DİNSİZLİK ÜZERİNE KURULAN SİYASET, HIYANET VE İHANETTİR!? (II)
Eklenme: 9/28/2015 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Üstat Bediüzzaman Hazretleri, Osmanlı İmparatorluğunun son yıllarında İstanbul’da bazı gazetecilerle yapmış olduğu mülakat, bugünkü deyimle röportajda çok önemli tavsiyelerde bulunmuş.

3 Aralık 1908, 1909 ve sonrası yani 1920’lere kadar…

Osmanlı arşivlerinde aynı o makaleler mevcuttur.

Kürtlerle ve Kürdistan’la ilgili yapmış olduğu çok önemli tespitler…

Biz de bu açıklamaları bugünkü olup bitenlere ders-i ibret olsun ve toplumumuza, milletimize bir meşale olsun niyetiyle aktarmak istiyoruz.

Siz değerli okurlarımıza imkânlar ölçüsünde; bölüm bölüm paylaşıp-aktarmaya çalışacağız.

***

Evet, Bediüzzaman, şöyle diyor;

“Sakın ey İhvan-ı Vatan!

Sefahatlerle ve dindeki lakaytlıklarla tekrar bu yüce davayı öldürmeyiniz.

(Milli Mücadele davasını kastederek)…

Emperyalist haçlı anlayışlara uyarak, davanızı hafif tutmayınız ve çalışmanızda gevşemeyiniz.

Ve bütün efkâr-ı fasideye (bozuk fikirlere), ahlak-ı rezileye (rezil ve sefih ahlaksızlıklara) ve şeytanın hile ve desiselerine ve tebasbus'ata karşı (sahte gülümseme), bu şeriat-ı garra (ay gibi parlayan şeriatın gerçekleri) üzerine müesses olan kanun-i esasi (anayasa) Azrail hükmüne geçti, onları öldürdü.

Şu halde ey hamiyet-i ihvan-ı vatan! (Ey fedakâr vatandaşlar)

İsrafat ve hilaf-ı şeriat dışı lezzetli olan gayrimeşru zevkleri tekrar ihya etmeyiniz.

Demek şimdiye kadar mezarda idik, çürüyorduk.

Şimdi bu ittihat-ı millet ve meşrutiyet ile rahm-ı madere geçtik (ana rahmine geçtik).

Neş u nema (oluşma ve gelişme) ile yükseleceğiz.

Yüz bu kadar sene gibi geri kaldığımız mesafe-i terakkiden inşallah mucize-i Peygamberi (Peygamber mucizesi) ile şimendofer-i kanun-i esasi (İslam hukukunun esaslarına dayanan kanun trenine), amelen ve burak-ı meşhur-i şerriyye (Şeri burak) binerek yürüyeceğiz.

Bu vahşetengiz sahra-yı Kübra (Küfrün ve imansızlığın vahşet saçan, çağdaş, fesat ve bozgunculuk alanında) bir zaman-ı kasirde (kısa bir zamanda) tekemmül-i mebadı cihetiyle tay etmekle beraber, teknolojik olarak medenileşmiş dünya ile omuz omuza müsabaka edeceğiz, yarışacağız.

Zira onlar öküz arabasına binip yola çıkmışlar.

Biz birden bire şimendofer ve balon gibi mebadiyeye bineceğiz.

Belki bu vatanda güzel huylar olan hakikat-i İslamiye ve İstidad-ı fıtri ve imanın feyziyle yola çıkacağız.

Bizden olmayan, batı dünyasından ithal edilmiş medeniyet olarak saydığımız bazı gayriahlâkî, âdet dışı, demokrasi ve hürriyet hududunu medeniyet olarak bize göstererek, bize yutturmalarından vazgeçebilelim.

Böylesine sefahat ve çürümüş ahlak dışı yanlışlıklara kapımızı açmayalım.

Dolunay gibi parlayan İslam hukukunun tüm hükümlerine riayet etmemiz gerekir.

Aksi takdirde üç beş tane dalkavuk, yalaka, cahil insanların elinden kendimizi kurtaramayız ve peşinen intihar etme yoluna girmiş oluruz.

Bir gün gelecek, nedamet de fayda vermeyecektir”

* * *

Geçmişimize yönelik Osmanlı tarihi bellidir.

Keşmekeşlikle geçirilen birinci dünya savaşı anında veya ondan sonra, milletçe başımıza gelen böylesine badireli, derin girdaplı oyunlarla mücadele etmek, tek çıkış yolumuzdur.

Evet.

Bediüzzaman diyor ki;

“Ey gazeteciler!

Maksadımızın hedefi olan İttihad-ı Muhammedi, sizin cerbeze ile yaptığınız muğalatalar ile inhilal anasır-ı netice vermekte olduğundan bizim delil-i hayatımız olan hayatımızın yegâne kurtuluş çaresi olan birlikteliğimizi akim bırakıyorsunuz”

Demek ki en önemli, keskin bir engel, o günkü medya ne ise bugünkü medya da o günün uzantılarıdır.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

İslam dışı uygulamalar, Türkiye’de ve tüm İslam ülkelerinde büyük bir aktiflik içerisindedir.

Mezhepçilik veyahut siyasi bazı yanlış görüşlerle karşı karşıya bırakılan Türkiye, ne yazık ki bugün dev terör örgütleriyle de karşı karşıyadır.

Özellikle DHKP-C, PKK, DAEŞ terörüyle karşı karşıya bırakılan Türkiye, ne yapacağının farkında değildir?

Ancak birleri, ekonomiyle oynayarak, ülkeyi bölük pörçük hale getirip, bütçeyi zafiyete uğratıp ülkeyi adeta bir savaş meydanı haline getirmek istiyor.

Bu rolün baş aktörü de Amerika’daki İsrail lobisidir ve İsrail’in ta kendisidir.

İçimize salmış olduğu şuculuk, buculuk adı altında önemli ajanların, rantını iktidar partilerinden temin etmek için, çok önemli adım atmakta olduğu herkesin malumudur.

* * *

BAŞBAKAN VE BAYRAM NAMAZI!

Evet, sevgili okurlar.

24 Eylül, yani geçtiğimiz hafta Kurban Bayramı’nın birinci günü Diyarbakır ve Türkiye için yeni bir milat oldu.

Düşünün, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bir Başbakanı gece yarısı basını ve kamuoyunu haberdar etmeden özel uçağıyla birkaç bakanla birlikte Diyarbakır'a geliyor.

Gece saat 23.00..

Havaalına iniyor, otele geçiyor.

İki üç saat istirahat eder etmez sabah namazını cemaatle kılmak üzere Ulu Camiye geliyor.

Büyük bir metanet ve itminan içerisinde büyük bir cemaatle sabah namazını kıldıktan sonra Sur müftüsünün vaazını dinliyor ta bayram namazı vakti gelinceye kadar.

Bayram namazını kılar kılmaz, cami içinde olsun, cami dışında olsun, halkın büyük teveccühüyle karşı karşıya kalıyor.

Başbakan’ın bayramını tebrik etmek üzere uzun uzadıya kuyruklar oluştu.

Evet.

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bir devlet adamının böylece kendi halkının seviyesine tevazu göstererek inme olayı, elbette ki tarih sayfasına geçmiş durumda…

Hiç kuşkusuz ki, Sayın Davutoğlu’nun bu girişimini tarih tescil edecektir.

Ama ne yazık ki tüm bu güzelliklere rağmen, etrafında bulunan ve Diyarbakır halkının hiç sevmediği bazı resmi sıfatların oluşması da ayrı bir problem...

Keşke Diyarbakır’ın hiç sevmediği bazı yalaka, devşirme sıfatları beraberinde getirmemiş olsaydı.

Ama tüm bunlara rağmen, Başbakanın yaptığı hareket çok olumlu bir olaydır.

Gerek Cumhurbaşkanımız muhterem Recep Tayyip Erdoğan olsun ve gerek Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu olsun…

Bu her iki zatın bugünkü devletin başında olmaları ve terörle mücadele etme şekli, halk için bir tesellidir, bir güvendir, bir umut kaynağıdır ve bir fırsattır.

Bu da, iman gücünden geliyor.

***

Üstat Bediüzzaman Hazretleri “Sözler” kitabının 23. Söz’ün 3. noktasında şöyle diyor;

“İman hem nurdur, hem kuvvettir.

Evet.

Hakiki imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre hadisatın (olayların) tazyikatından (sıkıntılarından) kurtulabilir.

‘Tevekkel tu el Allah’ der, o hayat sefinesinde (yaşam gemisinde) kemal-i emniyetle olayların dağlarvari dalgaları içerisinde seyran eder.

Bütün ağırlıklarını kadir-i mutlakın yedê kudretine emanet eder.

Rahatlıkla dünyadan geçer.

Berzah âleminde istirahat eder”

***

Evet, sevgili okurlar.

Gerçekten sevgili Başbakanımızın Diyarbakır’a gece yarısı özel uçakla teşrif edip, sabah ve bayram namazını Ulu Camide cemaatle kılması, imandan gelen cesaret, metanet ve mutluluktur.

Hakiki imanı elde eden insan, Allah’ın hifzu himayesinde dolaşarak, kâinata rahatlıkla meydan okuyabilir.

Adil, vicdanlı ve demokrat bir devlet adamına düşen de budur.

Zira yine Üstat Bediüzzaman Hazretleri 7 Mart 1920’de “Kürtler ve Osmanlılık” başlıklı makalesinde şöyle diyor;

“Evvelki günkü gazeteler Paris’te, Şerif Paşa ile Ermeni heyeti reisi Boğos Nubar Paşa arasında Kürdistan ve Ermenistan hakkında bir itilaf, ülfet ve barış sözleşmesi yaptıklarını yazarak, Kürt halkının kamuoyundan istizahatta bulunuyorlardı. (açıklama istiyorlardı).

Dört buçuk asırdan beri vahdet-i İslamiyenin fedakar ve cesur hadim ve taraftarları olarak yaşamış ve din-i ananesiyle sadakati gaye-yi hayat bilmiş olan Kürtler, henüz beş yüz bine yakın şehitlerin kanı kurumadan şişlere geçirilen yetimlerin gözleri oyulan ihtiyarların hatıralarını teessürle anarken, İslamiyet ve milletin zararına tarihi ve hayati düşmanlarıyla itilaf akdetmek (sözleşme yapmak) suret-i katiyyede gerçek salabet-i diniyeleri hilafındadır.

Bunu takip edemezler.

Binaenaleyh.

Kürt milletinin vicdanı bu tarz hissiyatına aykırı hareket eden zevatı da tanımazlar.

Ve yegâne emelleri de din ve millet birliğini muhafaza olduğundan, keyfiyetin izahına dalalet buyrulmasını muhterem gazetenizden istirham ediyoruz”

Üstat Bediüzzaman böyle bir makale yazmıştır.

O zaman Üstadın ismi Kürt Ulemalarından Said-i Kürdi olarak geçiyordu ki cumhuriyetten evvel yazılmış bir makale.

En derin saygı ve sevgilerimle.