"ÇAĞDIŞI BİR YARGI SİSTEMİ?!!"
Eklenme: 2/2/2011 12:00:00 AM

Evet, değerli SÖZ okurları Bilindiği gibi tarih boyu baskıcı, insan temel hak ve özgürlüklerinden uzak dayatıcı dikta rejimlerin sonu her ne pahasına olursa olsun. Sahiplerine, yaratıcılarına çok pahalıya mal olmuştur. Kişisel ihtiras, çıkar ve koltuğa dayalı sistemler temsilcilerini netice itibariyle yaptıkları kötülüklerin uçurumuna yuvarlamıştır. Esfeli safilin denilen cehennemin en derin çukurlarına yuvarlayarak gömdürmüştür. Hiç kimse bunu inkâr edemez. Tarih sayfaları merhale merhale (aşama aşama) buna şahittir. Kocaman dört bin yıl önce burada yanı başımızdaki Urfanın, meşhur Nemrudu, Hz. İbrahim (a.s)e yaptıklarının karşılığını bir sivrisineğin burnundan girip beynini tahrip etmekle hak ettiği yere öldürerek göndermiştir. Deyim yerindeyse Hz. İbrahimin atılmak istendiği ateşe kendisi düşmüştür. Yaklaşık iki buçuk veya üç bin yıl önce Mısırdaki yeryüzünün en meşhur diktatörü ve insanlığın baş belası durumunda olan Firavunun Hz. Musaya karşı yaptığı mezalimin acısını netice itibariyle kendisi ve orduları çekmiştir. Deyim yerindeyse kazdıkları çukura kendisi girmiştir. Yani Hz. Musa ve kavmini denize döktürüp boğdurmaya zorlayan o pis diktatör nihayet kendisi ve tabası denizin dehşet saçan dalgalarına kapılarak boğulmuştur. Bunlar gibi nice nice tarihi örnekler var. Hepsini buraya sığdıramayız. Ta günümüze dek görünen odur ki günbegün çağdaş yeryüzünün gerçekleri su yüzüne çıkmaktadır. Örnekler çok! Özetlemek gerekirse yaklaşık iki ay içerisinde Kuzey Afrikanın iki ülkesi olan Tunus ve Mısır, bunun en önemli kanıtlayıcı delilidir. Anlatmak istediğimiz tarihi gerçeklerin en bariz örnekleridir. Bakınız, yirmi üç yıl boyunca Tunus halkı hain bir diktatör olan Zeynel Abidin bin Ali tarafından inim inim inletilmiştir. Hatta çarşı-pazar kadınların başörtüleri başlarından zorla alınmıştır. Bırakın kamusal alanı, evlerindeki serbest yaşama dahi, müdahale edilmiştir. Deyim yerindeyse halkın tüm yaşam gerçekleri elinden alınmıştır. Temel hak ve özgürlükler yasaklanmış. Tarihi İslam dininin mefhumları ortadan kaldırılmış, yüce İslam dininin en büyük ulema kesimleri astırılmış, kestirilmiş, idam edilmiş veya birçoğu batı ülkelerine sürgün edilmişlerdir. Tunusun yanı başında olan Cezayirin de hali pür melali bundan eksik değildi. Hatırladığımız kadarıyla Cezayir ordusundan cımbızla seçilip devlet başkanlığına getirilen General Ahmet bin Bella, o mustazaf yoksul Fransanın bir sömürgesi durumunda olan Cezayir ülkesini yağmalamış, talan etmiş, İslamın bin dört yüz senelik gerçeklerini tarihe gömdürmek istemiştir. Tunusun bin Aliden önceki Habip Burğibanın Firavunluğu, edepsizliği, İslamiyete karşı had safhasına yükselmişti. Nihayet o görülen yüzü üzerine emperyalist ülkelerin isteği paralelinde o misyonunu tamamlamış yerine daha diktatör, daha zalim, şiddete daha şedit bir Firavun durumunda olan Zeynel Abidin bin Ali geldi. Tam yirmi üç sene bu ülkeyi sözüm ona yönetti. Ülkenin tüm gelir kaynaklarını kendisine, ailesine ve yakın çevrelerine bağlamış, yağmalamış, talan etmiş, batı dünyasının bankalarını milyar dolar servetleriyle doldurmuştur. Tunus halkı iktisaden ekonomiksel olarak büyük acılar içerisinde kıvranarak bugüne kadar gelmiştir. Bıçak kemiğe dayandı misali halk artık dayanılmaz, çekilmez bir hal almış ve halk ayaklanmış, el ele vermiş, o hain hırsızı nihayet Tunustan kovdurabilmiş; ama hala da hangi yöne göre bir türlü devlet başkanlarını oturtturamamıştır. Ama ne yazık ki hala da güvenilir bir istikrar sağlanamamıştır Tunusta. Tunustan, Mısıra sıçrayan bu büyük insani demokratik hareket Mısırın otuz yıllık diktatörü olan Firavunu Hüsnü Mübarekin tahtı saltanatını sarsmış durumda iken kaşla göz arasında oğlunu ve eşini yüz valiz dolu servetle Londraya göndermiş. Kendisi hala İsrailin şüpheli ve meş-um direktifleriyle koltuğunu kimseye kaptırmamaya çalışıyor ise de öyle inanıyoruz ki bu hareket o diktatörün sonunun bir başlangıcıdır. Mısır halkına yakışır bir biçimde tahrir (özgürlük) meydanında iki milyona yakın insan toplanmış seslerini dünyaya duyurmaya çalışmaktadırlar. 1917den günümüze dek Mısırdaki ve Afrika ülkelerindeki varlıkları hasıl olan İngiltere, Fransa ve İtalya emperyalizminin dayatmacı politikalarıyla o İslam ümmeti olan halk inim inim inletilmiş ve Osmanlıdan ayrılmaya zorlanan bu ülkelerin başına böylesine Firavunları, Nemrutları uşak, hain piyonları seçerek bela ettirmiştir. Osmanlıdan ayrılmak zorunda kalan Ortadoğu ve Afrikanın birçok ülke insanlarının ağzına zehirli birer bal lokmasını çalmıştır. Her ne kadar geçici olarak damaklarına tatlılık verilmiş ise de yuttulduktan sonra iç organlarını tahrip etmiş, parçalamış ve manevi ölüme götürmüştür. Zaten birinci dünya savaşından sonra dağılan Osmanlı imparatorluğu ve kocaman cihanşümul bir devletin can damarı durumunda olan Hilafet-i İslamiye dağılınca Siyonist haçlı emperyalizmi için Ortadoğu ülkeleri hatta Hindistana kadar ve Türki cumhuriyetlerine kadar bu ülkeler deyim yerindeyse kurtlar sofrasının kolay yutulur birer lokma durumuna girmişler. Hani demişler ya "Zaman olayların en büyük müfessiridir" diye.. Yani tarih boyunca kapalı olayları açığa vuran en önemli ilaç zamandır. İşte günü geldi tüm gerçekler su yüzüne çıktı, gün gibi aşikâr olan durumlar her gün birbirini müteakiben ardı ardına gelen kurtuluş hareketleri meşru kıyam ayaklanmalar ve kazanılan demokratik haklar gerçekleşmektedir. Osmanlının yıkılıp dağılmasıyla ülkemizde olup bitenler özellikle cumhuriyetin kuruluşundan sonra aynı emperyalist ülkelerin istek ve dayatmaları paralelinde kurulan bir devlet şekli ülkemize, coğrafyamıza ne çare ki bir yarar sağlayamamıştır. Deyim yerindeyse iki yakamızı bir araya getirememiş durumdayız. Her gün doğan yeni nesil gözünü açar açmaz adalete, demokrasiye insan temel hak ve özgürlüklerine hasret kalmıştır. Hep böyle baskıcı, dayatmacı, boğucu ve boğdurucu bir sistemle büyümüştür. Hatta yaklaşık otuz, kırk yıldan beri terörün çeşitli versiyonları ülkeyi ayrılma noktasına getirmiştir. Devletin ve kamunun birçok kurum ve kuruluşlarının başına getirilen insanlar güzel kavramları kullanmış, demokrasiden, haktan, hukuktan, adalet gibi güzel kavramları sakız gibi ağzına alarak çiğnemiş; ama uygulamaya gelince tam tersine fersah fersah insan temel hak ve özgürlüklerinden demokratik uygulamalardan mahrum bırakılmıştır. Tarihi İslam mefkuresinden uzaklaştırılmış, adeta çağımızın değişik dayatmalarla nice Firavunlara, Nemrudlara, iblislere pabuç giydirmiştir. Gelen iktidarlar, gidenleri aratmış duruma girmiştir. Zira 1924ten günümüze dek hükümetlerin kuruluş biçimleri askeri vesayet altında cuntacı, darbeci ve Ergenekoncu generallerin himayesinde kurulmuş, askeri vesayetleri altında hareket etmiştir. Cumhuriyet döneminde hiçbir hükümet; solcu olsun, liberal olsun, muhafazakâr olsun, hiç ama hiç birisinin uygulamaları tam manasıyla demokratik olmamıştır, deyim yerindeyse köhne, kokuşmuş bir sisteme gelinlik elbisesi giydirilmiş makyajlama zoruyla millete tanıtmıştır. Millet farkına varınca iş işten geçmiş ama yapılacak iş de kalmamıştır. Zira kurulan cumhuriyetin adı cumhuriyet ise de arkasında cumhur yok. İsmet Paşanın Cumhuriyet Halk Partisinin altı oktan ibaret bir emperyalist batı dünyasının paralelinde devlet yönetilmiş durumda. Altı oklu anlayış tıpkı bugünkü CHPnin tutumu gibi adeta milletin dinine, diline ve inancına karşı, demokrasiye karşı bir dayatma unsuru olarak varlığını sürdürüyor. Meşru zeminde halkın iradesiyle iktidara gelen hükümetleri baskı altına almış, gah laiklik demiş, gah Atatürkçülük demiş, gah cumhuriyet demiş böylece bu toplumu her şeyden mahrum etmiştir. Makyajlı kıvrak ifade ve kavramları kullanmış ama tam tersiyle düşmanca atılan adımlarla bu milleti tüm varlık değerlerinden mahrum bırakmıştır, dininden, imanından, kültüründen, tarihinden uzaklaştırmaya çalışmıştır ve hala da çalışmaya devam etmektedir. Bakınız, sevgili dostlar. Son zamanlarda hükümetin, mevcut iktidarın, özellikle Başbakanın devlet bünyesindeki önemli bazı kurum ve kuruluşlarını demokratik açılıma tabi kılmak kaydıyla reform istediği halde muhalefet bir türlü ona ayak uydurmuyor ve halkı sokak isyanına çağırıyor. Yargı gibi devletin ve milletin can damarı durumunda olan bir adalet kurumunu çağdaş, demokratik, insan temel hak ve özgürlüğüne uygun bir biçimde reforma tabi tutmak istiyor, CHP mani oluyor. Kocaman Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Haşim Kılıç gibi değerli bir hukukçu zaman zaman sesini yükselterek çıkıp hükümete, muhalefete ve halka sesleniyor ise de fakat ne çare ki sesini bir türlü duyuramıyor. Muradını gerçekleştiremiyor. Neden? Çünkü yıllardan beri yargıyı kendilerine bir rant kaynağı durumuna sokmak isteyen zihniyetler istemiyor. Adaleti ve hukuku temsil eden hukuk sistemi ve onun önemli bazı uygulayıcıları maalesef hala da CHPnin ve baskıcı anayasanın paralelinde adım atmak istiyorlar. Özellikle yüksek yargıdaki tutarsızlık, keyfilik, ranta veya ideolojiye dayalı nice Yargıtayın içtihatları ve değişik tutarsız kararları buna birer kanıtlayıcı delildir. İnanın, sevgili okurlar. Öylesine bir hal almış ki; Adliye binalarının girişinden tutun da, cezaevlerine kadar, kapıcısından, gardiyanına kadar öylesine çarpık, ranta dayalı olaylarla karşılaşılıyor ki, haddi hesabı yoktur. Adaletin üçüncü ayak sacı durumunda olan barolar deyim yerindeyse birçok yönüyle birer rant kaynağı haline gelmiştir. Zaman zaman hakim ve savcılara yanlış karar aldırmak için kendilerini birer dayatmacı güç olarak göstermektedirler. Bu nedenledir ki Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Kılıç, demokratik açılımı savunarak önemli açıklamalarda bulunuyor ise de dün daha önemli ve çarpıcı açıklama yaptı ve şöyle dedi; "Çağdışı bir yargı sistemi ile bu ülke bir yere varamaz. Adaletten, hukuktan, insan temel hak ve özgürlüklerinden uzak olan çağdaş diktaya ve dayatmaya dayalı bir hukuk sistemi düşünülemez. Bazı vesayetlerin ve karanlık kuruluşlarının dayatmalarıyla devlet varlığını sürdüremez" Bu nedenle Sayın Kılıçın bu görüşlerine katılmamak mümkün değildir. Bizim dostane tavsiyemiz, bu ülke Mısırın, Tunusun, Cezayirin, Ürdünün, Suriyenin, Irakın durumuna girmemek için; Başbakan, hükümet, iktidar partisi ne yapıp yapıp elini çabuk tutsunlar ve halka inandırıcı uygulamaları gerçekleştirsinler ki bu halk, bu millet tarihi altı okun fitne ve belasından ülkeyi kurtarsınlar. Aksi takdirde bu ülke, bu coğrafya geleceğe yönelik çok büyük şeylere hamiledir. Bizden söylemek ve yazmak, hani demişler ya "Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna bile az" Hoşçakalın. En derin saygı, sevgi ve muhabbetlerimle.