DARBECİNİN ÜNİFORMASI GERÇEK DEĞİL, ŞEKLİDİR!
Eklenme: 7/13/2010 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar. Ülkemiz yıllar yılı ne idüğü belli olmayan ve aynı zamanda devletin bünyesinde yeşerip büyüyen şekilci üniformalılar tarafından inim inim inlettirilmiştir. Devletin mührünü, ıslak imzasını, üniformasını kişisel çıkar uğruna kullanarak bir yerlere gelme hesabı yapılmıştır. Kendi halkına karşı Aslan olarak görünmüş başka ülkelerin ağlama duvarı önünde putçuluk anlayışıyla "hazır ol" vaziyete geçmiştir. Türkiye insanı gerçekten buna bir mana veremiyor. Yüksek üniforma ünitelerine sahip olan Türk Askerlerinin zaman zaman daha ileriye tırmanarak yükselmeleri için illaki o milletin simgesi olan üniformasıyla gidip İsrailin tapınağı olan Ağlama duvarı önünde durması mı gerekir? Bana göre kişisel demokratik bir hak değildir. Zira bir devletin mensubu olarak önemli yerlere gelip devleti temsilen devlet protokollerinde ön safta bulunan bir insan hiçbir zaman gidip aynı üniformayla başka devletlerin tapınakları önünde arzı endam ederek "hazır ol" vaziyetine geçemez. İlla ki o devletin varlığına, misyonuna ve politikasına inanarak ona teslim olmak hariç. Evet, sevgili okurlar. Yazımıza başlık olarak kullandığımız ifade ve o ifadenin gerçek anlamını deşifre etmek için yukarıda anlattığımız gibi çok yönlü ve kapsamlı derin mana taşıyan ifadelerdir. Aslında bu ülkenin yıllar yılı çekmiş olduğu ızdırap hep bu şekilcilik ve belirsizliklerden kaynaklanmıştır. Kimin ne olduğu ve ne idügü ile yaşadığını, gerçek manada taşıdığı inanç ve gerçek kıblesı belirlenmiş olsaydı, bu memleketin insanları bugün belirsizlikleri yaşamazdı. Ama bakıyoruz ki insan kılığına bürünmüş, kırat (maymun) ruhunu taşıyan ve devletin kilit noktalarını ihraz eden kimseler bir arpa boyu kadar ilerlememişler ve bu millete yük olmaktan başka bir işe yaramamışlardır. Evet!.. Acı bir tablo.. Ama son zamanlarda "deşifre" olan hadiseler yürek ferahlatmıyor değil.. Ülkenin ve milletin yaşadığı karanlık dönem ve hadiseler bugün yavaş yavaş açığa çıkmakta, deşifre olmakta.. Derin ve karanlık yüzlerin "maskeleri" düşmektedir.. Tabi bu da; yürekli kalemlerin sayesindedir.. Yürekli basın mensupları bunun peşini bırakmıyorlar.. Demokratik zeminde sert bir şekilde ağır eleştirilerini halkın bilgisine sunarak "karanlıkta" beslenenleri ortaya çıkarıyorlar.. Bakınız, Taraf Gazetesinin yazarı Neşe Düzelin sorularına karşı Emekli Jandarma İstihbarat Astsubayı Hüseyin Oğuz neler söylüyor.. İnanın anılan İstihbarat Astsubayının bugünkü anlattıkları tabii iki yeni neslimizi inandırmak için faydalıdır.. Faydalı olduğu kadar da yararlıdır ve yeri yerindedir. Ama kime anlatırsın kabilinden. Biz bu Jandarma İstihbarat Astsubayının söylediklerini 1993lü yıllardan beri kaleme almışız ve Türk Kamuoyuna yansıtmışızdır.. Ama bir türlü inandırıcı olmamış. Gelen giden iktidarların önemli mevkilerini işgal edenler, sus pus olmuşlardır; gerçekler karşısında. Bu tür olayları deşifre etmek belki de onlara rahatsızlık vermiştir.. Huzursuzluk getirir diye selameti ve çıkar yolunu susmak da görmüşler.. Ama çok büyük bir yanlışlık var. Suçluyu saklamak misali gibidir ve himaye altına almak gibi suç temsil eder. Bakınız, Taraf Gazetesinin dünkü manşeti şöyle idi; KANASI GETİREN ALBAY GENERALİ ÖLDÜRDÜ "1993te Licede gerçekleşen suikastın perde arkası" Susurluk komisyonuna önemli ifşaatlarda bulunan emekli Astsubay Oğuz diyor ki: "Bahtiyar Aydını öldüren Albayı ben biliyorum" Haber şöyle devam ediyor: "İsim vermeyeceğim ama hangi Albay Diyarbakıra suikast silahı olan Biksi ve Kanası götürdüyse Tümgeneral Bahtiyar Aydını o öldürdü. 4 Nolu DGMde Albayın kendi ifadesinde var bu. O Albay Liceye Kahraman Bilgiçle bir tetikçiyi daha götürdü. Aydını ensesinden kurşunla öldürdüler." Evet, sevgili okurlar. O emekli albay gerçekten meşhur bir albaydır. Bu yörede nerde karanlık ve kişiliği zayıf maceracı insanlar varsa hep onlarla el eleydi. Kendini çok kahraman gösteriyordu; ama çok yüreksiz ve korkak bir insandı. Biz bunu yıllar öncesinde deşifre ettik ve devletin yargı dosyalarında ismi geçmektedir. Bunun ve bunun gibileri Şemdinli olayında deyim yerindeyse bir altın tepsinin içinde AK Parti hükümetine sunduk; fakat korktular, çekindiler, üzerine gitmek istemediler. Tıpkı, "İyi çocuktur" diyenlerin üzerine gidemedikleri gibi. Bilindiği üzere TSK gerçekten büyük ve kapsamlı bir maziye sahiptir. Geçmişi çok önemlidir. Dünyaya tarih sayfalarında kendini tanıtmıştır ve hep şerefle yad edilmiştir. Ama ne çare ki bugünkü girmiş olduğu pozisyon tam tersine Ergenekoncu, darbeci, faşizan, zorba generallerin hegemonyası altında zor halleri yaşamaktadır. Bir gün öyle inanıyoruz ki yakın bir gelecekte bu milletin sorgulamalarına karşı verilecek cevapları olmayacak. Zira bugünkü içinde bulunduğu pozisyon düşman ordularının yaptıklarını çok geride bırakıyor. Hiçbir dünya orduları milletine karşı böyle acımasız, iftiralar ve düşmanca kin besleyerek, inanç hürriyetine, düşünce ve giyim-kuşam hürriyetine karşı kin beslememiştir. Hele hele iftira etme, yafta yapıştırma hiç söz konusu dahi olmamıştır. Bakınız, Prof. Mümtaz Er Türköne, Vakit Gazetesinin Haber Müdürü Nazif Karaman ile yaptığı röportajda çok büyük ifşaatta bulunuyor. Bırakın Türk ordusu, Yunan ve Bulgaristan Orduları dahi milletine karşı bu saygızılığı göstermez diyor. Sayın Türköne, aynen şöyle diyor; "Darbeci düşmandan daha beter" Evet, onaylıyoruz. Gerçekten düşmandan daha beter ve düşmandan daha haindir. Vakite çarpıcı açıklamalarda bulunan Prof. Dr. Mümtaz Er Türköne, "askerlik mesleğini siyasete karıştıranların sözde değil, özde asker olduklarını ifade ederek bu ülkeye siyaset peşinde koşan askerlerin verdiği zararı hiçbir düşman veremez" vurgusunu yapıyor. Evet, Sayın Mümtaz Hocanın bu görüşüne katılmamak mümkün değildir. Ve zaten "Görünen köy kılavuz istemez" misali hali alem de meydanda. TSK kuvvetlerinin bugüne kadar bünyesinde barındırdıkları bu darbeci cuntacıların anlayışına maalesef yenik düşmüştür. Kendini kahraman gösterip aslan porsuna bürünüp tilki halini yaşayanları bu millet görüyor. Askerin kendi görevi dışına çıkarak sık sık siyasete karışmasına ve hemen her konuda açıklama yapma gereği duymasına Prof. Türköneden sert eleştiri geldi. Darbe peşinden koşan ve siyasete el atan askerlere sert tepki gösteren Türköne, bu ülkeyi seven herkesin darbe karşıtı olması lazım. Bu ülkeye siyaset peşinde koşan askerlerin verdiği zararı hiçbir düşman veremez diye konuşan Mümtaz Er TSKnın güçlü Türkiye sloganını tam anlamıyla faşizm olarak yorumluyor.. Prof. Türköne, "TSKdaki yanlışları ortaya koyup eleştirenlerin asker düşmanı gibi lanse edilmesini de art niyet olarak oluyor." Evet, sevgili dostlar. Burada tarihi derinliklerden gelen ve insan karakterlerinin gerçek kimliğini ortaya koyan bilimsel bir görüş var.. O görüş tamamıyla Üstat Bediüzzaman Saidi Nursinin "Münazarat" isimli kitabında net olarak açıklanmaktadır. O büyük üstat şöyle diyor: "Eğer büyük bir insan istibdat (zulüm) ile güce veya hileye veya kendisinde olmayan tasannua (yapay) kuvveyi maneviyeye istinaden halkı uzaklaştırarak, korku ve cebrin tazyiki ile tutup insanı hayvanlığa indirmiş daima o milletin şevkini kırmış demektir. Geleceğini karartmış demektir. Varlığını ipotek altına almış demektir. Bu anlayış paralelinde eğer bir namus olursa, yani bir başarı ve zafer varsa yalnız o şahsı müstebitte de görünüyor. Mesela deniliyor ki filanca adam şöyle yaptığından dolayı kahramandır yani savaş kazanmışsa milleti haçlılardan kurtarmışsa o kişiye nispet edilir ve ona mal edilir. Eğer tam tersine bir kötülük olursa kabahat ona değil Beçare tebalarına bölüştürülür. Şu pis istibdat (zulüm) ne vakitten beri başlamış geliyor. Cevap: İnsanlar, hayvanlıktan çıkıp geldiği vakit, nasılsa bunu da beraber götürmüştür. Demek istibda denlien zulüm ve insanlara hakaret insanlıktan öte bir hayvaniyet ve vahşettir. Bilindiği üzere Türkiyede hep kendilerini sureti haktan göstererek devlet üniformasını omuzlarında taşıyarak yapay ve sadece temsili görüntüden başka bir şey yapmayanlar aynı bugün revaçta görülmektedir.

En derin saygılarımla