DÜŞMAN DAHİLİ OLUNCA (III)
Eklenme: 11/14/2013 12:00:00 AM

Evet, saygıdeğer okurlar!

Yakın tarihimiz bize çok şeyleri öğretiyor.

Yeter ki objektif, uyanık gözlerle okuyabilelim.

Geçmişe yönelik özellikle 19. Yüzyılın başından sonuna, 20. yüzyılın sonuna kadar ülkemizde olup bitenlerin tümü rastgele kendi kendine oluşmuş olaylar değildir.

Osmanlı'nın son döneminde 33 yıl boyunca devleti yöneten Sultan Abdülhamit Han bu süreçte devletin bünyesine sızdırılan gizli "dönme odakları" çok iyi biliyordu.

Selanik Yahudi dönmeleri "ağaçın kurdu" gibi devletin içine girmiş entrikalı oyunlarla, senaristlerin değişik senaryolarıyla nihayet devlet yıkıldı.

Ama kimin eliyle yıkıldı?

Gerçekten içten kimliğini gizleyen dhili düşman dediğimiz iç düşmanlar tarafından devlet yıkıldı.

Dost görünüp düşman olanlar

'Böl, parçala, yut' sloganıyla yola çıktılar ve maalesef emellerine ulaştılar.

Parçalanan Memaliki İslamiye, bölünen İslam ümmeti, yutulan koskocaman bir ümmet.

Maalesef bugün siyonizmin pençesine girmiş, haçlı emperyalizmine birer yem durumuna sokulmuş, çok kolayca yutulan birer lokma haline getirilmiştir.

***

İnanın sevgili okurlar..

Nerdeyse cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek, devleti ele geçiren milli irade adı altında milleti hukuk dışı yöntemlerle yöneten ve kimliğini gizli tutan nice ihanet şebekeleri olmuştur.

İşte, bunların ellerinde çok büyük badireler geçirmiş ülkemiz ve hatta tüm İslam dünyası.

Zira Osmanlı'nın başkenti olan İstanbul'un göbeğinde fışkıran hilafeti İslamiye nurunu söndürmeye çalışan Yahudi dönmeleri hiçbir zaman rahat durmamışlar, ülkenin içine fitne fesat bozgunculuk tohumunu ekmişler ve büyütmüşler.

Son 11 yıldan beri milli iradeyi elinde tutan Ak Parti ve onun lideri Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın büyük çabasıyla, büyük siyasi dehasıyla ülkenin 90 yıllık kaybı inanın 11 yılda peyderpey toparlanmaya başlamış ve daha da ekonomiksel olsun, ahlaki değerler olsun, teknoloji bakımından olsun, piyasadaki iktisadi dengenin gittikçe kurulmasıyla "gelişme ve büyüme" ibresi hep yukarıyı göstermiştir.

Ki bu herkesin malumudur.

***

Her ne kadar; ülkeyi 40 yıl boyunca kan gölü haline getirip anaların gözyaşlarıyla boğduran batıl ve yanlış anlayışlar hala da rahat durmuyorlarsa da.

Bize göre Başbakan'ın Doğu ve Güneydoğu Anadolu politikasının bünyesinde taşıdığı barış ve kardeşlik süreci inanın 33 yıl Osmanlıyı yöneten Sultan Abdulhamittin siyasi dehası kadar büyük bir siyaset gerçeğidir.

Evet, Başbakan Sultan Abuldhamit olmasa da inanın ki onun projelerini bir bir tatbik etmeye çalışıyor.

Bunu da bilmeyen hiç kimse yok.

Zira barış simgesi devletle Kürtler arasındaki büyük sorunların bir bir kaldırılmasına yönelik Başbakan tarafından atılan adımlar "hakkaniyet" açısında, aşikardır.

***

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'la Sultan Abdulhamit'i mukayese etmeye ne gerek var diyebilenler olabilir?

Biz bunlara cevaben diyoruz ki böyle bir düşünce yerden göğe kadar yanlıştır.

Neden mi?

Zira Başbakan'ın Kürtlerle Türkler arasındaki birleştirici çabaları elbette ki barış çabaları için her gün biraz daha adım atıyor ve yıllar önce Kürt sorununun çözülmesi için verdiği söze doğru yürüyor.

1617 Kasım tarihlerinde Diyarbakır'a teşrif edip Diyarbakır halkıyla sıcak ilişki kurmak üzere geliyor ve aynı zamanda Kuzey Irak yani Güney Kürdistan lideri olan Sayın Mesut Barzani'yi de davet ederek misafir olarak ağırlıyorsa, bize göre bu hal yeni bir haldir, yeni bir gelişmedir.

Dosta düşmana karşı gösterilen bir uyanış şeklidir.

Gerçekten muhterem Mesut Barzani bir Kürt lideri olma hasebiyle Kürtleri kurtarıyorum diyen bazı yanlış odaklarla taban-tavana zıttır.

Herkes biliyor ki, Kürt sorununa sahip çıkan ve Kürtleri kötü badirelerden kurtarmaya çalışan varsa O'da tarihin sayfalarına baktığnızda, Barzani ailesi karşınıza çıkıyor.

Merhum Molla Mustafa Barzani döneminden kalan mirasa Mesut Barzani sahip çıkmıştır.

Barzani'nin Diyarbakır'a gelmesi, Başbakan'a misafir olması ve tüm Güneydoğu Anadolu insanının yani Kürtlerle kucaklaşması, hem Başbakan için hem de Barzani için büyük bir şeref duygusudur.

***

Peşinen diyebiliriz ki barış süreci misyonunu tamamlamıştır ve bu işin barışçıl yöntemlerle halledilmiş olmasının bir müjdeleyici hareketidir.

Amerika'nın, İngiltere'nin, Fransa'nın ve diğer batı devletlerinin hatta Birleşmiş Milletlerin tüm beklentilerini kursaklarında bırakmış ve o kirli ittifakı böylece darmadağın etmiştir.

Ümit var olalım ki artık bu ülkede faili meçhul cinayetler oluşmayacaktır.

Masum insanların kanı dökülmeyecektir.

Analar, bacılar, gencecik gelinler ağlamayacaklardır.

İşte bu siyasetten daha büyük bir siyasetin başka yerde aranması bizce abesle iştigal etmekten başka bir şey değildir.

Bu iş artık bitmiştir ve alınları secdeye değmiş iki büyük siyaset liderinin bir araya gelmesi elbette ki inanan bir ümmet için bir ümittir.

Yüzyıldan beri devletin başına geçen nice dönme şebekelerinin ajanlarına artık yer kalmadı zira İslam ümmetini yıllar yılı yönetmişler ama alnı secdeye gitmeyen, abdest suyu yüzüne değmeyen nice gafil insanlar bu memleketi böylece aldatagelmişlerdir.

Başbakanımızın tüm bu iyilik ve güzelliklerine rağmen temenni ediyoruz ki eski dönemlerde olduğu gibi bu sefer de yaklaşan yerel seçimler için aday adaylarının belirlenmesi çok büyük bir siyasi dehayı kullanarak partiye yakın görünen bazı rantiyeci grupların aldatıcı tekliflerine kulak vermemesidir.

Zira derler ya, görünen köy kılavuz istemez.

Geçmişten ibret almak lazım!

Başbakanımızı geçmiş dönemlerde yanıltmaya çalışan ve kendisine çok yakın olarak görünen özellikle Güneydoğulu bazı siyasetçilerin kişisel rant paralelinde adım atarak, yanlış insanları Başbakan'a öneren insanlar bir daha görünmesin, Başbakan'ın etrafında bulunmasınlar.

çünkü Diyarbakır insanı inançlıdır..

Ancak, PKK''ye yakın partiye teslim edilmiş olunması aslında Diyarbakır halkının insiyatifiyle olmamıştır.

Hem tehdit kullanılmış korkutucu unsurlar ön plana anılmış, öyle bir an olmuş ki bırak sandık başına gitmeye evinden bile dışarı çıkamamıştır.

***

Bunun yanı sıra da bugün Güneydoğu illerinde iktidar partisinin teşkilatları bünyesinde bulunan sözde partici kimliğe sahip insanlar, çok değişik yüzlerler partiyi kullanıyorlar.

Rantlarına hafif bir şekilde dokunulursa ikiyüzlülük haliyle yüz değiştirerek başka yüz kendine takarak bir yüzleri Ak Parti'de diğer yüzleriyse BDP'de.

Esasen karakteristik olarak AK Parti'nin il ve ilçe teşkilatlarında bulunan ve kimlikleri daima saklı tutulan zevat eğer partiden herhangi bir kişisel rant temin edilmezse hemen partiden ayrılılar karşı tarafa geçerler, kişisel olarak açıkça ayrılmasalar dahi, yüz hatlarından anlaşılan odur ki oylarını hiçbir zaman Ak Parti'ye vermezler, yine BDP etrafında dolaşırlar.

Ama kendini hep sureti haktan göstererek akşam Ak Parti'de sabah ta BDP'de.

Yöntemlerini değiştirerek her sahnede rol almaktan da utanmazlar.

Sayın Başbakan'dan istirhamımız Sultan Abdülhamitin kullandığı feraset ve dehayı kendileri de kullansın ve o paralelde adım atsınlar.

Zira tarih tekerrürden ibarettir.

Geçenlerde de yazdığımız gibi diyorum ki;

"Tramvay ile Travmayı" birbirinden ayırt edemeyen adaylara yönelmesinler.

En derin saygı ve sevgilerimle...