DEĞİŞİM VE DEMOKRASİ İSTEYEN POTANSİYEL!
Eklenme: 2/17/2011 12:00:00 AM

Sevgili okurlar. Malumunuz üzre; Yerküremiz üzerinde yıllar yılı olup bitenlerin kötü manzaraları insanlara yansıtmıştır. Tüm olayların gerçek yüzü ters yüz edilerek hıyanet erbaplarının ektikleri nifak tohumu nedeniyle hep gerçekler örtbas edilmiştir.. Tam tersine gayri ciddi olan manzaraların görünümü güzel diye gösterilmiştir. Zulme adaletin cübbesi giydirilmiş. Dalalete ve sapıklığa hukukun külahı giydirilmiştir. Gaflete uyanış elbisesi giydirilmiş ve kimlikler tamamıyla ters yüz edilmiştir. Böylece toplumlar istikametinden saptırılmış, mutlak ve çağdaş bir seviyesizliğe sürüklenmiştir. Görünen manzara zifiri karanlık, şeffaflıktan, berraklıktan ve aydınlıktan uzak, üstü kapalı olaylar hep böyle komplo teorileriyle halka ağır faturalar ödettirilmiş. Ortaçağ karanlığı denilen yeryüzünün en bataklık ve uçurum kokuşmuşluğu asrımıza uzanmış, birçok ülkeyi önemli coğrafyaları ve o coğrafyalar üzerinde yaşayan insan potansiyelini maalesef hep böyle sömürülmüş ve köle olarak kullanılmak istenilmiştir. Kene gibi kirli haşereler tarafından kemirilmiş, büyük bir zafiyetlerle karşı karşıya kalmak zorunda kalmıştır bu toplumlar. Krallık, despotizm, hiyerarşi gibi zorbalık ve dayatmalar hükümran olmuşlardır. Günü gelmiş, toplumların canına tak etmiş her şeyi göz önüne alarak artık meşru hak arama zemininde ayaklanmayı tercih etmiştir. Tıpkı bugünkü Mısır ve Tunus halkı gibi Bu her iki ülkenin insanları maalesef ne idügü belli olmayanlarca yönetilmiş.. Aynı zamanda isim ve soyisimler, künyeler İslami ve hatta İslamiyete en yakın kişilerin isimleri kullanılmış. Ki kendi pisliklerini o güzel isimlerle örtmüş ama uygulama tam tersine şeytani olmuştur. Münafıklık kisvesine bürünmüşler. Gerçek yüzlerini göstermeyen  bu tinetli yüzler maalesef  günlerini gün etmişlerdir. Peki ya çaresi? İki gün önce yazdığım gibi Yüce Kitabımız Kuran-ı Kerim'in 4. suresi olan En-Nisa suresinin 105. ayetinde; gösterilen hakikat ve olayları deşifre eden uyarı 1400 sene evvel İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v)e yönelik yapılan aynı o uyarı günümüze dek uzana gelmiştir. Ve kıyamete kadar tüm İslam ülkelerindeki siyasi uygulamalarını idame edecektir bu uyarı. İnanan her ülke, İslama intisap eden topluluk anılan o Ayet-i Kerimenin son cümlesine sahip çıkmalıdır. Yani; "Vela tekün lil hain-ine hasima" "Hainlerin müdafii ve savunucusu olma" Nasıl ki bu yüce hitap Hz. Muhammed (s.a.v)e yönelik olmuşsa, aynı bicimde ona inanan, onun yolunda giden onun intisabıyla şereflendirilen tüm İslam dünyası, siyasi ve sosyal dengelerini koruyabilmek için ne idügü belli olmayan hain münafıkların yanında yer almasın diye aynı uyarı devam etmektedir. Munafıkların yanında yer almasınlar ve inanmasınlar. Yıllardan beri Mısırı kandırıp Mübareklik soyismini taşıyan bir hain nasıl ki ekonomiksel olarak Mısırın ekonomisini milyar dolarları kendi kasasında biriktirmiş ve o halkı inim inim inletmişse keza Libya, keza Cezayir, keza Tunus, keza günümüzün Türkiyesi'de aynı biçimde, yönetilmek istenmiştir. Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne dek gelen gideni aratmıştır. Mevcut vesayetçi bir anayasayı millete yutturulmaya kalkışılmış, laiklik ve Kemalizmi birer despot olarak, adeta putlaştırarak demoklesin kılıcı gibi milletin üzerine saldıra gelmişlerdir. AK Partinin birinci döneminde Başbakanın büyük çabalarına rağmen bu topluma bir şey verememişlerdi, neden mi? Zira insanların temel hak ve özgürlüklerini simgeleyen milletimizin, şan ve şerefine layık olan çağdaş bir anayasaya sahip olması için ne kadar yasaları çıkarmak istemişler ise de dönemin Cumhurbaşkanı yani Ahmet Necdet Sezerin hışmına uğramış ve teklif edilen yasalar geri çevrilmiştir. Yani birinci dönemde Ahmet Necdet Sezer faktörü takoz gibi yetkisini devletin gelişmesine, milli şuurun uyanışına engel olmuştur. Adeta putçu, inkarcı bir dayatma zihniyetiyle "Nuh demiş, Peygamber dememiş" misali illaki Kemalizm ve  Kemalizim ve gene Kemalizm demiş. İllaki laikçilik ve laikçilik ve yine laikçilik demiş İrtica ve irtica demiş.. Başka da bir şey dememiş.. Böylece bu ülkeyi Mısır ve diğer Ortadoğu ülkeleri gibi bilinmeyen yerlere sürüklenmek istenmiştir. Ancak 2010daki yapılan referandum sayesinde halkın yüzde 58 gibi hükümet bir galibiyet almış ise de; yine de yapılan ve yapılması gereken reformlar bir türlü gerçekleşememiştir. Bu halk sokaklara dökülüp eskiye dayalı despot yönetimleri Mısır gibi yıkıp temel özgürlükleri elde etme şansına sahip olamamıştır. Ancak mevcut demokratik açılım muvacehesinde iktidar olsun, Başbakanın tek başına çabası olsun veya Cumhurbaşkanının attığı yürekli adımlar olsun yani bir iğne deliği kadar tünelin sonunda görünen bir hürriyet aydınlığı görünüyorsa da, buda büyük bir çabanın neticesidir. Ama ne var ki, muhalefetin liderleri, muhalefete yandaş alışa gelen putçuluk zihniyetinin savunucusu durumundaki medyanın önemli bazı kalemşorları tarafından bu demokratik açılımın önü tıkatılmaya çalışılmıştır. Her kafadan bir ses çıkmıştır. Muhalefetin ve bu tür basının kafasından ve kalemlerinden çıkan bu antidemokratik zorbalık ve despotizm bir türlü engellenememiştir. Ama çırpındıkça batıyorlar misali, bu halk bu Başbakanın yanındadır, yanında kalacaktır. Bu halkın tarihi derinliklerinden gelen inanç ve iman özgürlüklerinin korumasına kesinlikle sahip çıkacaktır. Tabi bu da demokratik yöntemlerle olacaktır. Bakınız, Türkiye yıllardan beri o kadar mahalle baskısı yaşadı ki, "insanlar" inancını yaşamaktan korkmaya başladı. Baskıcı dayatma zorbalığa dayalı meşru olmayan bir din düşmanlığı dayatıldı. Yine de; halkı inanç ve din ekseninden saptıramadı. Onun için diyorum ki; Toplum her ne pahasına mal olursa olsun, artık siyasi kimliklerin yanında değil. Hain, despot ve kapalı rejimlerin, zorbalıkların yanında yer almaz. Bakınız, dün Konya Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesinin bir öğretim üyesi kendi mesleği bilgilerine dayanarak İslamın bir emri olarak "kadının dekolte hali tacize bir davettir" dedi. Senmisin diyen! Tabiri caizse Türkiye'de yer yerinden oynadı. Mahalle baskısıyla adeta linç edilmek istendi. Faşizan düşünce sahipleri büyük çapta hücum etti. Gerek karanlıkları yayan görsel medyanın ekranları olsun gerek yazılı medya olsun "Vay sen misin bunu söyleyen" Düşünün; O öğretim üyesi mesleğinin icabını ve gereğini kamuoyuna yansıtıyor. Zaten tüm söylemleri de tamamıyla ilime, inanca, kadının yüce değerlerini korumasına yönelik söylemlerdir.. Bize göre, hükümetin iki üç yıldan beri demokratik açılıma yönelik attığı her adımı biraz daha hızlandırması gerekir. Hem de zaman kaybetmeden. İkinci bir husus ise; Türkiyede yıllardan beri milleti uygulanan askeri vesayet ve Kemalizm dayatması kocaman TSK gibi tarihi bir kurumu kökünden sarsmıştır. Encümen-i danıştan tut Ergenekonun karanlık kurullarına kadar O kurumun bünyesinde yine bu milletin bağrından çıkmış asker olsun, sivil personel olsun inancını yaşayamamıştır. Şımarık, önemli keferet-ül fecere anlayışının antidemokratik hukuk dışılık uygulamalarıyla, insanlar inim inim inletilmiştır. Ki o batıl inanç aynı kurumun bünyesinde halen devam etmektedir. Tek kelimeyle özetlemek gerekiyorsa; Bu millet "Artık yeter" diyor. Kürtçe bir ifade ile Şivan Perwerin Avrupadan PKKya seslendiği gibi "Edi Bese" Bu milletin bünyesine gizli virüs gibi yerleşen ve zamanı gelince aynı noktada güçleşerek bir araya gelen başta Ergenekon terörü olmak üzere tüm terörün kilit noktalarına karşı artık "Edi Bese (Artık yeter)" demekten kendini alı koyamıyor. Artık hiç unutulmamalıdır ki Türkiyede demokratik zeminde, demokrasi platformunda yıllardan beri elinden alınan temel inanç ve düşünce özgürlüklerini geri almak için dev adımlar atmaktadır. Hiç de geri adım atmaya niyeti yoktur; ama elbette ki Başbakanın ve AK Partinin ciddi çalışması ve samimiyeti gerekir. Ve şuanki istikamette daha hızlı adımlarla yürümeleri şart. Eğer gerçekten AK Parti misyonundan kıl payı kadar geri adam atarsa şunu da iyi bilmelidir. Bu millet, bu toplum tarihi noktada gereğini onlara karşı da yapar. Sevgili Başbakanımıza ve AK Partinin iktidarına dostça tavsiyemiz şudur ki; hergün biraz daha yaklaşan seçim nedeniyle fırsatı kaçırmadan temel özgürlüklere yönelik radikal adımları atmalıdır. Tutuklanan Ergenekon subaylarının muhalefetin ve medya muhalefetinin etkisi altında kalmayarak hainlerin savunucusu durumuna düşmesinler. Bize göre seçilen hedef yerindedir. Atılan adımlar doğrudur, hiç endişe etmeden daha da bu milletin içlerinde biriken nefreti artık dağıtmalıdır. Milletin yüreğine bir serin su gibi uygulamalarını gerçekleştirmelidir. Tekrarlıyoruz, "Edi Bese (artık yeter)" diyoruz. Sevgili okurlar. Şunu da belirtmeden geçemiyorum. İki gündür Türkiyenin gündemini işgal eden dekolte ve taciz gündemi orta yerde. Bakalım bu cenazeyi kim ortadan kaldıracak (!?) İlahiyatçı Profesörün söylemlerine katılmayan, bilimsel gerçeklere göz kapamaktan başka bir şey değil. Kirli beyinler, kararmış kalpler daha ne zamana kadar bu memleketin üzerine mahalle baskısı kuracaklar. Hala da baskılarını sürdürecekler mi? En derin saygılarımla.