DİN VE DİL DEĞİŞİMİYLE OLAN OLDU BİZLERE!?
Eklenme: 11/2/2020 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Üç gün önce, yani Cuma günü saat 14.51 sularında İzmirde meydana gelen deprem felaketinde, şehrin bir bölümü hasar gördü.. Bir çok yapı, yerle bir oldu..

Öncelikle İzmirli kardeşlerimize, vatandaşlarımıza ve tüm Türkiyeye büyük geçmiş olsun diyoruz!.

Allah tekrarını bir daha bizlere ve İslam dünyasına nasip eylemesin..

Ölenlere Allahtan rahmet, yaralılara da acil şifalar diliyoruz..

Lakin şunu da ifade etmeden geçmek istemiyoruz.

Bize göre bunlar birer ilahi ikazdır, uyarıdır...

Mana leminden gelen ilahi bir sestir ki;

Artık yeter kendinize çekidüzen verin ey insanlık dünyası!

Ey İslam dünyası!

İlahi adaleti tanımazsanız, Allahın kinata ve kinat içerisindeki tüm yarattıklarına, özellikle insanoğluna hkim olan bir kudrete inanmazsanız, kurun-i la denilen eski çağların başına gelen felaketlerden kendinizi kurtaramazsınız...

Hiç unutulmasın ki Cenab-ı Allahın bu uyarısı, bu manevi seslenişi bizlere diyor ki;

Kendinize çekidüzen verin...

Kendinizi toparlayın...

Üstünüzde mutlak bir ilahi kudret vardır...

O kudret, insanlığın içinde yaşanan züllümün, küfrün ve inançsızlığın taşkınlığıyla sizleri ğark eder.

İşte böylesi ağır faturalarla karşılaşırsınız...

Bu faturaları ödemeye hazır olmanız gerektiğini, Yüce Allah sizlere hatırlatıyor...

Ve yine bilinmelidir ki; Cenab-ı Allahın kinat içerisinde görevlendirdiği görünmeyen nice manevi orduları vardır.

İşte o ordular harekete geçtiği zaman da insanlık, o ordulardan kendini kurtaramaz.

Hani diyorlar ya yaşla kuru bir arada yanar...

Nitekim yüce kitabımız Kuran-ı Kerim, Enfl suresinin 22. Ayetinde şöyle buyuruyor;

Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (aynı zamanda hepinize erişir). Biliniz ki Allahın cezalandırması şiddetlidir...

Evet, Allah tarafından Doğa görevlendirildiği an, hiçbir insan gücü ona karşılık veremez, koyamaz da!.

Ancak yok olma, telef olma tehlikesiyle karşılaşır.

***

Allaha şükürler olsun ki; ülkemizde, yani 81 milyon milletimizin içinde 24 saat Allaha yalvararak gözyaşlarıyla dua edip onun huzuruna iltica edenlerin var olduğunu da unutmayalım.

Gerçekten, toplumlar ne yapıp yapıp günlük hayat akışları içerisindeki yaşam tarzlarını, hukukun, adaletin, bugünkü deyimle demokrasinin gerçek terazisinde tartmalıdır...

Hukuksuzluk, adaletsizlik, antidemokratik uygulamalar sonucu böylesine felaketlerin kaçınılmaz olacağını bilmemiz gerekir.

Zira tarihi akışlara baktığımızda, 4 bin sene önceki, hatta daha geriye bakarsak, Hz. Şuayb, Hz. Nuh, Hz. Salih, Hz. Lut gibi birçok Peygamberin kavimleri onlarla inatlaşıp, onların getirdiği ilahi adaleti değil, kendi şehvani ve havai istek ve arzuları paralelinde yaşamlarını biçimlendirdikleri için, Peygamberlerden onlara uyarı gelmiştir.

Onlar o uyarılara uymadıklarından dolayı cezalandırılmışlardır...

Kendilerini yerle bir olmaktan kurtaramamışlardır...

Ülkeleri, şehirleri, ilçeleri, köyleri, yani yaşam alanları, kendileriyle birlikte, ke en lem yekn olmuşlardır...

Kuran-ı Kerim, bu yönde ilahı hükmü vurgulaya vurgulaya bizlere hatırlatıyor.

* * *

Evet, sevgili dostlar.

Gerçekten derinden derine düşünmemiz lazım..

Allaha karşı yekvücut olarak tövbekr olmamız gerekir.

Ve aba ecdatların mirası olan bin yıllık kültür ve tarihimize dönüp, sımsıkı sarılmamız lazım...

Aksi takdirde birbirimizi kandırmamıza gerek yok.

Ki, Hal-i lem meydandadır.

Nerdeyse yüz-yüz elli yıldan beri seküler, yani batılılaşma patentiyle yola çıkan devletin otorite anlayışı hep tahakküm kurmuştur...

Tanzimat Fermanından başlayarak, 1909lara kadar...

Yani, Ulu Hakan Abdülhamidin tahttan indirilişi dahil olmak üzere.

Batı endeksli ve bünyesinde gizli masonik locaların girişimiyle kurulan İttihat Terakki Partisinin Devlet-i liye-yi Osmaniyenin başına neler getirdiğini hiç kimse inkr edemez.

Ve o anlayış ne yazık ki 1,8 milyon kilometrekarelik İslam Coğrafyasını 783 bin kilometrekareye kadar düşürdü...

Aklı başında olan, şuurunu yitirmeyen, küfür ve zulüm bataklığıyla kanını ve ruhunu kirletmeyen herkesin buna inanması lazım, bilmesi lazım ve düşünmesi lazım.

Artık hop, hop nereye gidiyoruz deme zamanı gelmedi mi?

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Tanzimat dönemi dedik.

İttihat Terakki Partisinin kuruluşu dedik.

Der akat 1918lerde İngilizlerin elini kolunu sallayarak, tek bir kurşun sıkmadan İstanbulu istila etmesi.

1923te Lozan Antlaşması

Hem de İngilizlerin baş murahhası, yani bugünkü deyimle Dışişleri Bakanı Lord Curzon ile yapılan Lozan anlaşması paralelinde kurulan cumhursuz bir cumhuriyet...

Aşr-ı Şeriflerle, okunan hadis ve dualarla Hacı Bayramda yapılan büyük bir merasim sonucu açılan bir meclis.

Peki, ne oldu da 1924te Hilafet-i İslamiye dağıtıldı...

Padişahlığa son verildi..

1925te, 1926da devletin limlerle, dindar kesimlerle kavgası neyeydi?

Birçok önemli ulema kesimi sakıncalı görülerek dış ülkelere sürgüne göndermeye başlanılması nedendi...

Elbette ki herşeyi tersine çevirmekti..

Nitekim öyle de oldu?..

Milli mücadelede verilen kahramanlık, kurulan milli istiklalle yola çıkılan anlayışla zıtlaşan bir devlet yönetimi oluştu..

O devlet yönetimi, 1950lere kadar CHPnin altı oklu rejimiyle kendini var etti...

O anlayışa evirildi..

O günden itibaren, yani tek parti şeflik ve dipçik dönemine giren Türkiye, bugün dahil kendine bir türlü çekidüzen veremedi.

10 yılda bir darbelerle yüz yüze geldi..

Mesela dün 1 Kasım idi.

1928deki Harf İnkılbının 92. yıl dönümü...

4 Kasımda da AİHSnin (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin) 70. Yıl dönümü.

5 Şubat 1937de de laikliğin kabul edilişiyle Türkiyenin başına neler geldi neler?..

Eksisiyle artısını karşı karşıya getirirsek, devletin ve ülkenin eksiye düşüşünü hiç kimse inkr edemez...

Nitekim Osmanlının çöküş başlangıcı, Tanzimat Fermanından başlamak üzere 1909da Sultan Abdülhamidin tahttan indirilişi ve sonrasında 1923te kurulan cumhursuz cumhuriyetin sonucu itibariyle günümüze dek harf inkılbından başla, eğitim sistemiyle, Ezanın Türkçeleştirilmesiyle, Latin harflerin hkimiyetiyle Türkiye neler kaybetmedi ki?

Bugün dua edelim ki 18 yıldan beri AK Partinin siyasi bir parti olmaktan daha fazla, onun başında olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğanın inancı gereği vermiş olduğu siyasi mücadele sonucunda bugün Türkiye bu haliyle ayaktadır.

Manevi cihetine girip düşünsek, yukarıda bahsettiğimiz gibi Türkiyede hala da maneviyat inancının birçok yönüyle mevcut olduğunu ve onun o mana değeri sayesinde Türkiyenin ayakta kaldığını düşünüyoruz.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğanın dinine, inancına, mukaddesatına bağlı bir devlet adamı olmasına rağmen, ülke kendini bir türlü badirelerin, felaketlerin, musibetlerin akışından kurtaramıyor.

Demek ki Cenab-ı Allah bizi uyarıyor.

Diyor ki;

Ayasofyanın açılışı elbette ki çok büyük bir aşamadır, hizmettir.

Yalnız onunla yetinmeyin.

Devletin ve milletin ayakta durabilmesi için, mutlak suretle bu ülkeyi tek parti dipçik ve şeflik anlayışından kurtarıp, yeniden aba ecdatlarımızın kahramanlığına dönüştürün kendinizi.

Yani hukukun üstünlüğünü Kuranın ana ilkeleriyle koruyun.

Adaletin varlığını, İslam fıkhıyla bütünleştirin...

Kendinize gelin ve aslınıza dönün.

Toplumun aslına dönüşmesiyle ülke ayakta durabilir ve böylesine facialardan kendini koruyabilir.

Aksi takdirde ne yaparsanız yapın, kendinizi böyle ilahi uyarılardan koruyamazsınız.

Her şeyin başı dua, dua, dua

Topluma haram yedirmeme ve Kuranın asaletine dönmek lazım.

Yoksa dinin ana gerçeklerini, Kuranın temel hakikatlerini, laikçilik ve Kemalizmle değiştirmekle bir yere varılamaz.

Hele hele bin yıllık Osmanlının dil kültürünü Latin harfleriyle tebdil etmek, bize göre apayrı bir garabettir.

Dünya Savaşından sonra yakın komşumuz olan birçok devletin başına gelmeyen kalmadı.

Yani halk tabiriyle, Onların başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemiştir.

Ama tüm bunlara rağmen, kültürlerini, harflerini, dillerini değiştirmediler.

En derin saygı ve sevgilerimle..