GÜNEYDOĞU’DA NELER OLUYOR NELER?!! (III)
Eklenme: 10/15/2014 12:00:00 AM

Evet, değerli okurlarımız.

Dünkü yazımda da ifade ettiğim gibi; Türkiye’de olup bitenler gerçekten üzücü ve düşündürücüdür.

Ama bugün değil, özellikle 1990’lı yıllardan günümüze dek ya da tarihin daha da derinliğine inersek, 1908’li yıllardan başlamak üzere günümüze gelinceye dek insan o tarihin karanlık sayfalarını okursa, insanın içini karartıyor.

İnsan, ümitsizleşiyor.

Amma yalan söylemeyen tarihin sayfaları ise berraktır, parlıyor ve insanın ruhuna ve kalbine aydınlık getiriyor.

İnsan o günden bugüne kadar olup bitenleri irdelerse, o karanlık sayfalar ırkçılığa dayalı sayfalardır.

Koskocaman cihanşümul bir devleti yok eden, kirli, faşizan ırkçılık ideolojileridir.

Ne yazık ki anılan tarih, Türkiye’deki 110 yıl içerisindeki milletçe başımızdan geçen badireler bir türlü bizden vazgeçmiyor.

Kocaman cihanşümul bir devleti yok eden ırkçılık sihirbazlığı, ülkeyi küçülttükçe küçülttü.

Toplumu güçsüzleştirdikçe, güçsüzleştirdi.

Milletin ve bu ülkenin herşeyini yitiren faşizan ırkçılık anlayışının, ana banileri 19. yüzyılın ilk on yılında başlamış ve dayanak noktası da Yahudi Siyonizm’inin ırkçılık ideolojisine bağlıdır.

Türk ırkçılığı; kaynağını oradan almış, oldukça büyümüş ve Osmanlının başına bela olmuş, Osmanlı’yı böylece yitirmiş ve Osmanlı dağılınca, işte bugünkü Ortadoğu’nun yüz sene sonra da olsa o ırkçılığın bugünkü doğurduğu gayrimeşru çocuğu olan “bölücülük, tefrika, dinsizlik, inançsızlık” toplumu oldukça benliğinden, tarihinden, kültüründen uzaklaştırma çabası olmuştur.

Bu kirlenme ve bu karartıcı oyunun kaynağı Siyonizm’dir, Yahudi ırkçılığıdır ve jön Türklerin faşizan Türkçülük anlayışıdır.

O günlerden itibaren nice Lawrance’lar, yani haçlı İngilizlerin ajanları, Osmanlı yıkıldıktan sonra Ortadoğu Arap yarımadasına yayıldılar, Arap ırkçılığını aşıladılar ve Osmanlı’ya karşı ayrılık, bölünme, parçalanma tohumu ekildi.

Ve o kinle Araplar harekete geçtiler.

Osmanlıya karşı bu ırkçılık pahasına çok büyük eylemler ve terör odaklarını oluşturdular.

Keza aynı o ırkçılık, bugünkü deyimle Güneydoğu, eski deyimle Kürdistan’daki yaşamakta olan Kürt milletine de maalesef yavaş yavaş enjekte edildi.

Bu coğrafyada bin yıllık bir İslam inancına sahip olan bir ümmet, her ne ise kaşla göz arasında nerede ise 50 yıldan beri yer yer ayaklanarak yine Kürt milletini dövüyor, yağmalıyor, katlediyor, bir ırkçılık sevdasına da olsa.

Oysaki yüzyıl önce Osmanlı’yı yıkan-yakan bir anlayış olduğu gibi bugün aynı anlayış Türkiye Cumhuriyetini de Allah korusun, o badireye sürüklüyor ve her gün gittikçe palazlanıyor, ilerliyor.

Eğer devlet; bünyesindeki kirlenmeyi temizlemiyorsa, faşizan bir ırkçılık tutumuyla yola çıkıyorsa, bugün olduğu gibi kendini bölünmeden, terörden, kan dökmeden kurtaramıyor.

* * *

Evet, gerçekten görünen odur ki 30–40 yıldan beri gerek PKK, DHKP-C olsun, bunlar kime nasıl hizmet ettiğinin farkında olmadıkları halde, aldatılmış bir siyasi hareketle birçok yönüyle bu ülkeyi bölünmenin ve uçurumun kıyılarına kadar götürme cesaretindedirler.

Devlet, elli seneden beri vermiş olduğu mücadeleyle bile bir türlü başa çıkamıyor.

Ve nasıl olacağı da belli değildir.

Dün akşam medyanın birçok kanalını izlerken, Amerika Genelkurmay Başkanı büyük bir itirafta bulunuyor; “IŞİD’le başa çıkamıyoruz. Her ne kadar koalisyon hükümetleriyle havadan bombardıman yapıyorsak da fakat bir türlü vuruş noktasını belirleyemiyoruz, bunda başarısızız”

Evet, IŞİD’in üç aydan beri atmış olduğu adımlar, vermiş olduğu mücadele, beğenelim-beğenmeyelim, ister adına terör de ister terörist de, ne olursa olsun, adım adım hedefine ulaşırken, hem Ortadoğu’yu hem Türkiye’yi çok büyük badirelere itme planları vardır.

* * *

Keza Kurban Bayramı’nda 40’a yakın insanın ölümüne neden olan bu “sokak direnişi” coğrafyamızı, bu milletimizi ve tüm Türkiye’yi derinden yaralamıştır ve çok büyük endişelere neden olmuştur.

Her ne kadar bir şeyler konuşuluyorsa da, bu terane deyim yerindeyse 40 yıldır devam ediyor ve PKK oldukça da güçleniyor.

Mesele, aslında devletin ciddi ve radikal çalışmasına bağlıdır.

Geçmişe yönelik siyasi dönemlerde özellikle 28 Şubat’ta günümüze dek bu millet, oldukça devletinden, devletin varlığından, güçlülüğünden kuşku duyuyor.

Zira devletin bünyesinde, devletin birçok önemli kurum ve kuruluşlarında, özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde Ergenekon faaliyetleri yıllardan beri devam ediyor.

Ve ülkede PKK’dan daha fazla en tehlikeli rol oynamıştır ve hala oynamaya devam ediyor.

* * *

JİTEM denilen bir oluşum yine bu devletin ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “Veled-i Gayri meşruası”dır.

JİTEM, yıllardan beri bu ülkede terörle mücadele adı altında, bilakis ranta dayalı kışkırtıcı hareketleriyle terörü oldukça palazlatmıştır.

Kendisi de devlet terörünü oluşturmuştur.

Dün de yazımda belirttiğim gibi bugün o tarihi vesikaları siz değerli okurlarımızla paylaşmak üzere küpürleriyle beraber, sizlere sunuyorum..

Bilindiği üzre Bülent Orakoğlu, Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı’ndan emekli olmuş ve söylediği istihbarat bilgilerini de kimse yalanlayamamıştır.

Onun söylediklerine karşı herhangi bir itirazlı tekzip yapılmamıştır.

Sayın Orakoğlu, bundan dört-beş sene evvel şöyle bir rapor hazırlamış.

“İŞTE DOSYADAN ÇARPICI DETAYLAR”

Bülent Orakoğlu; “Ergenekonun PKK’sını tespit ettik; ama üzerine gidemedik.

1984’ten sonra Öcalan’ın Ergenekon’la ilişkisini sağlayan kişi Perinçek’ti.

TAK, PKK’dan ayrı bir örgüt olarak kuruldu, eylem yeri metropoller ve turizm bölgeleriydi.

Ergenekonun derin PKK’sı.

PKK’nın ETÖ (Ergenekon Terör Örgütü) ile derin ilişkisi açığa çıktı, peki bu bağlantıyı kimler sağladı.

Derin PKK neler yaptı?

Terör örgütü PKK taraftarları, belirli yerlerde korsan eylem için sokaklara dökülüyor.

15 Şubat Öcalan’ın yakalanışı, 21 Mart Nevroz, 4 Mart Apo’nun doğum günü, 15 Ağustos PKK’nın ilk baskını Eruh, 9 Ekim Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması ve 27 Kasım PKK’nın kuruluş tarihleri, onlar için çatışma günleri demek.

Bunlara son üç yılda yenileri de eklendi.

12 Haziran 2007’de başlayan Ergenekon soruşturması, örgüt sempatizanları için adeta yeni bir eylem dönemi oldu, Emniyet verilerine göre ETÖ (Ergenekon Terör Örgütü) soruşturmasının başladığı tarihten sonra, PKK taraftarları da korsan gösterileri yoğunlaştırdı”

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Bu yazı tümüyle Sayın Orakoğlu’na aittir, beş seneden beri arşivlerimize yerleşmiştir.

Keza meşhur Abdulkadir Aygan’ın da dosyasını ve kitabını açarsak, aylarca bu yazı serimizi bitiremeyiz.

Onun da çok çarpıcı ve itiraflarıyla tespitleri vardır, kitabı da yayınlanmış ve kimse de bunu yalanlamamıştır.

Biz de aynı bu badireleri Diyarbakır’da 1993’ten 2000’li yıllara kadar çektik, hem de resmi sıfatların gayretkeşliğiyle.

Gayretkeşlik demek de yerinde olmayan bir deyimdir, gayretkeşlik değil de büyük bir edepsizlik demek daha doğru olur.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

İki gün önceden belirttiğim gibi 05.10.2014 tarih ve İstihbarat 2000-82358-14/idm sayılı haber bildirim notunda, PKK/KCK terör örgütü mensuplarının şehir merkezine gelerek Kurban Bayramı sonrasında eylem yapacağı.

Ergani yolu üzerinde bulunan Mehmet Ali Altındağ’a ait tesislerinin, gerek şahsına olsun, işyerlerine olsun, iş makinelerine olsun, eylem yapılacak” diye resmi bir yazı bize tebliğ etmişlerdi.

Bu yazı, 21 Haziran 1996’daki Altındağ Dinlenme Tesisleri’ne PKK militanlarınca yapılan bir suikast ve katliam olayını hatırlattı bana.

Ondan sonra 25 Mayıs 1998’deki hakkımızda kirli bir fişleme dokümanının gerçekleşmesiyle, ailece bizi mağdur etmiş, sözde PKK Amed Eyalet Komutanlığı’nca Dr. Nasır’ın imzasıyla yazılmış bir paçavra belgesi.

Ne yazık ki resmi araştırma sonucunda böyle bir belgenin PKK tarafından yazılıp da devletçe ele geçirilmemiş, sahte bir fişleme.

Bunu yargı kararıyla ortaya çıkarttık.

“Peki bu belgeyi kim yazmış, kim yazdırmış?” sorusunu elimizdeki bu iki belge cevaplandırıyor.

Bize göre devletimizin bünyesinde, devlet terörü yaratan tarih boyunca bu Lawrance’ların varlığını kanıtlayan belgelerdir.

Bu devletin bir ayıbıdır ve özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri’ne atılan ve bir türlü temizlenmesi mümkün olmayan kara bir lekedir.

Türk Silahlı Kuvvetleri gerçekten eskilerden öğrendiğimize göre bir asker ocağı Peygamber ocağı iken, ne yazık ki o vasfı yitirmiş böyle şeytani oyunlar, hileler, senaryolar, milletin başına musallat edilmiş birer kara tablodur.

Bu her iki vesikanın küpürünü size sunarım.

İşte ibret levhası.

Öncelikle “T.C. Karakuvvetleri Komutanlığı 7. Kolordu Komutanlığı Diyarbakır

Kişiye Özel, 8 Haziran 1998.

DGM Cumhuriyet Başsavcılığına/Diyarbakır

5 Haziran 1998 tarihinde Kulp’un seyada mahallesinde PKK bölücü terör örgütü elemanları arasında çıkan çatışma neticesinde, çatışma mahallinde bölücü terör örgütüne ait belgeler ele geçirilmiştir.

Söz konusu dokümanların incelenmesinde bazı şahıslara ait isimler ile telefon numaraları tespit edilmiştir.

Ele geçirilen dokümanlar adli işlemlerde kullanılması maksadıyla ekte sunulmuştur, arz ederim.

Piyade Kurmay Kıdemli Albay Erhan Tavşancı (Kurmay Başkanı)”

İşte bu Erhan Tavşancı Albay, sözde terör örgütü üzerinde yakalanan belge ve bu belgede, sözde PKK’yla anlaşarak, işbirliği yaparak kendilerine lojistik yardım temin etmişiz

Bu belalı fitne devletimizin, ülkemizin, hayat damarını bünyesinde taşıyan Türk Silahlı Kuvvetlerimizin bünyesinden çıkıyor ve DGM’ye gönderiliyor ve bu sahte belgeye karşı, sahte iddianameler hazırlanıyor.

İşte Türkiye’nin nasıl terörden kurtulacağını, “kimin elinin kimin cebinde” olduğunu, tarihi vesikalar bir bir bu gerçekleri göstermektedir.

Kirli taassupla, devletin birilerini koruma altına alıp da kendi öz vatandaşlarını mağdur etmek gibi bir lüksü olmaması lazım.

Bu, çağın ayıbıdır ve temizlenmesi mümkün olmayan, devlete yapılan bir kara lekedir ve skandaldır.

Bu yazı serimiz devam edecektir.

Bunu belgesel olarak da görsel medyaya da yansıtacağız.

En derin saygılarımla.