GERÇEK KİMLİK SORUNU VE TÜRKİYE (2)
Eklenme: 5/18/2011 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar. Dünkü yazımızın devamı olarak bugün de aynı paralelde size sunmak istediğim; Türkiyenin bazı önemli gerçekleri olacak. Bir ölçüde; Bilinmeyen ve görülmeyen gerçekleri dile getirmek istiyorum. Dün Uğur Dündarın Star TVde programını izlerken MHPli aynı zamanda Siirtin yeni ismiyle Aydınlar ilçesi eski meşhur ismi Tillonun şeyhlerinden bilinen sayın Oktay Vural'a takıldım.. MHPnin kilit isimlerinden biri.. Öyle de bilinmektedir. Natıkası, konuşma kabiliyeti fevkalade, ağzı laf yapan bir insan. Tabii ki okumuş bir bürokrat.. Ama dinden imandan bihaber olan biri. Zira onun konuşması onu bu şekliyle ele veriyor. Uğur Dündar'ın sorusuna cevap verirken şöyle diyor Sayın Vural.. Diyor ki: "Sayın Dündar, Allahü Teala bir Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyurmuştur ki, insanlar ne yaparsa kendine yapar, kötülük yapan kötüyü bulur, iyilik yapan iyilik bulur.." Bu konuşma biçiminden aldığım dersi ibret beni bir hayli tiksindirdi. Ve derinden derine düşündürmeye sevk etti. Birden; Dünkü yazı başlığım aklıma geldi. O ifadenin ne kadar yerinde olduğunu ve ne kadar isabetli bir cümle olduğunu kendi kendime onayladım. Ve demek ki Türkiye gerçekten kimliğini gizli tutanlarla değil, kimliğini ve kendi hüviyetini mahiyetini açık tutanlarla yola çıkması gerekir. Bu gerek siyasi arenada olsun, gerek ahlaki olsun ve gerekse tüm içtimai günlük hayat akışları içinde olsun.. Sosyal içerikli tüm olup bitenler.. Zira özellikle kimliğini kapalı tutan ne idüğü belli olmayan şahsiyetlerle bu memleket bir yere gitmez, gidemez. Düşünün bir Oktay Vural ki Tillo gibi tarihi İslami ilimlerin yuvası ve Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin diyarından biri. Başınızı ağrıtmayayım. Çok büyük ulemaları yetiştirmiş bir mekan. Mutlaka Oktay Vuralın aba ve ejdadları da aynı minval üzerine yetişmiş, aynı türden olan insanlardır. Ama Sayın Vural her nedense mutlak bir siyasi cehalet, vurdumduymazlık ki Allah ile Peygamberin sözlerini birbirinden ayırt edemeyecek kadar bir gafletle karşı karşıya. Sanki, İlim ve irfan yuvası olan üniversiteden değil, dağ başında mezun olmuş bir çoban gibi.. Hadis ile Ayeti birbirinden ayırt edemeyen bir kişi. İnanın birinci sınıfa giden çocuktan sorsanız dahi Hadis Allahın sözü değil Peygamberin sözüdür der. Ayet ise Kurandaki okunan kelime ve cümlelerden oluşmaktadır. Düşünün Türkiye Cumhuriyetinin bir parlamenteri olan zat, "Peygamber efendimiz bir hadislerinde buyurmuş olduğunu" söylemek yerine "Allahu Teala bir hadisinde buyurmuş" diyor.. Allaha ve Resulullaha iftira ediyor ve siyasi polemik yapıyor.. Bilerek ya da bilmeyerek kendini sureti haktan gösteriyor. Evet, ben buna çok üzüldüm. İlim irfan yuvası olan memleketin insanları bir asır içerisinde nereden nereye geldiler. Bana göre bizim düşünmemiz gereken gerçek şey, terör tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuz gibi cehalet ve bilgisizlik musibetiyle de karşı karşıya olmamızdır.. Siyasi gaflet, siyasi vurdumduymazlık tabii ki Türkiyeyi terörün eşiğine getiriyor. Evet, bu nedenle Başbakan'ın bir önceki gün TOBBnin 66. Genel Kurulunda yaptığı konuşmanın bazı bölümlerini dün size aktarmıştım. Başbakan Erdoğan için, Başbakanlık koltuğunu ihraz eden bir zata yakışır kültür ve bilgiyle dolu bir insan olduğunu buradan tekrar ifade etmek istiyorum. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, TOBBnin Genel Kurulunda yapmış olduğu konuşmasında, Siyasetin yapısına ilişkin önemli bir konunun, siyaset dışı güçlerin müdahaleleri olduğunu söyledi. Erdoğan, 1960 yılından itibaren Türkiyede siyasetin millet iradesinden ziyade siyaset dışı odaklar tarafından şekillendirildiğini bugün ibretle takip ettiği çirkin komploların ne yazık ki geçmişte de sık sık yaşandığını ifade ediyor. Özellikle, 28 Şubat sürecinde medyanın da aktif olarak görev aldığı kampanyalarda görüntüler yoluyla siyasete yön verilmek istendiğini ifade eden Erdoğan, "Esasen bizim 3 Kasım 2002den itibaren başlattığımız mücadele işte bu siyaset mühendislerine yönelik bir mücadeledir. Biz Türkiyeye siyaset mühendislerinin değil bizzat milletin rota çizmesini istedik. Derdimiz Türkiyede bu vesayeti kaldırmaktır? Onun için yoğun çaba gösterdik. Üstünlerin hukukundan hukukun üstünlüğüne geçiş için mücadele verdik" diyen Başbakanın bu ifadeden kastı şudur ki, insanları insanlara köle ve hademe olmaktan Allaha kul olma gerçeğini yaratmaktır. Bakıyoruz ki, cumhuriyetin kuruluşundan bugüne dek, Türkiye milletiyle, ülkesiyle, devletiyle ve coğrafyasıyla birlikte bir bütünlük içerisinde birlikteliğini koruyarak bir yerlere gelmemiştir. Bilakis vesayetçi, dayatmacı siyasi münafıkların veya devletin bünyesinde oluşan encümanı danışların oluşturduğu karanlık kurullar tarafından yönlendirilmiştir. Bu yönlendirmenin yegane hedefi her şeyden önce bu ülke insanını yediden yetmişine kadar dininden imanından uzaklaştırarak uyuşuk beyinsiz akla karayı birbirinden ayırt edemeyecek kadar kalp basiretinden yoksun bir toplum meydana getirmekti. Onun için Başbakan özellikle hemen hemen birçok konuşmaların kilit ifadelerinde bunu vurgulamaya çalışıyor. Evet, elbette ki biz de katılıyoruz. 12 Hazirandan sonra yeni anayasanın çok daha önem arz ettiğini dile getirmek isteyen Sayın Başbakan şöyle devam etti: "Farklı yol ve yöntemlerle siyaset mühendisliği yapan, milli irade üzerine adeta karabasan gibi çöken çetelere karşı amansız bir mücadele yürüttük, yürütmeye de devam edeceğiz. Çetelerin önce komplo yoluyla siyasi partileri şekillendirip ardından bu partilerin listelerine sirayet etmeleri açık söylüyorum, Türkiyenin çetelerle mücadelesine karşı duruştur. Bunu başarmamız lazım. Çetelerin yön verdiği siyaset mühendislerinin istikamet çizdiği vesayetin milli irade üzerinde gölge ettiği bir Türkiyeye dönüş asla mümkün olmayacaktır".. Başbakan şöyle devam ediyor: "Eski hal muhaldir, Türkiye o eski günlere artık dönmeyecektir ve inanıyorum ki, iş dünyası da bu noktada hassasiyet göstermeye devam edecektir. Zira çeteler bu ülkede sadece demokrasiye musallat olmakla kalmadılar. Çeteler istikrara, istihdama, sofradaki ekmeğe, fabrikadaki tezgaha, alın terine de musallat oldular. Ve bu ülkenin adeta enerjisini emdiler, iş dünyasının her bir üyesi tek tek bu çetelerden etkilendi. Bugün çeteleri yeniden diriltme hevesinin demokrasi adına, özgürlükler adına, ülkenin geleceği adına son derece tehlikeli bir oyun sahnelendiğini hatırlatmak istiyorum." Başbakan diğer bir gerçeği de şöyle dile getiriyor: "Partisine yönelik de bu tür saldırılar olduğunu, PKK örgütü ile ülke içindeki çetelerin irtibatının iddianamelerde geniş yer aldığını belirterek, her seçim öncesinde terör örgütünün onun uzantılarının şiddet ve tahrik eylemleri, Türkiyede siyaseti şekillendirmekten, sandığa müdahaleden başka bir anlam taşımıyor. Önce Kastamonu, sonra Silopide polise karşı alçakça saldırılar yapıldı. Adanada, Vanda, Diyarbakırda seçim bürolarımıza il ve ilçe başkanlıklarımıza molotoflu saldırılar yapıldı. Birileri adeta mesaj vermeye, korkutmaya bizi sindirmeye çalışıyor. Organize bir şekilde ittifak halinde yürütülen bu kampanya karşısında boyun eğmeyeceğimizi burada açık açık ifade ediyorum." Evet, sevgili can dostlarım. Devleti temsil eden Başbakanlık gibi önemli bir mevkide oturan bir siyaset adamı bugün Türkiyenin gerçeklerini açık ve net olarak gelip giden Başbakanlar içinde bu Başbakan dile getirebiliyor. Demek ki, geçen bir asır boyunca Türkiye, hep yanlış siyasetlerle karanlık kurulların vesayeti altında devlet ele geçirilmiştir. Ve bu toplum gerçekçi olmayan politikalarla milli irade yerine şeytani iradelerle yönetilmek istenilmiştir. Birçok yönüyle girift ve problemli karanlık oluşumların denceresine sıkışıp duran Türkiye her şeyini maalesef yitirmiş durumda. Siyasetçisinden milli iradesine kadar elinde tutup, beynini o paralelde çalıştıran devlet adamı artık ender bulunmaktadır. Kamu kuruluşlarının bünyesinde oluşa gelen insanlık dışı maceralar gerçekten tüyler ürpertiyor. Yıllardan beri bu köşede dile getirmek istediğim ana strateji de bu. Mühim olan hastanın hastalığını tedavi etmek için öncelikle illetini teşhis etmek gerek. İlleti ve vücuda giren gizli kan tümörünü tespit etmeyen bir doktor hiçbir zaman o hastalığa şifa bulamaz, rasgele ilaç yazmakla bir neticeye de varamaz. Bir ülkenin de yönetim şekli aynıdır. Dün SÖZ Gazetesinin sürmanşeti şöyle idi: "HAKİMLER DE VARMIŞ" "Diyarbakır, İstanbul, Ankara ve Vanı kapsayan şebekenin kapsamı geniş" İki hakimi de kapsayan "Yargıda rüşvet şebekesi" soruşturmasında aralarında Avukat ve adliye personelinin bulunduğu 27 kişi adliyeye çıkarıldı, iki hakim ve dört avukat dahil olmak üzere. Evet, evet, evet sevgili dostlarım. Ahlaken çökmüş, bütünlüğünü, birlikteliğini yitirmiş bir ülke durumuna geldik. Siyasi bir partinin kilit bir adamı çıkıp Allah ile Peygamberden dem vururken kendini merd-i Kıpti gibi sirkatini anlatırken, arzı endam eyler gibi Allahın sözleriyle Peygamberin sözlerini birbirinden ayırt edemiyor. Kocaman bir Türk Silahlı Kuvvetlerinin bünyesinde yetiştirilen nice Ergenekon çetelerinden tut, devletin yargı mekanizmasına kadar kendini bir türlü fitneci, dengesiz birer unsurların varlığından kurtaramayan bir millet haline geldik. Yazıklar olsun. En derin saygılarımla