CUMHURİYET VE SİYASET!
Eklenme: 11/1/2012 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Bu köşede zaman zaman vurgulamak istediğim ana strateji;

Yakın tarihimizi teşkil eden cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek Türkiyede olup bitenleri gün ışığına çıkarmaktır.

Nitekim köşemi takip edenler görüyor..

İnanın bugün ülkemizde yaşanmakta olan üzücü tablo yazdıklarımızla bire bir örtüşe gelmiştir.

Ama ne çare ki sistem acımasız, zalim anlayışların sistemidir..

Siyaseti de, cumhuriyeti de, kişisel çıkar ve siyasi rant uğruna yörüngesinden çıkarıp, tersyüz edilmiş bir hareketlilikle bugüne kadar devam edile gelinmiştir.

Bakalım daha ne zamana kadar devam edecektir.

O da belli değil.

Burada sohbetimize girmeden evvel, siyaset nedir, karakteristik olarak siyaset kavramının bilimselliğine değinmek istiyorum.

Bu paylaşımı yaptıktan sonra konumuza devam edelim.

* * *

Siyaset, kavram olarak kelime anlamı bir milli iradeyi idare etmektir.

Toplumsal günlük hayat akışlarını milli ahlak, gelenek ve görenek paralelinde yönetmektir.

Politika (Politique) kavramı ise Fransızca veya aynı zamanda İngilizcede diplomasi (artdegouretner) manasını taşıyor.

Veyahut da tahakküm yani zorbalık manasını taşımaktadır.

Günümüzde kullanılmakta olan siyaset kelimesinin pratiği ise iktidarların toplumun üzerindeki ülkenin yararına faydalı işler yapmak.

Bundan dolayı da Siyaset müessesesi hiçbir zaman milli menfaat ve çıkar uğruna çalışmaktan başka hiçbir amaç ve hiçbir kirli ideoloji taşımaması gerekir.

Ki siyaset kurumsal olarak görev alabilsin.

Pek tabi ki bu yalnız devleti yöneten iktidarlara yönelik değildir.

***

Şura meclisi..

Diğer bir ifadeyle tüm siyasi partilerin yer aldığı meclis..

Yani iktidar yaptıklarından ne kadar sorumluysa, muhalefet de aynı o paralelde sorumluluk taşımalıdır.

Yasama erkinden ibaret olan meclis çatısında bulunan ister iktidar olsun, ister muhalefet olsun, herkes kesinlikle olayları tersyüz etmeden objektif görmelidir.

Fetvacılık açıkgözüyle nalıncının keseri gibi tek taraflı yontarak hadiseleri, görüp tartışmamalıdır.

Bunda nasıl ki birinci sorumlu Başbakan Erdoğan ise, bir o kadar da Kemal Kılıçdaroğluda, Selahattin Demirtaşda ve Devlet Bahçelide sorumlu ve görevlidir.

Hiç kimse,

Olup-biteni yalnız ve yalnız bir partiye veyahut iktidar gücüne yüklemeye hakkı yoktur.

* * *

Eğer günümüzde Türkiyenin mevcut devlet çarkı ters dönüyorsa veyahut makineyi döndüren paslı dişler söz konusuysa, onu hep birlikte onarmaya çalışmak lazım ve derhal o fabrikayı çalıştıran makinelerin paslı dişlerini değiştirmeye yönelik el birliğiyle harekete geçmek lazım.

O da bozuk bir anayasanın değişimiyle olur.

Yoksa orada Sen bu fabrikadaki makinelerin dişlerini paslattın, sorumluluk sana aittir gibi birilerine suçlama getirmek, acizliğin, kötü niyetin ve hıyanetin dik alasıdır.

Keza cumhuriyet kelimesi hiçbir zaman ama hiçbir zaman siyaset kelimesinin kavramının ana kurallarından ayrı bir kavram ve kural olarak görülemez.

Zira siyaset devlet düzenini ve sistemini munazzam bir şekilde müştereken ve müteselsilen milletler arasındaki diplomatik hareket neyse yalnız iktidara düşmez, kesinlikle iktidar kadar muhalefet de sorumludur.

Eğer iktidar bugün Suriyenin mezalimini görüyor ve komşumuz olan Suriyedeki Marksist, inkrcı, kan emici bir rejimle mücadeleye etmeye çaba gösteriyorsa, benim ana muhalefet partimin başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da batıl ve yanlış bir mezhepçilik anlayışıyla Suriye rejimine yönelik iktidarla ters düşüyorsa, vay o memleketin haline.

***

Bu ne demek biliyor musunuz?

Tek kelimeyle özetlemek gerekiyorsa, bu Türkiye cumhuriyetini ülkesini ve milletini içten vurmaktan başka hiçbir şey değildir.

İktidar partisi ak diyorsa, illa kara demek bu cumhuriyetin hudutları içerisinde yaşayan milletin tüm fertlerine bir ihanettir, devlet çarkını tıkatmaktır.

Cumhuriyet, hangi cumhuriyet?

Bu soru sorulduğu zaman insanın aklına çok şeyler geliyor.

Kim hangi cumhuriyeti savunuyor?

O belirsizliği ortadan kaldırmanın zamanı gelmiştir.

Tüm çıplaklığıyla cumhuriyetin lafız ve mana itibariyle berraklaştırma günü gelmiş ve geçmektedir.

Kim kimi kandırıyor?

* * *

Meşhur yunan filozoflarından Eflatun..

Ki kendisi cumhuriyet isimli ilk kitabı yazan bilim adamıdır.

Cumhuriyeti eski yunan medeniyeti içinde anlatıyor.

Ondan sonra Aristo siyaset ilminin kaidesini anlatan kitap yazıyor.

Eski yunan medeniyeti paralelinde kilisenin, papaların, din adamlarının siyasetle ve siyasete yönelik hükümeti yönlendirmeye çalışan ve bütün tasarrufat onların eline geçerken, aynen öyle söylüyor;

Miladın 5. yüzyılında Hıristiyanlığa yönelik din adamlarının göstermiş olduğu plan ve projeler paralelinde papanın yolundan ayrılmamak kaydıyla devlet yönetilebiliyor diye hüküm koyarken Rönesans asrında da Nikola Makyaveli de aynı paralelde cumhuriyeti ve siyaseti anlatmaktadır.

Demek eski yunan filozoflarının yani bilim adamlarının cumhuriyeti ve siyaseti tanımlarken, mana değeri milli iradenin yönetiminden başka bir şey değildir ve milletin inandığı kilise dininden ayrılmamak kaydıyla hükümetler oluşabilir, diye tarif ederken bizde ise tam tersine cumhuriyeti ve siyaseti milli inanç ve iradesinden uzaklaştırmakla yola çıkılıyor.

Onun için de ülkeyi tarih boyu kargaşadan, kandan ve terörden bir türü kendini kurtaramıyor.

* * *

Yani devlet milli irade ve inanç paralelinde hükümran olursa, milli irade düzgün bir siyasetle yönetilirse, o zaman cumhuriyet olur.

Aksi takdirde CHPnin Türkiyeye yutturmaya çalıştığı cumhuriyet, cumhuriyet değil, olsa olsa basmakalıp bir diktatörlüktür, keyfiliktir, zorbalıktır, kendi siyasi emel ve ideoloji paralelinde millete tahakküm edip ülkeyi biraz daha fazla sömürgeleştirip, kan gölüne getirmekten başka bir şey değildir.

Burada sormak gerekir, hangi cumhuriyet?

24 Ağustos 1923, 29 Ekim 1925ten ta 1950lere kadar, günü gününe, tarihi tarihine o dönemin CHPsinin cumhuriyetini uygulamaya yeniden yelteliniliyorsa, ülkenin başına bela etmeye çalışılıyorsa Sayın Kemal Bey, aklını başına almalıdır.

Bilinmelidir ki, artık Türkiye Cumhuriyeti; milletiyle, devletiyle, ülkesiyle, taşıyla, toprağıyla, yaşlısıyla, genciyle uyanmıştır, uyanmaya da devam edecektir.

Artık; O mezhepçiliğin, batıl Rafız mezhepçiliğinin diktasından, nursuz karanlık uygulamalarından kurtulmuş bir ülke var..

Bu ülkede İsmet İnönünün, Bülent Ecevitlerin, Rahşanların, Ergenekoncu generallerin, Atatürkçü Kemalist geçinen karanlık ruhların dünü, bugün artık yaşanmıyor.

Bugün yepyeni bir Türkiye, berraklaşmaya çalışan demokratik adımlarla yürüyen bir ülke var.

* * *

İktidarda bulunan AK Parti hükümeti, her ne kadar son zamanlarda birçok yönüyle bazı yanlışlıklara göz yumuyorsa da millet bunu da görmezlikten gelemez.

Başbakanın iyi niyetle devleti yönetmekte olduğundan şüphemiz yoktur.

Keza Cumhurbaşkanının da iyi niyetle, büyük bir vakarla ihraz ettiği devlet başkanlığı koltuğunu da dolduran bir kişi olduğundan hiç kimsenin şüphesi yoktur.

Ama tüm bunlara rağmen hükümetin içine sızdırılmış bazı bakanların uygulamaları, özellikle Güneydoğu Anadoluya yönelik, özellikle Diyarbakırımıza yönelik bazı milletvekillerinin hatta Başbakanımıza yakın görünen bölgenin birçok milletvekili eskisi olsun, yenisi olsun...

İkili oynadıkları aşikardır.

Başbakanı dahi yanlış yönlere yönlendirmeye çalışmaları apayrı bir tezgahtır. Güneydoğu Anadolu insanına yönelik hiçbir sıcaklık göstermemektedirler.

Tümüyle diyalogdan kopuklar.

Halk ile ilişkiden yoksunlar.

Kendileri gibi yakınları da bu partinin muhafazakrlık anlayışnın semtinden bile geçemediklerini, Hindistandaki Sağır Sultan dahi bilmektedir.

Özellikle Tarım Bakanlığının şaibeli uygulamaları bunun kanıtlayıcı birer delilidir.

Keza Sağlık Bakanlığının da bu bölgede özellikle Diyarbakırda bazı yanlış ellerin müdahalesiyle yavaş yavaş yörüngesinden kaymakta olduğu kuşkusuz bir gerçektir.

* * *

Hele ki;

Doğu ve Güneydoğu Anadoludaki bazı il yönetimlerinin yaşamakta olduğu hal, hiç de bir iktidar partisinin gerçekçiliğine yakışmıyor.

Deyim yerindeyse, bostan korkulukları gibi görüntüden başka bir maharetleri yok.

Eğer bunlar aktif bir şekilde Sayın Başbakanın misyonuyla çalışmış olsaydılar, bugün Doğu ve Güneydoğu Anadolu maalesef teröre teslim olmayacaktı.

Ama heyhat!

Görünen köy kılavuz istemez.

Hiç kimse ölü toprağı üzerine serpmesin ve başını da kuma gömmesin, gerçekleri görmeye çalışsın.

Başbakana en yakın olan Doğulu olsun ve Güneydoğulu olsun, özellikle Diyarbakır çok önemlidir, iki yönlü çalışanlar var, akşam bir kulvarda oynuyor, sabah başka bir kulvarda oynuyor.

Tehlikeli tezgh gittikçe genişliyor.

Bu tehlike karşısında;

Bize göre Başbakanın yapacağı tek iş var.

Bu milletin kalbini kırmadan parti misyonundan soğutmadan, hayal kırıklığına uğratmadan bir an evvel yeniden bir toparlanmaya geçmesi gerekir.

Ki, bu parti yağmacıların, rantiyecilerin, çıkarcıların, hani yağması olmaktan kurtarılmalıdır.

Veya geçen her kervanın duraklama yeri olmaktan çıkmalıdır.

***

Hiç kuşkusuz ki;

Bu millet tarihi CHPnin hiçbir ideolojisine inanmıyor.

Bilinmelidir ki Türkiyede ne kadar terör unsurları varsa, bunun ana kaynağı CHPdir.

CHPnin hasse-i mümeyyizesi tarihi fitnekarlıktır, ihtilaftan, anlaşmazlıktan, siyasetin derbederliğinden istifade edip, bu şekilde iktidar yolunu aramakta olduğu herkesin malumudur.

İşi-gücü devleti eline geçirip, kişisel rant teminiyle milleti dininden, imanından, inancından, kıblesinden, Kuranından, bin yıllık birlik ve beraberliğinden çevirip alçaklığın, yalancılığın, bozgunculuğun çamur bataklığına sürüklemekten başka bir işi yoktur.

Kelimeleri tersyüz edip, cumhuriyet gibi meziyetli kavramların arkasına sığınıp, pis, yalancı, kirli bir ideolojisine alet etmek için yıllar yılıdır çaba gösteriyor.

Ama heyhat!

Hiçbir şey de bugüne kadar yapamamıştır.

Hiç unutmayalım ki, İttihat Terakki Cemiyeti Osmanlının başına ne getirmişse, onun uzantısı durumunda olan CHP, cumhuriyetin gölgesine sığınan sözüm ona cumhuriyeti kuran anlayışla, bu ülkenin başına aynısını getirmiştir.

çünkü o anlayışın bir uzantısıdır CHP!

Artık Türkiye uyanmıştır.!

En derin saygı ve sevgilerimle.