CUMHURİYET DÖNEMİNDE ŞAPKA DEVRİMİ! (II)
Eklenme: 2/16/2017 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü sohbetimizin son bölümünde şöyle demiştik;

“Tüm bu olup bitenler, gerçekten milletin iradesi paralelinde mi yapıldı?

Bu değişimler, milletin danışmanlığına sunuldu mu acaba?

Hayır.

Hiç de milletle bir alakası yok.

Ancak İngiliz patronları, Lord Gürzonların, Wilson ve Mohis Kohenlerin direktif ve talimatları paralelinde yapılmış olduğu tarihi bir gerçektir.

Kimsenin kimsenin ayıbını örtmeye hakkı yoktur.

Tüm bu olup bitenler için;

‘Zalimler için yaşasın cehennem’ demekten başka diyecek bir şey bulamıyoruz”

Evet.

Gerçekten yakın tarihimizde olup biten uygulamalar, genellikle milli ruhumuzu rencide eden, toplumu küçük düşüren, maziye dayalı tarihimizi, kültürümüzü zedeleyen, ecdadımızdan miras olarak bize kalan, değer pahası ölçülmeyecek kadar kültürümüz ortadan kaldırılmış, batı dünyasının hain taşeronları tarafından patronlarına peşkeş ettirilmiş olmasını kimse inkâr edemez.

Durup dururken “Batılılaşma” adı altında elin gâvuruna böyle haince verilen taahhütler hiç kuşkusuz ki, ülkemizin, insanımızın hayrına olmamıştır.

Onun için, yıllar yılı bu paralelde inim inim inletilen bu millet, artık ülkenin gerçek manada demokratikleşmesi ümidiyle yola çıkmıştır..

O batı dünyasının ahlaki çöküntülerinden kurtulmak için halk, yepyeni bir Türkiye’ye hazırlanıyor.

Bu minvalde diyorum ki; 16 Nisan "tarihsel bir şönel" olacak…

“Evet” demek için…

Aklı başında olan, inanan her insanımızın parolası "evet" olması gerekir…

Aksi takdirde eskisi gibi, yani “İttihat Terakki”nin düştüğü bataklık badiresine yeniden dönme tehlikesiyle karşı karşıya kalınabilinir..

İçtimai düzenlemelerde, yani toplumsal sistemlerimizde toplumların yönelimi ve içinde bulundukları durum dikkate alınmaksızın yapılacak her şey dayatmadan ve zorbalıktan öteye geçmez..

Ki geçmemiştir…

Geçmiş süreç içerisinde garplılaşma, hatta bırakın garplılaşmayı, Hıristiyanlaşmayı, İslamiyet’i kökten kaldırıp, ülkeyi yeniden bir Hıristiyanlaştırmaya çalışan o dönemin ruhi bozukluklar içerisindeki bunalımlı insanları, bu işlerin gerçekleşmesine soyunmuştur..

Ama ömür yetmemiş ayrı mesele.

Ömer Hakan Özalp Bey’in de söylediği gibi;

“Kafanın dışındakini cebren değiştirmenin, içinin değişmesine bir etkisinin olamayacağı ortadadır...”

* * *

İnanın, sevgili okurlar.

Bunu da ifade etmeden geçemiyorum.

Şu gerçek var ki;

Şapka ve benzerlerinin zorla giydirilebileceğini savunan kimselerin, bir gün gelip daha güçlü birilerinin, kendilerine yeni bir giysi dayatmasına da ses çıkarmamaları gerekir.

Biz ise dinimiz, gelenek ve göreneklerimiz gereği üzerine giyilmesini arzu ettiğimiz bir kıyafetin zorla giydirilmesi taraftarı olamayız.

Şapka tartışması; binlerce yıllık dünya tarihinden habersiz olan, kafalarındaki yaşama şeklinden başka bir hayat tarzı kabul etmeyen ve görüş alanları ancak “Devrim” süreciyle sınırlı olan darbeci kafaların zannettiğinin aksine kılık kıyafet devrimiyle gündeme gelmiş değildir.

İslam’ın yabancı kültürlerle karşılaştığı ve İslam hukukunun tedvin ve telif edildiği bin küsur yıl öncesinde fıkıh kitaplarına geçmiş kösteyc salip (kalensuetül Mecus), zunnar ve takılarla ilgili olarak aynı gerekçelerle, aynı hükümler verilmiştir.

Yani haçlıların "haçı" ve ateşperestlerin giysi...

İslam’la ilişiğini kesmeyen, hatta Müslümanlıkla bağı kültürel olmaktan öteye geçmeyen ve yalnızca kültürel açıdan Müslüman olan bir kimse dahi, yaşadığı İslam toplumunda kâfir muamelesi görmek ve öyle görünmek istemeyeceği aşikârdır.

Tıpkı dinsiz dahi olsa bir İslam cemiyetinde doğup büyüyen ve kültürel olarak Müslüman olan kimselerin domuz eti yememesi gibi…

“Devrimler ve İnkılâplar” adı altında yalnız şapkayla yetinmeyip, Osmanlı bayrağı hariç İslam’dan gelen her şey ama her şey kaldırılmıştır ve bu uğurda nice masum insanların katline girilmiştir.

Bu tür “İttihat terakki” uzantılarının bu halleriyle ne yazık ki fıkhen ve hükmen birer kurtarıcı olmaktan daha öte birer katil olmaktan kendilerini kurtaramamışlar.

Zira birçok masum insanın kanı bu uğurda heder edilmiştir.

Dost görünüp düşman muamelesi millete uygulattırılmış.

İnsanımızın büyük bir potansiyeli baştan çıkarılmış durumda.

Öyle bir hal almış ki Cumhurbaşkanımızın da dediği gibi;

“16 Nisan’da ‘Evet’ galip gelmezse, açık yüreklilikle söylemek gerekir ki bu anayasayla, bu sistemle, bu insanların vesayetleriyle bundan böyle bu ülke yönetilemez”

Hangi demokrasiyle, hangi hukukla, hangi milli iradeyle bu ülkeye sahip çıkılır ve bu ülke yönetilebilinir?

İnsanlar ahlaken, fikren bozulmuş, tefessüh edilmiş ve hiçbir iş yapamayacak duruma girmiştir.

Öyle bir potansiyel oluşmuş ki hele hele yeni yetişen gençlik, yine Kur’an tabiriyle diyoruz ki;

Ruhsuz ve cansız kuru bir ağaç kütüğüne benziyor.

Mana değeri olmayan öylesine sahipsiz insanlar çoğalmış ki tabiri caizse ülkemizin başına musallat olmuş birer tane zehirli masonik kafalardan ibaret olmuştur.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Düşman, dışardan olursa onunla mücadele etmek çok kolaydır.

Zira kendini ele veriyor.

Ama içten olursa, münafık olur, aldatıcı olur, el-hannas olur, habisliğin dik alası olur ki ondan kurtuluş da zor olur.

Çünkü fikriyle zikri bir değil.

Ne zaman kendini düzeltirse o zaman gerçek manada insan olabilir.

Yoksa münafık tinetli insan ruhu, mevcut iskeletiyle beraber kupkuru bir ağaç kütüğünden başka bir değer taşıyamaz.

Zira Allah’ı tanımaz.

Allah’ını tanımayan, hiçbir şeyle tanışamaz.

Her şeyin başı Allah marifetidir ve onunla yaşam tarzının sağlanmasıdır.

Merhum Akif’in de dediği gibi;

Bu ülke şiddetle bu badirelerden kurtulmak için;

“Doğrudan doğruya Kur'an'dan alıp ilhamı,

Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm'ı”

Zira Kur’ansız bir cemiyetin varlığı söz konusu olamaz.

En derin saygı ve sevgilerimle.