FEDERASYON’A OPERASYON
Eklenme: 7/5/2011 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar. Nihayet! Türk derin futboluna da ulaşan Türk Polisini ve yeni yeni istihbaratlarını kutluyoruz. Yıllardan beri İtalya mafyasının çetecilik anlayışı dünya dillerine destan olmuştu. Nihayet yıllar önce "Di Pietro" isimli özel bir savcıyı harekete geçiren İtalya'daki bu karanlık oluşumun deşifresiyle İtalya yeniden normal hayatına döndürdü. Yoksa gerçekten İtalya tüm yönüyle maddi ve manevi unsurlarıyla türeyen oluşumlarla Akdenizin sularına gömülecekti. Manevi olarak da olsa, hükmi olarak da olsa Akdenizin derin sularına gömülüp yok olacaktı. Tıpkı bugün Türkiyemiz o günün İtalyasını yaşamaktadır. Daha doğrusu diyebiliriz ki; belki İtalyaya gizliden gizliye sızdırılan bu olumsuzluklar, bu çete ve mafya soygunculuğu Türkiyeden oraya bulaşmıştı; ama gizliden. Bu da bir kader tecellisi olmalıdır ki, AK Partinin başı dik, alnı ak bir Genel Başkanı, Başbakanı vardır. Bu zat sayesinde başta polis olmak üzere devletin birçok kurum ve kuruluşları yeniden genç, dinamik beyinlerle tazelenmiş, donatılmış ve harekete geçirilmiştir. İşte, polis deyince Başbakanın da dediği gibi coptan silahtan değil, haber alma gücünden ve milletin elinden alınan, gasp edilen hak ve hukukunu savunup koruyan bir teşkilat olmalıdır ki, bugün Türk Polisi bunu canlandırıyor. Aslında tüm pisliklerin ana kaynağı ve temel unsuru sistemdir ve sistemin getirdikleridir. Bu sistem adeta kurtlaşmış, ha bire mikrop üreten bir yara gibi. Her zaman bu köşede değindiğimiz gibi, terû taze, pırıl pırıl yetişen bu vatanın evlatları her ne çare ki, bu eğitim sistemiyle eğitilmiş olması devlete, millete çok büyük ağır faturaları ödetmektedir. Bugünkü iki komşu ülke olan Suriye ile Irakın hali.. Yıllardan beri iki sosyalist anlayışa sahip otorite tarafından, yönetilmektedir. Birisi ılımlı birisi radikal olmak üzere komşumuz olan Irak ile Suriyeyi inim inim inletmiştir. Hiç oraya bu ülkelere Haçlıların gelip savaş açmalarına ihtiyaç kalmıyor. Zira bu görevi yüz yıl önce yapmıştır ve arkasından piyonlarını o milletlerin başına musallat etmek üzere bırakmıştır. Nitekim, Türkiyemizde "o piyonların" zülmu altında, inim inlemektedir. Büyük radikal anlayışa sahip CHP ile Suriyedeki basçi partinin anlayışını taşıyan BDP işbirliği yapmakta olup, demokrat geçinen Ergenekoncu generallerin birer arka bahçesi durumuna gelmişlerdir. BDP, ne kadar parmak sloganlarıyla "Kürt hakkını savunuyorum, Kürt sorunu için yola çıkmışım" diyor ise de uzaktan yakından alakası yoktur. Zira bunlar kesinlikle sistemin birer arka bahçesi olup gıdasını Türk Ergenekon ırkçı faşizan kültüründen almaktadırlar. Tarihi efsane durumunda olan Kürt siyasetçi Dr. Tarık Ziya Ekinci hemşerimizin de işaret ettiği gibi bizim de aynı ifadelerine ve görüşlerine katılmamamız mümkün değildir. Sayın Ekinci dün medyaya vermiş olduğu açıklamasında şöyle diyor; "BDP, KÜRT SORUNUNU ANLAMADI" CHP ve BDPnin meclise girmekten başka çaresi yok. BDP hala Kürt sorununun çözümüyle Türkiyenin demokratikleşmesi arasında organik bağı kuramadı. Haber şöyle devam ediyor; "CHP, şizofrenlik bir parti CHP ve BDPnin meclise katılmalarından başka bir yol göremiyorum. CHP; bir tarafı sosyal demokrat bir tarafı ulusalcı şizofrenlik bir parti. BDP; Ergenekon, balyoz davalarına karşı referanduma destek vermeliydi. Devlet de, halk da Kürt sorununu evrensel normlar içinde çözmeye hazır, BDP ise marjinal solcularla sonuç almaya çalışıyor, oysa Kürt sorununun çözümü için Türkiye Partisine dönüşmesi gerekir" Evet, El-Hak Dr. Ekinci doğru söylüyor. Kürt halkının % 99u Müslüman, % 1i ise bilinmeyen, yönünü şaşırmış Kürt Yezidi veya Nusayri Rafızi bir mezhebe mensup olanlar vardır. % 99 olan büyük bir potansiyelin varlığını, inancını, tarihi gelenek ve göreneklerini İslam inancını çok küçük ve sapık bazı ideolojilere sahip kimselere feda edilemez ve alet de olunamaz. Birilerinin sivil hayatında bir baltaya sap olmadıkları halde bu inanan Kürt milletinin arkasına sığınıp kendine perde yapıp, sosyal basçi Arap partilerinin zihniyetiyle bu millete ve Kürdistana hiçbir fayda getiremezler ve bir fitne unsuru durumuna girmekten de kendilerini kurtaramazlar. Hali alem ortada. Kim kimi kandırır? Her ne kadar "kimin eli kimin cebinde belli değil" deniliyor ise de bana göre bu slogan yanlıştır. Kimin eli kimin cebinde olduğu açık ve net bir şekilde bellidir. Sapık dürzü Nusayri bir mezhebe mensup olanların, sosyalist anlayışlı olanların eli Kürt halkının cebindedir ve cebinden de çıkmıyor. Evet, bunu burada siz değerli okurlarla paylaşırken; fakat cumhuriyet döneminin kuruluşundan günümüze dek hiçbir partiye, bir Başbakana, bir anlayışa nasip olmayan muhterem Recep Tayyip Erdoğan ile partisine nasip olmuştur. Evet, neden mi? Mafya, çetecilik, faşizan, ırkçılığa dayalı karanlık kurulların yüzünden bu memlekete ithal edilip getirilen çetecilik, mafya türü anlayışlar devletin birçok kurum ve kuruluşlarına sızdırılmıştır ve maalesef böylece de bugüne dek bir hayli güçlü adımlarla ilerlemiştir. Onun için, devlet, kamu birçok yönüyle önemli bazı kurum ve kuruluşlarına sızdırılmış bu çetecilik.. Mafya türü İtalyayı da geride bırakmıştır. Özellikle sosyalist emperyalizmine bağlı CHPnin efsanevi Adalet Bakanları Mehmet Moğultay ile Seyfi Oktayın bakanlıkları zamanında Adalet Bakanlığının altını üstüne getirmiş, tüm yargının en önemli ve kritik noktalarına kadar kendi mezhep ve batıl anlayışı doğrultusundaki savcı ve yargıçları yüce kurumun iç dokularına kadar yerleştirmişlerdir. Bunların her yönüyle gayri ahlaki ve gayri ciddi çalışmalarını artık devlet yakalamış durumda. Yüksek yargının bazı mensupları dahil olmak üzere birçok yönüyle adeta suçüstü gibi yakalanmış durumda. Keza aynı anlayışın uzantısı TSKnın bünyesine de sızmıştır. Gizliden gizliye masonik kafaların tertipledikleri geceler ve uygulamalar yıllardan beri devam ede gelmiştir. Bakınız, dünkü Taraf Gazetesinin sürmanşetine konulan "CALCİOPOLİDEN KELEBEKE" başlıklı şöyle bir yazı okudum. O yazıyı kısmen de olsa sizinle paylaşmak istiyoruz. Temiz ellerden sonra, temiz ayaklarda da Türkiye, İtalyanın izinde. 2006da merkezinde Juventusun bulunduğu şike soruşturması, İtalyadaki genel temizlik hareketinin bir parçası olarak gerçekleştirildi. "Calciopoli" adı verilen operasyonda o dönemde İtalya liginin lokomotif takımı olan ve 2000lerin ilk yarısında dört şampiyonluk kazanan Juventusun yanı sıra Milan, Lazio, Fiorentina ve Reggionanın da şikedeki sorumluluğunu ortaya çıkardı. Hakem atamalarına müdahalesi, menajerler aracılığıyla piyasayı yönlendirmesi ve hakem odası baskınlarının bedeli Juventus için çok ağır oldu" diye devam ediyor bu yazı. Evet, sevgili okurlar. Mevcut sistemin karakteristik bakımından toplumun en düşük seviyede olanlarını popülist yüksek marjinal bir seviyeye büyüterek çıkarmaktadır. Böylesine insanlar toplumun en düşük seviyedeki insanlarla kalkıp oturması gerekirken ne yazık ki, öyle yapılmıyor. Kamu ihaleleri ile özellikle Genelkurmay Başkanlığı bünyesindeki NATO ENFin ihalelerini yıllardan beri büyükbaş generallerle işbirliği içinde olup dayatmalarıyla kendilerine pay etmişlerdir. NATO ENFin ihaleleri kendilerine verilmiştir. Bu yetmiyormuş gibi bu sefer Türk futbolunun başlı başına popülist bir takımının başına geçiriliyor ve hayatı boyunca şike yapıyor. Ve gelen giden iktidarlar buna bile bile göz yumuyorlar. Bakınız, yine Taraf Gazetesinin manşetinde şöyle bir haber var; "SAVCI DOKSANDAN ÇAKTI" Cuntadan, mafyadan ve çetelerden temizlenmeye çalışan Türkiye için şimdi de futbolda "derin temizlik" zamanı. Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım sorgulanıyor. Demek oluyor ki, popülistleştirilen, büyütülen, zenginleştirilen, para pul sahibi daha doğrusu Türkiyede söz sahibi edilen Aziz Yıldırım bugün Türk Polisinin gözetimi altında, nezaretlerdedir. Türkiye, bakın nereden nerelere geldi. Allahın izniyle beraber yaşayalım görelim. Hani şair diyor ya; "Görelim mevlam neyler, neylerse güzel eyler" Keşke, Türkiye hep böyle devam etsin. Bağırsaklarını temiz tutsun, kokuşmuş sorunlar yumağı durumuna getirilen sistemin yaralarına neşter vurulsun ve pırıl pırıl bir Türkiye dünyaya dersi ibret olsun. En derin saygılarımla.