ÇAĞDAŞ MEDENİYET VE KÜRESEL DÜNYA(!) (II)
Eklenme: 5/2/2014 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği gibi dün gece İslam dünyası olarak kutlamış olduğumuz Regaip gecesi bize inşallah mutluluk, bereket ve uğur getirir.

Umut ve Barış simgesini yaşatır bizlere.

İslam dünyası olarak gerçekten böylesine Regaip Kandilleri, Kadir Geceleri, Berat Geceleri, bize hep teselli kaynağı olmuştur.

Duaların bu gecelerde makbuliyetten geçeceği inancıyla yaşamak istiyoruz.

Ve Rabbimiz, bunu hepimize nasip eylesin diyoruz.

O büyük, ermiş evliyaların, ulemaların, şehitlerin ve diğer nice Salih insanların dualarından bizleri ve ümmeti mahrum etmesin.

Gençliğimiz, böylesine gecelerin bereketiyle iman ve ilimle donatılarak bereketli yaşamları nasip eylesin.

Kardeşliğimizi, barışımızı başımızdaki iyi yöneticilerle idame ettirsin.

Şeytaniyet ruhunu taşıyan fesat, melun, şerir, şeytanın birer temsilcisi durumunda olan hıyanet erbaplarının şerrinden korusun.

Ama ne yazık ki Görünen köy kılavuz istemez

Tüm bu kıymetli gece ve gündüzlerin bu ümmete özel birer hareketli anlar olmakla beraber, fakat İslamın ana ruhunu yaşayamadığımız için, hep yüzeyselde kaldığımız için, maalesef hazzımızı bir türlü alamıyoruz, nasibimizle yaşayamıyoruz.

Oysaki Resul-i Kibriya Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)in ümmeti olma şerefine nail olduğumuz halde, en üstün bir ümmet olma sıfatını taşımak gerekirken, bugün bu çağda hep gerileme kaydetmekteyiz.

Zira İslamın düşmanını düşman olarak tanımayıp, gerçekleri tersyüz edip, dost olarak gördüğümüz insan suretindeki şeytanlara aldandık ve bu münasebetle o darbeyi yemekten de kendimizi kurtaramadık.

Ve hala da aynı darbeleri yaşıyoruz.

CHP anlayışı bize örnek olarak yeter de artar.

Bir türlü tarihten ders- ibret alamıyoruz.

Hep düşmanı dost, dostu da düşman olarak taklit ederek görüyoruz.

Bu doğrultuda ne yapıp yapıp İslamın temel ilkelerine sarılmakla yola çıkılması gerekir.

7den 70e kadar bünyemizi ve ruhumuzu onunla donatmamız gerekir.

Aksi takdirde, yani yüce Kurana mensup bir ümmet olarak kendimizi Kuranın vitrininde görüp, göstermediğimiz müddetçe hiçbir zaman küfrün, emperyalizmin, haçlı ve Siyonist dünyasının zulmünden, despotizminden kendimizi kurtaramayız.

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Biz kendi kendimizi yanlış tesellilerle geçiştirip de İslamın ruhunu yaşayamadığımız sürece ve İslamın direktif ve talimatları doğrultusunda yüce bir imana sahip olmadığımız müddetçe Allah korusun, hiçbir zaman kendimizi bugünkü Mısırdaki İhvan-ı Müsliminin düştüğü badireden İslam dünyası olarak kurtaramayız.

Suriyenin 4 seneden beri büyük katliamlara maruz kalmakla beraber, onları seyretmekten başka hiçbir şey yapamayız.

Evet, yüce İslam dini diyor ki;

Mümin, diğer mümin kardeşiyle beraber birbirinden ayrılmayan, bölünmeyen bir vücut gibidir.

Vücudun en ufak bir parçasında bir hastalık veyahut bir sızıntı olduğu zaman vücudun diğer azaları da aynı şekilde sızlar ve rahatsızlanır

Eğer İslam toplulukları içerisinde bugünkü Mısırın ve Suriyenin, Irakın, Afganistanın, Pakistanın, daha nice nice Uzakdoğudaki Müslümanların ve Güney Afrikadaki Müslümanların düştüğü badireleri uzaktan seyretmekten kendimizi Allah huzurunda hiçbir zaman o sorumluluktan kurtaramayacağımız gibi, dünyada da bir yere gelemeyiz ve dosta düşmana karşı albenisi olan vitrin durumuna giremeyiz.

Sadece yüzeysel, aldatıcı, içindeki çekirdeğini koruyamayan bir ceviz kabuğu gibi çürüyüp, gitmekten başka bir yere varamayız.

* * *

Nitekim Üstat Bediüzzaman diyor ki;

Tedenni-i milletten (Milletin gerileyip, düşüşünden) ciğeri yanmış gibi feryat figan ederek, ah ah ah vaesefa der ki:

İslamiyetin mağz-u lübbünü (çekirdeğini) terk ederek, kabuğuna ve zahirine vakf-ı nazar ederek aldandık ve su-i fehm (kötü anlayış) ve su-i edep (kötü ahlak) ile İslamiyetin hakkını ve müstehak olduğu hürmeti ifa edemedik.

Ta o da bizden nefret ederek, evham ve hayalatın (hayali) bulutlarıyla serilip, tesettür eyledi.

Hem de hakkı vardı, bizden kaçıp uzaklaştıkça uzaklaştı.

Zira biz hala da israiliyatı usulüne ve hikayat-ı akaidine (inanç akidesi olarak hikayeleri ön planda tuttuk) ve hakiki değil mecazi olan şeylerle sarıldık.

İslamiyeti tanıyarak, kıymetini takdir edemedik.

O da ceza olarak bize dünyada tedip (ders almak) için zillet ve sefalet içinde bıraktı.

Bizi kurtaracak bunun merhametidir.

Öyleyse ey İhvan-ı Müslimin!

Geliniz ona tarziye vereceğiz, el birliğiyle dest-i sadakati (sadakat elini) birbirimize uzatacağız, birlikteliğimizi, beraberliğimizi dostane yaşatacağız.

Onun hablul metinine kopmaz ipine sarılacağız.

Hem de bila perva olarak, ilan edip beni geçmiş asırların fikirlerine karşı mübarezeye heyecan ve şecaate getiren ve yüzer senelerden beri sevkul ceyş orduları ile kuvvet bulan artık hayal ve evhamın müdafaasına beni gayrete getiren itikadım ve yakınımdır ki hak neş nema bulacaktır.

Eğer çendan toprakta gizlense bile bir gün açığa çıkacaktır, tıpkı toprağın altına atılan tohum gibi

* * *

Evet, sevgili can dostlar.

Bunun için Üstat Bediüzzaman şöyle diyor;

Mevcudiyetimizin hamisi (varlığımızın koruyucusu) olan İslamiyetten elini gevşetme, dört el ile sarıl, yoksa mahvolursun

Musibet-i amme, yani İslam dünyasının başına gelen bugünkü musibet ve felaketler söz konusuysa; toplumdaki büyük çoğunluğun işlediği hata, yanlış ve günahlardan meydana gelir.

Zira İslamiyete karşı suikast tazammun ederek, ayakta dik duramadığımız için İslamiyet bize sırtını çevirdikçe çeviriyor.

Bu nedenle Üstat Bediüzzaman şöyle diyor;

Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, alil bir uzvun reçetesi ittiba-ı Kurandır.

Azametli, bahtsız bir kıtanın, şanlı talihsiz bir devletin, şanlı sahipsiz bir kavmin reçetesi ittihad-ı İslamdır.

Adalet-i mahzayı Kuraniye (Kuranın kapsadığı mutlak bir adalet) yalnız elit tabakalara yönelik değil, bilakis masum ölümcül bir hayatla karşı karşıya kalan tüm beşer için gerekirse Kuran kendini heder eder (harcar)

Zulmün başına adalet külahını geçirip, buna demokrasi kelimesini yutturmak veyahut hıyaneti (hainliği) bir topluma yaşatıp, hamiyet libasını giydirmek, cihat hareketine zulüm adını takmak, esarete hürriyet namı vermekle, zıt suretlerle karşı karşıya kalmışız.

Yani biri diğerini inkr eden, çelişkili görüntülerle kendimizi göstermekteyiz.

Bu da çok tehlikeli bir durumdur.

Oysaki düşünmüyoruz ve kinata bakıp da kinatın içindekilerden ders alamıyoruz bir türlü.

* * *

Bakınız, Üstat Bediüzzaman şöyle diyor;

Sivrisineğin gözünü yaradan, güneşi dahi o yaratmıştır.

Pirenin dahi midesini tanzim eden varlık, manzume-i şemsiyeyi de (güneş sistemini) o tanzim etmiştir

Demek ki böylece gittikçe büyüyen mutlak bir saadet sahibi olan yüce Allah mademki bizi İslamiyetle tanıştırmıştır.

Onun hakkını vermek gerekir.

Aksi halde İslamiyet bizden küsmüş, sırtını çevirmiş, gitmiş durumda.

Biz ümmet olarak, başımızdaki insanları tanımayıp da hakaik-i İslamiyeyi yaşayamayan nice politikacıları başımıza yönetici olarak getirdik.

Ama heyhat!

Ne çare ki hep hasar ve zararla dükknımızı kapattık.

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı Cumalar.