EY ÂLEM-İ İSLAM, NEREDEN YÜRÜYORSUN?! (II)
Eklenme: 1/6/2016 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Malumunuz üzre bugün İslam dünyası çok büyük sıkıntı ve sarsıntılar geçirmektedir.

Bunun sebeb-i mucibesi de iki ana mevzuudur.

Birincisi; yeraltı petrol zenginlikleri ve buna emperyalist güçlerin göz dikmesi…Fırsat kollayıp, gelip üzerine oturma zemininin yaratılmasıdır.

İkincisi; bünyesinde taşımış olduğu İslamiyete dair kin ve nefrettir.

Bu paralelde yıllar önce tasarlanan büyük Ortadoğu Projesinin de hayata geçirilmesidir…

Yani, Siyonist ve haçlıların plan ve projelerinin, hayata geçirilme operasyonları hal-i hazırda İslam dünyasına dayatılmıştır.

Hedef; sıkıntılı, çileli ve kaoslu bir İslam dünyasının yaratılmasıdır.

Şuan uygulamaya soktukları en tehlikeli plan ise "mezhepçilik çatışmasını" körüklemek.

Şia ve Sünni oluşumların kavgasını yaratmak…

Nitekim bugün görüyoruz ki; İran’ın ne kadar tutarsız, samimiyetsiz ve İslam’ın ruhundan da ne kadar uzak olduğu gerçeğinin ortaya çıkmasıdır…

Hatta bırakın uzak olmayı, ehl-i sünnet ve cemaatin başında bulunan sahabeler silsilesinin nurani birer halkaların düşmanlığını nazık ki bugün bizatihi kendisi yapmaktadır..

Bu ihdas edilen yapay ve farazi oluşumların plan ve projelerinin temel amacı; yer yüzünde yüce İslam dinini yok etme girişimidir.

İslam’a inanan ümmeti birbirine düşürüp, kargaşa, kavga ve terör unsurlarının yaratılmasıdır.

Böylece zayıf düşen İslam birliği gücünün dağılmasıyla ancak bu şer yapılar rahat edebilecektir…

Demem o ki, yeni bir küfür dünyasının aç kurtlarına bugün "İslam Dünyası" yem ettirilmek isteniyor.

Tabiatıyla tüm bu saydığımız gerçeklerin başındaki ana hedef Suudi Arabistan, Kuvveyt ve Katar’ın petrol zenginlikleri başta gelmektedir.

Nasıl olsa, Irak ve Suriye'yi yiyip bitirdiler..

Bunları birer Müslüman ülkecik olarak inanç nokta-i nazarında ümmetçilik davası paralelindeki Türkiye’nin bunların başında olduğunu ve bu saydığımız ülkelere ağabeylik yapma ve hatta liderlik durumuna gelme endişesinin taşınmasıdır.

Bu itibarla emperyalist haçlılarla, Siyonist Yahudilerin aralarında gizli yapılan ittifakla Türkiye’yi de sıkıntılı, kaoslu, çileli ve terör ülkesi olarak görmek isteyen bu dıştaki hain güçler, inanın sevgili dostlar hiç rahat durmazlar/durmuyorlar da.

* * *

Dün de aynı bu köşede değindiğim gibi kurtuluş çaresi; İslam’dır.

Ve İslam'in birlikteliğidir…

Bediüzzaman Hazretlerinin kaleminden alıp dün yazdığım vecizeler paralelinde bugün de yine o büyük Üstat ve çağımızın ilim ve düşünce allamesi Bediüzzaman’dan bazı önemli konu başlıklarını sizlere aktaracağım.

Bu itibarla “Şualar” isimli eserindeki 14. Şua’da Bediüzzaman Hazretleri bakınız şöyle diyor;

“Bir tek gayem vardır.

O da mezara yaklaştığım bu zamanda İslam memleketi olan bu vatanda Bolşevik baykuşların seslerini işitiyorum.

Bu ses âlem-i İslam’ın iman esaslarını zedeliyor.

Halkı, bilhassa gençleri imansız yaparak kendisine bağlıyor. Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücâdele ederek gençleri ve Müslümanları imana dâvet ediyorum.

Bu imansız kitleye karşı mücadele ediyorum.

Bu mücahedemle inşaallah Allah huzuruna girmek istiyorum.

Bütün faaliyetim budur.

Beni bu gayemden alıkoyanlar da, korkarım ki bolşevikler olsun.

Bu iman düşmanlarına karşı mücahede açan dindar kuvvetlerle el ele vermek, benim için mukaddes bir gayedir.

Beni serbest bırakınız, el birliğiyle, komünistlikle zehirlenen gençlerin ıslahına ve memleketin imanına, Allah’ın birliğine hizmet edeyim”

***

Bu minvalde yine Bediüzzaman Hazretleri İslam dünyasına şöyle sesleniyor;

“Ey âlem-i İslâm!

Uyan, Kur’ân’a sarıl, İslâmiyete maddî ve mânevî bütün varlığınla müteveccih ol!

Ve Ey Kur’ân’a bin yıllık tarihinin şehadetiyle hâdim olan ve İslâmiyet nurunun zemin yüzünde nâşiri bulunan yüksek ecdadın evlâdı!

Kur’ân’a yönel ve onu anlamaya, okumaya ve onu anlatacak, onun bu zamanda bir mu’cize-i mânevîsi olan Nur Risalelerini mütalâa etmeye çalış.

Lisanın, Kur’ân’ın âyetlerini âleme duyururken, hal ve etvar ve ahlâkın da onun mânâsını neşretsin; lisan-ı hâlinle de Kur’ân’ı oku.

O zaman sen, dünyanın efendisi, âlemin reisi ve insaniyetin vasıta-i saadeti olursun”

“Ey eski çağların cihangir Asya ordularının kahraman askerlerinin torunları olan muhterem din kardeşlerim!

Beşyüz senedir yattığınız yeter!

Artık Kur'anın sabahında uyanınız.

Yoksa Kur'an-ı Kerim'in güneşinden gözlerinizi kapatarak gaflet sahrasında yatmakla, vahşet ve gaflet sizi yağma edip perişan edecektir.

Kur'anın mecrasından ayrılarak birleşmeyen su damlaları gibi toprağa düşmeyiniz.

Yoksa toprak gibi sefahet ve şehvet-i medeniye sizi emerek yutacaktır.

Birleşen su damlaları gibi, Kur'an-ı Kerim'in saadet ve selâmet mecrasında ittihad ederek, sefahet ve rezalet-i medeniyeyi süpürüp, bu vatana âb-ı hayat olan, hakikat-ı İslâmiye sularını akıtınız”

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Gerçekten Bediüzzaman Hazretleri, içtenlikle, hem de sıkıntılı, çileli, kaoslu bir zemine oturtturulmak istenen bir Türkiye’de bunları anlatıyor.

Yani ceza, hapisli ve sürgünlü bir yaşam zemininde bunları anlatıyor ve bizleri uyarıyor.

Evet, gerçekten dinsizliğin hükümran olduğu o dehşetli devirde ehl-i din ve İslam ümmeti en acımasız bir derecede terzil edilmeye (küçük düşürmeye, rezil etmeye) çalışılıyordu.

Hem de Kemalist ve laik bir Türkiye’de.

Hatta Kur’anı dahi tamamen kaldırmak ve Rusya’daki gibi dini akideleri tamamen imha etmek için düşünülmüş, fakat millet-i İslamiyece bir aks-ul ameli netice verilmesi ihtimali ileri sürülünce bundan vazgeçilmiş.

Yalnız şu karar alınmıştır.

Mekteplerde yaptıracağımız yeni öğretim usulleriyle yetişecek gençlik, Kur’anı ortadan kaldıracak ve bu suretle milletin İslamiyet’le olan alakası kesilecek.

Bütün bu dehşetengiz planları çeviren o müthiş fitnenin ana kaynakları şimdiki dini inkişafın muarızı ve düşmanları olan harici, dinsiz cereyanların reisleri ve adamları idi.

O harici dinsiz ve imansız cereyanların içteki satılmış köle ve ihanet şebekeleri bugün yeniden, "fitne ve kaos" peşindeler..

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Unutmayalım ki biz muhterem Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile saygıdeğer Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun yeni Türkiye’sinden bahsetmiyoruz.

Biz, elli ve yüz yıl önceki Kemalist, inkârcı, laikçi bir küfür sistemi içerisinde boğulmuş o günkü Türkiye’den bahsediyoruz.

İşte o Türkiye’nin kirli yüzünü bir daha görmemek için, bugün Allah’a şükür ki devletin zirvesinde bulunan alnı secdeye değen ve Kur’an okuyan bir cumhurbaşkanımız var ve beş vakit namazını cemaatle kılmak isteyen bir Başbakanımız var ve Bakanlar Kurulumuz var.

Şimdi tüm bunlara rağmen, hala da Türkiye kendine bir türlü çekidüzen verememektedir.

Zira Allah’ın her günü Güneydoğu’dan özellikle Diyarbakır’dan şehit olan asker ve polislerin naaşları memleketlerine gönderiliyor ve o eski Kemalist Türkiye’nin ne yazık ki hala hegemonyası ve vesayeti devam ediyor.

Eğer böyle olmasaydı, bugün bu askerlerimizi ve polislerimizi hunharca katledip kanları döken hain şebekelerin savunucusu durumundaki bir siyasi oluşumun parlamentoda olması ve devletin bütçesinden semizlenerek beslenmesi olmazdı…

Yeni bir Türkiye’ye bu tablo yakışmadığı gibi, ülke ve millet bunlara layık değildir.

Bize göre halkın ümit beklediği yeni bir Türkiye’ye bunlar yakışmamaktadır.

Ne var ki, hala vesayetçi, darbeci bir anayasa mevcut ve bunlar bu anayasanın himayesinde yer bulmaktadır.

Gönül ister ki el birliğiyle parlamento kendine çekidüzen verip, iktidarıyla, muhalefetiyle, bu meşum ve uğursuz terör anlayışlarını ortadan kaldırılabilseydi.

Herhangi bir muhalefet veya iktidar gözetmeden el birliğiyle yeni bir anayasanın oluşturulmasına gayret edilmesi gerekir.

Aksi halde hiçbir zaman parlamento, iktidarıyla, muhalefetiyle yakalarını bu milletin ellerinden kurtaramaz.

Ne yapıp yapıp bir an evvel bu anayasayı değiştirip gerçek manada Kemalist ve Siyonist hegemonyasından uzak, yepyeni bir demokratik bir Türkiye’nin oluşması söz konusu olmalıdır.

Bize göre bu olay, tüm olayların başında geliyor.

Ülkenin yegâne kurtuluş çaresi de burada aranmalıdır.

En derin saygı ve sevgilerimle.