partinin ve İsmet Paşanın acımasız ve planlı bir üslupla ülkeyi kaosa sürüklüyordu. İslama ve Kurana karşı yaptığı acımasız baskı ve dayatmalar sonunda halk ayaklanmaya zorlandı.  Özellikle Doğu ve Güneydoğu insanları, Şeyh Sait önderliğinde kıyam ettiler. Devlete karşı değil, bu yanlış uygulama ve mezalime karşı demokratik hakkını kullanarak kıyam etmişlerdi. Ama tüm bunlara rağmen Üstad Bedi-ü Zaman, bu kıyama iştirak etmeyerek ortalığı sükûnete ve barışa davet etmişti. Keza bu olaydan önce de Bitlisteki ayaklanmayı da önlemek için çaba göstermiştir ama heyhat! Hiçbirisi de o günün devlet adamlarına karşı zerre kadar geçerli olmamıştır. 1925'te vuku bulan Şeyh Sait olayından tam bir yıl sonra yani 1926'da, Bedi-ü Zaman Saidi Nursi'de, 'sistemin' dinazorları tarafından; sürgüne tabi tutulmuş ve Burdur'a 'kelepçeli' olarak gönderilmiştir. Bakınız! Rus esaretinden İstanbula dönerken geçici bir müddet memleketi olan doğuya geliyor ve Vana yerleşerek yine ilmi tedrisatlara devam ediyor. Birinci Dünya Harbinde Osmanlının mağlubiyetinden dolayı çok etkilenmişti. "Bu mağlubiyetimiz karşısında halimiz ne olacak?" diye soranlara da şu cevabı veriyordu: "Ben kendi elemlerime tahammül ettim fakat ehl-i islamın mağlubiyetine dayanamadım, üzüldüm ve ezildim. Alem-i İslama indirilen darbelerin en evvel kalbime indiğini hissediyorum. Onun için bu kadar üzüldüm. Fakat bir ışık görüyorum ki, o elemlerimi bir gün unutturacak diye düşünüyorum inşallah." İstanbulda en büyük ve en ehemmiyetli ve tesirli Hizmet-i Vataniye (Vatan ve millet hizmetinde) bulunan bu büyük insan, Hutuvat-i Sitte (Altı Plan) isimli bir kitap kaleme alıyor Bu kaleme alınan kitabın hedefi Osmanlıyı mağlup edip İstanbula yerleşen gaddar, zalim İngilizlere karşı yazılmıştır. Kitabın ana hedefi ve temel esprisi, acımasız, zalim haçlıların yüzlerine tükürüp izzeti diniyeyi ve şerefi İslamiyeyi muhafaza altına almasıydı. Zira İstanbulun yabancılar tarafından, yani İngilizler tarafından işgali sıralarında Bedi-ü Zaman hazretleri, Darül Fünun yani bugünkü adıyla İstanbul üniversitesinde görev almak üzere işe başlar. O arada İngiliz Anglikan Kilisesi tarafından Meşahati İslamiyeden sorduğu altı sualine karşı altı tükürük manasını taşıyan verdiği makul ve sert cevapları, onun dereceyi cesaret ve kemalet ve şecaatini fiilen gösteriyordu. Hutuvati Sitte adlı eserini yazarken, Çanakkalede savaş fiilen devam ediyordu. İstanbulun işgalinden sonra İngiliz ordusunun başkumandanına Üstadın bu eserini gösteriyorlar. Ve burada İngilizlerin aleyhinde propaganda yapan bir alim var Bunun hakkında bir şeyler düşünmek gerekir. O zalim kumandan üstat hakkında idam kararıyla bu insanı ortadan kaldırmak istediyse de fakat kendisine Bedi-ü Zamanın idam edilirse bütün şarkı Anadolu insanı ebet, müddet İngilizlere karşı düşmanlık besleyeceğini ve aşiretlerin bunu bahane ederek her an isyan edeceklerini söylemesi üzerine o kumandan üstadın idamından vazgeçiyor Bedi-ü Zaman İstanbul tepesinde bir yandan İngilizlerin Osmanlıyı mağlup edip İstanbulu istilası karşısında mücadele verirken, İslamın geleceğini de müjdeliyordu. "Ey üç yüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sakitane nurun sözünü dinleyen ve bir nazari hafiye gizli bir bakış ile bizi seyreden Saidler, Hamzalar, Ömerler, Osmanlar, Tahirler, Yusuflar, Ahmetler. Vesaireler Sizlere hitap ediyorum. Başlarınızı kaldırınız. Bana yönelik sadak da deyiniz. (Doğru söylediniz) ve böyle demek sizlere borç olsun Şu muasırlarım çağımda yaşayanlarım varsınlar beni dinlemesinler, tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla, sizin ile konuşuyorum ne yapayım acele ettim kışta geldim. Sizler cennet asa bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır. Biz hizmetimizin ücreti olarak sizden şunu bekliyoruz ki geçmiş zamana geçmek için geldiğiniz vakit mezarıma uğrayınız. O bahar hediyelerinden birkaç tanesini medresemin mezar taşı denilen ve kemiklerimizi misafir eden ve horhor toprağının kapıcısı olan Kalenin başına takınız. Kapıcıya tembih edeceğiz bizi çağırınız. Mezarımızdan henielleküm sedasını işiteceksiniz Şu zamanın memesinden bizimle süt emen ve gözleri arkada maziye bakan ve tasavvuratları kendileri gibi hakikatsiz ve ayrılmış olan bu çocuklar varsınlar bu kitabın gerçeklerini hayal zannetsinler. Zira ben biliyorum ki şu kitabın gerçek hakikatleri olarak sizde tahakkuk edecektir. Ey muhataplarım! Ben çok bağırıyorum. Zira asri salisi aşerin (yani hicri onüçüncü asrın) minaresinin başında durmuşum Sureten (şeklen) medeni görünüp ama dinde lakayt ve fikren geçmişin en derin derelerinde olanları camiye davet ediyorum. Ve haykırarak söylüyorum; İşte hayatın (yaşamın) ruhu durumunda olan İslam dinini bırakan iki ayaklı mezari mütehallik (yürüyen mezar) gibi gelen neslin kapısında durmayınız. Mezar sizi bekliyor. Oradan çekiliniz, ta ki hakikati İslamiyeyi hakkıyla kâinat üzerinde temevvüç akın eden nesli cedid gelsin". Yani gelecek neslin önünü açın demek isteyen Bedi-ü Zaman hazretleri, gelecek neslin hedeflerine ulaşmak için bugünkü dinazor durumunda olan lakayt insanlara sesleniyor! "Gençliğin önünü tıkatmayın Bırakın bu millet islamiyeti yaşasın. Kurana yönelsin ve islama sımsıkı sarılsın" Ve ustad Bediüzzaman şöyle sesleniyor; "Evet dinsizliğin ve inançsızlığın hüküm sürdüğü bu zamanda, bu dehşetli devrede ehl-i din (inanan kesim) daima terzil edilmekle (hor ve alçalışa yönelik küçük düşürülmek isteniyor) hatta Kurmanı dahi tamamen ortadan kaldırmak ve Rusyadaki gibi dini inançları tamamen imha etmek düşünülmüş fakat milleti islamiyece (İslam topluluklarınca) tam tersine netice verebilmesi ihtimali ileri sürülünce bundan vazgeçilmiş. Yalnız şu karar alınmıştı. Mekteplerde (okullarda) yaptıracağımız yeni öğretim usulleriyle yetişecek gençlik, Kuranı ortadan kaldıracak ve bu suretle milletin islamiyetle olan alakası kesilecek (!) Bütün bu dehşetengiz planları çeviren o müfhiş fitnenin membaları (kaynakları) şimdiki dini inkişafın muarzi ve düşmanları durumunda olan harici, dış düşmanların dinsiz planlarının başkanları ve yandaşları idi. Evet! Bu millet içerisinde meydana getirilen ve dehşetli olayların iç yüzünü tafsilatını geleceğin hakikatperest tarihçilerine ve bunları şimdi demokrat geçinen idaredeki serbestiyetle bu derece neşredilmekte olan İslam, elbette ki bunları korkutmuştur. Bu nedenledir ki; çağımızın en büyük İslam allamesi durumunda olan Bedi-ü Zaman Said-i Nursi hazretleri gibi zor yetiştirilen bir insan maalesef geçmişteki ve şimdiki karanlık odakların hedefi durumuna girmiştir ki, hayatında kendisine rahatlık tanımayanlar, vefatından sonra naşını dahi ortadan kaldırmaya yönelmişlerdir. İşte demokrat ve sosyal hukuk devleti olarak geçinen bir Türkiye, Bedi-ü Zaman hazretlerini mezarsız bırakmıştır. İşte kamuoyu soruyor. Bu nasıl adalet? Bu nasıl cesaret? Bu nasıl vatanperverlik ve çağdaşlık? Bana göre inanın yamyamlığın hükümferma olduğu çağlarda bile insanlar mezarsız bırakılmamıştır. Ama ne çare ki çağdaş bir Türkiyede mezarsız kalan bir İslam alimi Bedi-ü Zaman Said-i Nursi olmuştur İşte kamuoyu diyor ki; o büyük İslam alimini mezarsız bırakan zihniyet, hiçbir zaman Türkiyeye uğur getirememiştir ve tam tersine uğursuzluk, bereketsizlik ve terör odaklarının elinden inim inim inlemekte olan bir Türkiyenin bugünkü haline neden olmuşlardır En derin saygılarımla