ESER, MÜESSİRİN KANITIDIR! (II)
Eklenme: 8/5/2014 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü sohbetimizde de ifade ettiğim gibi bugün de, günümüzde vuku bulan çok önemli mevzuuları, siz değerli okurlarımızla paylaşacağız.

Şunu hakikatten bilmenizi istiyorum, Türkiye’de gündemden düşmeyen, hep güncelliğini koruyan, her olup biten konuları dile getirmek isterken, kesinlikle bilimsel gerçeklere dayanarak fikr-i beyanda bulunuyorum.

Tabiatım gereği ve yaşam felsefem gereği!..

Gerek tarihsel olsun, gerek hukuksal olsun, gerek siyasal ve sosyal olsun, tüm vuku bulan hadiseleri objektiflik ölçüleri içerisinde "irdeleyip" ifade etmeye çalışmak benim ve tabi ki, Söz Gazetesinin vazgeçilmez ilkeleridir.

Hiçbir olayı, hissiyatımıza mağlup düşerek veyahut herhangi bir ideolojiye ters düşmemek üzere kaleme almıyorum.

Almayı da, ahlaki görmediğim gibi "mesleğin" objektifliğine de halel getirir.

***

Evet, dünkü sohbetimize başlık olarak kullandığımız “ESER, MÜESSİRİN KANITIDIR!” ifadesi gerçekten vazgeçilmez ilahi kanunun süzgecinden geçmiş tarihi bir tespittir.

Keza müessir de eserin kanıtlayıcı bir delilidir.

Tüm olup bitenler, fail ile fiil arasında gerçekleşn bir nev-i diyalogdur.

Hiçbirisi diğersiz olmaz.

Örneğin; duman ateşin eseridir.

Duman varsa demek ateş de vardır.

Duman bir eser ise ateş de bir müessirdir.

Aynı gerçeğe paralellik arz eden ateş de bir müessir olma hasebiyle eğer varsa eser meydana gelir ki dumandır.

Duman nasıl ateşin eseriyse, aynı zamanda ateş de dumanın müessiridir.

Daha anlamlı bir örnek gerekirse şöyle diyoruz;

Eğer güneş varsa gündüz de vardır.

Güneş müessirdir, gündüz eserdir.

Gündüz olduğuna göre güneş de vardır.

Bunun tersini hiçbir ilmi kariyer inkâr edemez.

* * *

Günümüzdeki siyaset alanına girersek; gerek bilimsel olsun, gerek tarihsel olsun, vuku bulan tüm olaylar, o olayları yaratan sistemin birer eseridir.

Sistem de o eserin müessiridir.

Keza sistemin uygulayıcıları da aynı sistemin birer eseri durumundadır.

Yani, sistem olumluysa eser de olumludur.

Eğer sistem olumsuzsa, hem o siyaset, hem de siyaseti uygulayanlar da ister istemez olumsuz durumuna girer.

Geçen yüz yıl içerisinde gerek Türkiye’mizde olsun, gerek Ortadoğu İslam ülkelerinde olsun, vuku bulan her olay kesinlikle rasgele vuku bulmuş olaylar değildir.

Eserle müessir meselesi gibi bir olay mevcutsa ve toplumu kirletiyorsa, ülkeye zarar veriyorsa, bunun müessirini aramak lazım.

Kaynak nedir, bunu öğrenmek lazım.

Onu öğrendiğimiz zaman toplumun tüm bireylerinin beyinlerine daha rahat ulaşılabilinir, anlatılabilir ve yaklaşım gerçekleşebilir.

Eğer o kaynak görmezlikten gelirse veyahut da görme arızası varsa toplum hiçbir zaman önünü kestiremez, göremez ve daha gittikçe badirelerle karşı karşıya kalır ve çırpındıkça da batar.

Örneğin; bugün İsrail’in Filistin coğrafyasındaki yaptığı mezalim ve katliamların varlığı, dökülen masum insanların kanı İsrail’in bir eseridir.

O eser, o dökülen kanlar, o müessir olan İsrail’in ürünü olma hasebiyle hiç kimse inkâr edemez.

Aynı paralelde sözüm ona medeni çağdaş bir dünya bunu gördüğü halde “dut yemiş bülbül” gibi susuyorsa ve görmezlikten geliyorsa, ya olayları ters görüyor veyahut da görme sakatlığı varsa veya da aynı vahşeti onaylıyor ve İsrail’in vahşet derekesine kendini gömdürüyorsa demek ki eser sahibidir.

* * *

Evet, çağdaş medeni dünya diyoruz.

Ama kendine bu ismi yakıştıran da yine aynı dünyadır.

Aynı alanda yürüyen devletlerdir ve milletlerdir.

Antidemokratik mezalim unsurları acımasızca kan döküyor, kan emiyor ve nice ocakları söndürüyor.

Dünya dili de buna demokrasi diyor.

Zulümkar uygulamalara “kendini savunma” adı veriyor.

Ve ne yazık ki, maymun ve domuz karakterini ruhlarına tenasüh ettirmiş bir İsrail’e insanlık cibilliyetini yakıştırıyorlar.

Oysaki yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de hatırladığımız kadarıyla üç ayrı surede bu toplumu lanetleyen, maymun ve domuza benzeten ayetler mevcuttur.

Örneğin; “Bakara” suresinin 65. ayeti şöyle diyor;

“İçinizden cumartesi günü azgınlık edenleri elbette biliyorsunuz. Onlara 'Aşağılık birer maymun olunuz' dedik; bunu, çağdaşlarına ve sonradan geleceklere bir ceza örneği ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlara öğüt olsun diye yaptık”

Aynı bu paralelde “Maide” suresinin de 60. ayeti..

Bu ayette ise yüce Allah diyor ki;

“De ki: Bundan daha fena olanları, Allah'ın cezasına uğramış bulunanları haber vereyim mi size? Allah'ın lânet ettiği, gazabına uğrattığı, içlerinden bir kısmını maymun ve domuz şekline soktuğu kişiler ve Şeytan'a tapanlar. İşte bunlardır yeri daha kötü olanlar, doğru yoldan daha fazla sapmış bulunanlar”

“Araf” suresinin 166. ayeti ise önceki bu iki ayetten daha çarpıcı bir açıklama veriyor ve şöyle buyuruyor;

“Kibirlenip de kendilerine yasak edilen şeylerden vazgeçmeyince onlara: Aşağılık maymunlar olun! Dedik”

* * *

Evet, sevgili dostlar.

Bu her üç surenin, üç ayeti de açık ve net olarak, İsrailoğullarının tarih boyunca zaman zaman Allah’ın hudutlarını aşarak, haddini bilmeyerek, tecavüz eden ve masum insanların kanını kendine bir yem olarak gören ve kendilerini tüm insanlık dünyasının üstünde tutan bu vahşi kavim, yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim bunların hak ettiği unvanı vermiştir.

Yani her ne kadar kendilerine insan görüntüsünü veriyorlarsa da ruhi ve karakteristik olarak, yani maymun ve domuzun kanı ve ruhu onların kanına ve ruhuna tenasuh etmiştir.

Yani reenkarnasyon durumuna girmiştir.

Şeklen de sureten de her ne kadar fiziksel olarak insani görünüm yaşıyorlarsa da kesinlikle bünyesinde taşıdıkları mezalim ve inat, onları o vahşi dağ hayvanlarına benzetmiş durumdadır Allahû Teâlâ.

İşte bu benzetmenin sebebi de tarih boyu ortaya koymuş olduğu eylemleridir, fiilleridir ve eserleridir.

Bu eserin, bu fiilin müessiri de Yahudi’dir ve İsrailoğulları’dır.

Bunu ortaklaşa bir şekilde seyreden dünya da nerdeyse aynı ruhu bünyesinde taşıyor, zira masum insanlara acımıyorlar.

* * *

İnanın, sevgili okurlar.

Dün de bu köşede ifade etmeye çalıştığım konu; Türkiye’mizde de yıllardan beri süren antidemokratik mezalim, siyasetin gittikçe kirlenme şekli, hep bu bozuk sistemin birer eseri durumunda olup, öz be öz milletimize karşı yıllar yılı devlet, kendini suçlu durumuna sokmuştur.

Yapılan tarihi uygulamalar, kendini zaten ele veriyor.

Sistemin bünyesine sokulan fesat, zındıka ve nifak cereyanları hep kendini tersyüz ederek, aldatıcı bir biçimde halkını kandırmış.

Hak, hakkaniyet ve adaletin gölgesinde haksızlık, zulüm ve hukuk dışılık uygulanmıştır.

Devleti, rayından yani mecra ve yörüngesinden çıkarıp, adeta uygulamasıyla tersyüz etmiş ve halkı kemirmiştir.

Zulüm ve istibdadın adını cumhurun arkasında olmayan bir cumhuriyet adını vermiştir.

Riddetin ve dinden çıkmanın biçimlendirmesine de nizam ve sistem denilmiştir.

Cehaletin ve sefahatin adına da medeniyet denilmiştir.

Böylece tarih boyunca sistem; milletine, ülkesine, vatanına, ihanet etmiş durumda ve arkadan vurmuştur.

Tıpkı toplumun arasında yüzyıl içerisinde kan, gözyaşları, yakılan ve yıkılan nice ocaklara rağmen son olarak bir ümit kaynağı olarak ortaya çıkan AK Parti ve başındaki lideri durumunda olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan!

Son on iki sene içerisindeki hakkı inkâr edilmez.

Çok güzel mesafeler almış ve bu yapılanlar, tümüyle diyebiliriz ki bir fiili eser olarak ortadadır.

İnkâr edilmez ve bunun müessiri de gerçekten Sayın Erdoğan’dır.

Ama diyorlar ya; “Siyasetin bir gözü kördür, bir ayağı da topaldır”

Her zaman tüm gerçekleri göremeyen siyaset, tümüyle de sağlam adımlarla da hedefine pek ulaşamaz.

Ama yine bu millet, sayın Erdoğan’ı hak ettiği makama götürecektir.

Yalnız bize göre her zaman bu köşede anlatmaya çalıştığım gibi, özellikle bu coğrafyada yalaka durumunda olan, hiç istikrarı olmayan, gâh bu yana, gâh o yana fır dönen bazı odakların partinin kilit noktalarına getirilmemeleri gerektiği gibi uzaklaştırılmalıdır..

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Geçenlerde yine medyaya yansıtılan bir olayı sizinle paylaşayım.

AK Parti Adıyaman eski Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat…

Malum, son olarak milletvekili seçilemediği için veya Erdoğan onu seçmediği için, Meclis dışında.

Bakınız tüm medya huzuruna çıkıp şöyle diyor..

“Ben oyumu Erdoğan’a vermiyorum ve HDP’nin Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş’a veriyorum..”

Ve iki gün önce de Bugün Gazetesine poz vererek, rasgele AK Parti’yi ve Cumhurbaşkanı adayını gözden düşürücü bir şekilde eleştiriyor.

Demek anlaşılan budur ki eğer Erdoğan bu zat-ı muhteremi tekrar partinin kilit noktalarına getirmiş olsaydı, bu kadar mütecaviz olamazdı.

Bu da kanıtlayıcı bir delildir ki siyaset alanında tümü olmasa bile bazı insanların siyasi kıbleleri ranttır, çıkardır, makamdır, mevkiidir.

Bu elinden alındıktan sonra, ellerinden geldiğinde en ağır darbeyi onlara iyilik yapanlara indirirler.

Dün de bu köşede ifade ettiğim gibi bölge halkı, gerçekten perişan durumda.

Kürtler, bir türlü kendilerine güvenilir, siyasi bir zemin bulamıyorlar.

Karşılarına çıkan sözde asaletli ve istikametli insanlar varsa da o da çok azdır.

Sonunda kendi seçmenleriyle ters düşüyor ve en ağır darbeyi indiriyor.

Zira beklediğini görmeyince…

Evet, biz burada defalarca anlatmaya çalıştığımız bazı hakkaniyetler, zaman geçtikçe sahiplerini ele veriyor ve bizi de tarih önünde haklı çıkarıp kanıtlıyor.

En derin saygı ve sevgilerimle.