FAİLİ MEÇHUL CİNAYETLER SİLSİLESİNE BİR HALKA DAHA EKLENDİ! (II)
Eklenme: 12/2/2015 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Bir önceki yazımda da ifade ettiğim gibi, Türkiye son zamanlarda “Beyaz Toros” olarak kullanılan resmi bir sloganı yeniden yaşıyor.

Bölgede “Beyaz Toros” ile dolaşanların kimler olduğuna ilişkin henüz resmi dilden bir açıklama yapılmamakla beraber, nerdeyse her gün faili meçhul cinayetler oluşa gelmektedir.

Ama mademki resmi dil bunları “Beyaz Toros” diye tanımlıyorsa, tabiatıyla “Beyaz Toros”un çıkış kaynağını da bilmesi gerekir.

Eğer gerçekten bu bölgede “Beyaz Toros”lar dolaşıp kirli faaliyet gösteriyorsa…

Yani faili meçhul cinayetleri işliyorsa ve yakalanmıyorsa veyahut başka belirsizliklerle tebdil ediliyorsa…

O da yine bu halkın kabahati değil, bize göre her dönem olduğu gibi bu dönemde de siyasetin beceriksizliğidir ve kabahatidir.

Bu durumdan anlaşılıyor ki devlet, ne yaparsa yapsın terör odaklarına karşı halkın beklentilerine cevap veremiyor.

Verse dahi kamuoyunu rahatlatacak, aydınlatacak, gönüllere su serpebilecek herhangi bir açıklama yok…

Ne yazık ki, devlet vitrinini zenginleştirme propagandasından yoksun bir hal yaşıyor.

***

Merhum Tahir Elçi’nin geçtiğimiz Cumartesi günü Dört Ayaklı Minare önünde katledilmesi ve katilinin elini kolunu sallayarak kaçıp kurtulabilme şekli gerçekten düşündürücüdür.

Bir o kadar da vahimdir.

Üç günden beri devletin Cumhuriyet Başsavcısı, heyetiyle beraber olay yerine gidip incelemeyi bir türlü tamamlayamaması bize göre ayrı bir garabettir.

Zira Başsavcı Ramazan Solmaz Bey’in fedakarane çalışma azmiyle oraya büyük ihtirasla gidip, katil çekirdeği bulma çabasını göstermesiyle birlikte açık ve net olarak çalışmasını engellemek isteyen saldırılar, ateş etme cesaretini gösteren terör odakları ve aynı zamanda Twitter’a haber atmaları…

Doğrusu bu terörün Diyarbakır’da ne kadar rahat çalıştığının ve devlet otoritesinin de ne kadar sıkıntılı olduğunun bir göstergesi olsa gerek.

Gerçekten devletin Cumhuriyet Başsavcısı inceleme yapmak üzere olay yerine gidiyor ve ateş çemberine alınıyorsa, oradaki çalışmayı tamamlamadan geri dönüyorsa…

İnanın sevgili okurlar.

Bu işin ne kadar vahim olduğunu, ne kadar korkunç olduğunu, devletin hala neyi düşündüğünü ve “nereden talimat alayım” dercesine hareket edilmesi, kamuoyunu çok derinden tedirgin etmektedir.

Bu nedenle hani kültürümüze mal olmuş bir atasözü var;

“Görünen köy kılavuz istemez” misali…

Hal öyle bir hal almış ki bu tür olaylar nerdeyse insanlarımızı ümitsizliğe ittiği gibi, soruşturmalardan da sonuç alınamayacağına inandırmaktadır.

Biz de kamuoyu olarak buna inanmakta zorluk çekiyoruz.

* * *

Hep buradan siz değerli okurlarımızla tüm olup bitenleri, özellikle bu coğrafyadaki olup bitenleri belgeleştirerek, birer belgesel durumuna getirmek zorunluluğu hissediyoruz ve kamuoyuna bunu deşifre etmek zorundayız.

Zira kamuoyunun beklentisi şudur ki devlet ve otorite denildiği zaman akan sular durur.

Ama heyhat!

Deyim yerindeyse sittin seneden beri terör odaklarıyla mücadele veren siyaset ve o siyasetin son durağı da TBMM olduğuna göre bir şeyler yapılamıyor.

Ha bire faili meçhul olaylar meydana geliyor?

Her nerede olursa olsun, ölenler ister halk olsun, ister devletten olsun, ister asker veya polisin masum ve mağdur ailelerinin başına gelenler olsun, her halükarda halkın temennisi; devlet, otoritesini sağlamalıdır ve devletçiliğini yapmalıdır.

Bu milletin bin senelik ruhuna uygun olarak gerçekleri öğrenmelidir, öğrendikten sonra da uygulamalıdır.

Ama nerdeyse bu tür gelişmelerin varlığına ve gerçekleşmesine umutsuzlaşmış bir halk kitlesiyle karşı karşıyayız.

O da çok vahim, çok zarar verici, çok düşündürücüdür.

Aynı zamanda, devletin, otoritenin, gelip giden iktidarların, hatta TBMM’nin ne kadar bağımsız olup olmamasının da gerçek bir yüzüdür.

***

İktidara gelen Ak Parti hükümetinin Bakanlar Kurulunun tümünün ne kadar sağlam çalıştığından hiç kimsenin şüphesi olmasın, olamaz da.

Ama Ak Parti “Ak” dediği zaman muhalefet “Kara” diyor..

Bu ne demek, bu devlet bir arpa boyu yol kat edemiyor demek.

Bu, gerçekten çok zor ve üzücü olaylardır.

Anlaşılan budur ki mevcut anayasa, insan temel hak ve özgürlüğüne uygun bir anayasa değildir… Askeri vesayetin altında oluşa gelen bir anayasanın hükümleri de elbette ki vesayete dayalı olan hükümlerdir.

Bunlar ise antidemokratiktir, hukukla bağlantısı yoktur, mezalimdir ve yanlışlıklar silsilesidir.

Cumhuriyetin kuruluşuyla milli mücadele kahramanlığıyla bilinen, tanınan bir rejimin şekli ve o kahramanlık unvanını taşıyan nice mücahitler ve gaziler olmakla beraber, ne yazık ki cumhuriyet kurulduktan sonra her şey tersyüz edildi.

Anadolu insanının Haçlı emperyalizme karşı vermiş olduğu mücadele ve kahramanlık unvanını alma teşekkürüne layık olması gereken bir halkla kavga edilmiştir.

Halk, devletin bazı hukuk dışı yasalarına karşı gerektiği yerde suçlanmış ve sorgulanarak yargılanmıştı.

Yani halk adeta suçlanmış bir hale getirilmişti.

Peki, neden suçlanmış?

Tabiri caizse;

“Gel buraya!

Sen miydin İngilizlere karşı koyan, sen miydin Fransızları Maraş’tan kovan, sen miydin Antep’e Urfa’ya kadar gelen emperyalist haçlıyla çarpışan?

Bunun faturasını ödemek zorundasın.

En ağır faturası da sen yüce İslam dinini artık yaşayamayacaksın.

Çünkü senin karşında laiklik var, senin karşında Kemalizm var, senin karşında faşizan ırkçılık var.

Din, dil, coğrafya, ırk, renk tanımıyorum.

Her şeyden evvel bin senelik inancını tamamıyla ortadan kaldıracaksın ve haçlıların namı hesabına bu ülkede yaşayacaksın” denilmesi söz konusudur.

Zira oluşan, gelişen ve olup biten tüm bu süreçteki vakalar bunu zaten ele veriyor.

Hiç de şüphe ve kuşku götürmeyecek birer tarihi vakalardır.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Buradan cumhuriyetin kuruluşundan sonra İngilizlerle ve diğer haçlı emperyalist ülkelerle yapılan Lozan Anlaşmasının bazı iç yüzünü “Belge” sunarak, sizinle paylaşmak istiyoruz.

Ve bu şekliyle, bu biçimiyle bu yazı serimiz devam edecek.

Mademki Ak Parti iktidardadır.

Demokrasiyi koruyor ve gerçekten Ak Parti iktidarında geçen 13 sene gibi bir mazi, hakikaten bu süreç içerisinde başta “İfade özgürlüğü, inanç özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, demokrasi insan temel hak ve özgürlüğü” rahatlıkla yapılabilmiş durumdadır.

Ama bize düşen görev; bu hükümeti, bu iktidarı, yani Ak Parti iktidarını desteklemektir.

Zira Ak Parti’nin kurucusu durumunda olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı…

“Beğenirsin, beğenmezsin ayrı mesele” Türkiye için bir şans olarak kabullenmemiz şart ve elzemdir.

Ak Parti iktidara gelmeden önce yine askeri vesayet yasalarıyla bu memleket yönetiliyordu, ifade özgürlüğü yoktu, düşünce özgürlüğü yoktu, yaşam, kılık kıyafet özgürlüğü de yoktu.

1940’lı yıllardaki CHP’nin dipçik ve şeflik döneminin uzantıları devam ediyordu.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Tarihi vesika dedik.

Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretlerinin “Emirdağ Lahikası” adlı eserinde 1950’lerde Büyük Doğu Dergisinin yayınladığı tarihi bir gerçeği burada sizinle paylaşmak üzere özetliyoruz.

Yazının başlığı aynen şöyledir;

“Bera-i malumat size gönderildi”

Büyük Doğu Dergisinin 29. sayısında “Lozan Anlaşmasının İç Yüzü” diye yazılan makalede İngiliz Murahhas Heyeti Reisi Lord Gürzon, yani dışişleri bakanı nihayetinde en manidar sözünü söyledi.

Dedi ki;

“Türkiye, İslami alakası ve İslam’ı temsil rolünü bundan sonra kendi eliyle çözer ve İslamiyet’i içinden atar.

Bizimle halisane bir biçimde beraberce hareket eder.

Ve Hıristiyan dünyasının hürmet ve minnetini kazanır.

Biz de kendisine dilediğini veririz.

Lozan da Türk Murahhas heyeti başkanı bulunan ve henüz hakiki maksadını kamuoyuna anlatmak istemeyen İsmet Paşa, bir ara bütün Hıristiyan emellerinin Türkiye’yi mazisindeki ruh ve mukaddesatı kökünden kazarak ayırmak olduğunu sezdiği halde şu gizli rüşveti teminat olarak vermiş durumdadır.

Eskiden beri kökleşmiş, köhne engellerden, yani anane-i İslamiyet’ten kurtulmak hususunda İsmet İnönü’nün beslediği azim inkâr edilmez bir delilidir.

Harfi harfine iltimas ettiğimiz bu sözlerle Türk baş Murahhasının, yani İsmet İnönü’nün eskiden kökleşmiş ve köhne olmuş engellerden kurtulma hususunda Türk milletine karşı beslediği katı azimli siyasetinden ne kast ettiğini ve bunu hangi maksatla ele aldığını ve nasıl İslam düşmanlarına bir rüşvet diye takdim ettiğini sormak lazımdır”

Devamı yarın.

En derin saygı ve sevgilerimle.