CUMHURİYET MİLLİ OLMAK KAYDIYLA FAZİLETTİR!? (IV)
Eklenme: 2/14/2017 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Bahreyn'e gerçekleştirdiği ziyaret kapsamında Four Seasons Otel'de Uluslararası Barış Enstitüsü Ortadoğu ve Kuzey Afrika Ofisi tarafından düzenlenen konferansta katılımcılara hitap etti.

Erdoğan burada yaptığı konuşmada;

"Tüm İslam âleminin, hatta insanlığın geleceği için birlik olma, birlikte hareket etme zamanı çoktan gelmiştir.

Komşuları zillet içinde yaşarken, aynı dili konuştuğu, aynı kıbleye yöneldiği kardeşleri zulüm görürken, hiçbir ülke, hiçbir toplum sadece kendi konforunu, sadece kendi geleceğini düşünemez.

Bu coğrafyada kaderimiz de kederimiz de ortaktır.

Bu topraklarda mazimiz de istikbalimiz de müşterektir.

Bugün Suriye'nin, Irak'ın, Libya'nın, oralarda yaşayan kardeşlerimizin başına gelenlerin, yarın bizlerin de başına gelmeyeceğinin de garantisi yoktur.

Bu sebeple, daha sonra değil hemen harekete geçmemiz gerekiyor." dedi.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Sayın Erdoğan, gerek Türkiye’nin olsun, gerek tüm İslam dünyasının olsun geleceğini büyük bir mikyasla (ölçüyle), iman dürbünüyle devlet tecrübeleri sayesinde çağımızdaki olup bitenlerin gelecekte ne gibi sorunlar veya çözümleri yaratacağını biliyor, kestiriyor ve uyarıyor.

Ve Bahreyn’deki konuşmasının bazı bölümlerinde şöyle diyor;

“Müslüman, diğer Müslüman kardeşi için bir duvarın iki tuğlası gibi olmalıdır”

Yani nasıl ki bir duvarın tuğlaları birbirine kenetleniyor ve güçlü bir bina meydana geliyor örneğiyle yola çıkarak, bu Hadis-i Şerif’ten örnekler getiriyor;

“El mu’minu lil mu’mini kel bünyani’l marsus”

“Bir mümin, diğer mümin kardeşiyle sarsılmaz, çökmez, çürümez, kenetlenmiş bir binanın duvarı gibidir”

Bizim komşu ülkelerin başına gelen, ne malum ki yarın aynı musibet, aynı felaket bizlerin de başına gelmeyecek.

Onun içindir ki Sayın Erdoğan; Bahreyn liderine yönelik “Aziz kardeşim Ebu Selman ülkemize Arap âleminden gelen ilk siyasetçi oldu. O gece gönlünü ülkemize kilitlemiş Türk milletinin selameti için dua etmiş tüm kardeşlerime bu ülkeden selamlarımı iletiyorum” dedi.

Cumhurbaşkanımızın vermiş olduğu mesajlar çok önemlidir, önemli olduğu kadar da düşündürücüdür.

Bugüne kadar gerek ülkemiz olsun ve gerek diğer İslam ülkelerinin liderleri olsun, hiçbirisi bu birliktelik çağrısında bulunamamıştır.

Bulunmuşsa da sadece yüzeysel şekilde görüntü verilmiştir.

Tüm İslam dünyasında, Türkiye dahil olmak üzere Hilafet-i İslamiye’nin dağılışından sonra adeta Batı emperyalizminin hegemonyasından kendini kurtaramayacak lidercikler türemişti.

O emperyalist haçlı, batı ve Siyonist İsrail mezaliminin birer tane taşeron temsilcileri gibi görünmekteydiler.

Onun için Allah’a şükürler olsun diyoruz.

Bugün eğer Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Ortadoğu ülkelerini gezerek, tüm dünyaya seslenerek, İslam dünyasının birbiriyle kenetlenmesi için haykırışlarıyla uyarmaya devam ediyorsa da bize göre geleceğimize yönelik müjdeleyici bir olaydır.

Cumhurbaşkanının bu dik duruşunu, bu yürekliliğini candan tebrik ediyoruz.

Elbette ki Hilafet-i İslamiye’nin yıkılışından sonra başta Türkiye olmak üzere tüm İslam dünyasının sıkıntıları olmuştur.

Nice ikiyüzlü münafıklar İslam ülkelerinin başında görünmüş olup, gerçek kimliklerini gösterememişler, kendi milletlerine karşı dost olamamışlar.

Tıpkı bugünkü Suriye’deki o Dürzi, Nusayri Esed gibi…

Irak’ın mezhepçilik hastalığıyla müptela olan İbadi gibi vs. daha birçok misal getirebiliriz.

Ancak Türkiye’nin son zamanlarda, yani 15 yıldan beri yakaladığı şans, Erdoğan’ın devleti temsil etme şansının yakalanması olmuştur.

Hz. Peygamber (S.A.V)’in münafıklara karşı tutumu tam da bunu anlatmaktadır.

Hz. Peygamber (S.A.V), dıştan Müslüman gözüktükleri, Müslümanlar gibi davrandıkları ve Müslümanlığa açıkça aykırı bir tavır sergilemedikleri için, münafıkları öldürmeyi teklif eden sahabelere izin vermemiştir.

Zira İslam zahire göre hüküm verdiğinden ve kalpteki imanı da kimse bilemeyeceğinden ve mensup olduğu dinin alametleriyle tanınıp bilindiği ortamlarda insanları zahiri alametlerine göre tanımlamamak bir zorunluluktur.

Bir müminin başka bir inancın sembolünü üzerinde taşıdığı için, din kardeşlerinden gayrimüslim muamelesi görmesi, zahire göre hareket etmek durumunda olan bir İslam toplumu için başlı başına bir problemdir.

Dinine karşı ne kadar kayıtsız ve laubali olursa olsun, İslam toplumunda yaşayan birinin “Müslüman’ım” dediği sürece böyle bir duruma düşmek istemeyeceği ve böyle bir alametin taşınmasına, giyilmesine taraftar olamayacağı ortadadır.

Bu bakımdan İslam âlimleri, İslam toplumunun ve Müslümanların birbirlerini kâfir görebileceği böylesi durumlara izin vermemiş ve cemiyet kurmak ve İslam’ın menfaati için üzerinde bu tür sembolleri bulunduranları haklı olarak tekfir edebilmişlerdir.

Yani münafık diyebilmişlerdir.

Neden mi?

Zira İslamiyet’i içten yıkmak için ikiyüzlü görüntü İslam dünyası için büyük bir tahrip kalıbıdır.

Bu nedenledir ki nerdeyse yüz elli yıllık bir süreç içerisinde İslam dünyasını, özellikle Osmanlıyı içten yıkan bu tür münafıklar, bugün bu İslam dünyasını buraya kadar getirmişlerdir.

Allah, böylesine tehlikeli hain münafıkların şerrinden Türkiye’mizi ve İslam dünyasını korusun.

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, dün Bahreyn’de yapmış olduğu konuşmanın ana çizgileri tümüyle ayet ve hadisin birer meali durumundaki açıklamalardır.

Erdoğan, tüm İslam dünyasını sarsılmaz, yıkılmaz bir duvarın taşları gibi birbirine kenetlenmeleri gerektiğini dile getirirken, yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in Âli İmrân suresinin 103. Ayetinin yüce meali de bunu emretmiyor mu?

“Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrakû” diye buyurmuyor mu?

“Allah’ın kopmaz ipine sımsıkı sarılın ve bölünmeyin”

Aynı tarzda Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri sürgün esaretinde Isparta’nın Barla ilçesinde bulunurken, içten gelen duygularla İslam dünyasını bugünkü Erdoğan gibi uyarmamış mıydı?

Şiddetle üzerinde duran Bediüzzaman Hazretleri şöyle diyordu;

“Ey âlem-i İslâm! Uyan, Kur'ana sarıl; İslâmiyet'e maddî ve manevî bütün varlığınla müteveccih ol!

Ve ey Kur'ana bin yıllık tarihinin şehadetiyle hâdim olan ve İslâmiyet nurunun zemin yüzünde naşiri bulunan yüksek ecdadın evlâdı! Kur'ana yönel ve onu anlamaya, okumaya ve onu anlatacak, onun bu zamanda bir mu'cize-i maneviyesi olan Nur Risalelerini mütalaa etmeye çalış.

Lisanın, Kur'anın âyetlerini âleme duyururken, hal ve etvar ve ahlâkın da onun manasını neşretsin; lisan-ı halin ile de Kur'anı oku.

O zaman sen, dünyanın efendisi, âlemin reisi ve insaniyetin vasıta-i saadeti olursun!

Ey asırlardan beri Kur'anın bayraktarlığı vazifesiyle cihanda en mukaddes ve muhterem bir mevki-i muallâyı ihraz etmiş olan ecdadın evlâd ve torunları!

Uyanınız!

Âlem-i İslâm'ın fecr-i sadıkında gaflette bulunmak, kat'iyyen akıl kârı değil!

Yine Âlem-i İslâm'ın intibahında rehber olmak, arkadaş, kardeş olmak için Kur'anın ve imanın nuruyla münevver olarak, İslâmiyet'in terbiyesiyle tekemmül edip hakikî medeniyet-i insaniye ve terakki olan medeniyet-i İslâmiyeye sarılmak ve onu, hal ve harekâtında kendine rehber eylemek lâzımdır.”

* * *

Evet, sevgili okurlar.

İşte bakınız, gerçek manada milletin duygularını ifade eden gerek devlet büyükleri olsun, gerek Bediüzzamanlar, Mehmet Akif’ler, Necip Fazıl’lar gibi değerli büyük düşünürler olsun, elbette ki kendi çapında görevlerini herkes yerine getirmiştir.

Bizlere ne oluyor da adeta üzerine ölü toprağı serilmiş canlı bir mezaristan durumundan kendimizi kurtaramıyoruz?

Daha ne zamana kadar uyanacağız, hareketleneceğiz, birleşeceğiz, birbirimizle iman nokta-i nazarında kenetleneceğiz?

En derin saygı ve sevgilerimle.